bugün

görsel

Netflix’in Hakan Günday ve Onur Saylak’ın imzalı yeni dizisi Uysallar’ın özel gösterimi IKSV işbirliği ile Atlas Sineması’nda gerçekleşti. Etkinliğe dizinin başrol oyuncuları Songül Öden, Öner Erkan, Umut Yeşildağ, Nilay Yeral, ibrahim Selim’in yanı sıra dizinin yaratıcıları Hakan Günday ve Onur Saylak, yapımcısı Kerem Çatay ve Netflix’in içerik direktörü Pelin Diştaş da katıldı.  

Uysallar; 2020 yılında çarpık kentsel dönüşümlü istanbul’un keşfedilmemiş sokaklarında ve yükselmeye devam eden plaza, rezidanslarında geçen, üst orta sınıf mimar Oktay Uysal’ın ve onun geniş sayılabilecek ailesinin kim olduğunu sorgulama ve uyanış hikayesidir. Uysal ailesi ideal bir aile gibi gözükebilir, ancak her birinin birbirinden gizlediği ikili hayatları vardır. Aile üyeleri birbirlerinden habersiz, hayal ettikleri hayatları yaşarken, onların trajik, komik ve karanlık yanlarıyla tanışırız. Uysallar, arka planda istanbul’un tanımlanamayan şehir görselliğinde izleyiciye alternatif bir aile hikayesi sunarken aynı zamanda “ben en son ne zaman mutluydum?” diye sordurtacaktır.

“Uysallar” 30 Mart, Çarşamba tüm dünya ile aynı anda sadece Netflix’te!

http://www.ranini.tv/habe...in-ozel-gosterimi-yapildi
dün izlemeye başladım, 3 bölümde izledim.

izlerken de "ulan ben senmişim galiba oktay" dediğim dizi.
şundan kesin eminim çoğu insan kendini dizideki karakterlerle özdeşleştirip kendine bir şeyler çıkaracaktır.

yalnız bazı oyunculuklar geçekten iğrenç, bkz: ege ve yağmur karakteri.
güzel bir diziye benziyor. hikaye ilginç. özellikle haluk bilginer in arıza bürokrat ve uğur yücel in obsesif baba rolü çok başarılı.

amma ve lakin kara mizah yaparken biraz abartmışlar ilk 2 bölüm için. biraz daha eğlenceli hale gelirse tadından yenmez.

ülke olarak böyle dizilere ihtiyacımız var.
sonunda bitirebildiğim dizi.
(bkz: anne bitti)

Netflix standartlarının üzerinde olduğunu düşündüğüm bir dizi.

Oyuncu kadrosu çok iyi ama yan karakterlerin bazılarında sıkıntı var, daha iyi olabilirlerdi ve bunun için mazeretleri yok.
örn. mert karakteri umut yeşildağ tarafından canlandırılmış ama 16-17 yaşındaki bir ergen rolü 30 yaşına yaklaşmış birisi tarafından canlandirilinca sırıtıyor.
Yağmur karakteri daha iyi yazilabilinirdi.

Bilyana Jovanovska'yı ilk defa bu dizide gördüm ve çok beğendim.

Müzik konusunda daha iyi seçimler yapılabilinirdi ama zevk meselesi olduğu için bu konuya pek deginmeyecegim.

Senaryo abartilara rağmen çok iyi. Şahsi fikrim: kısa bir dizide dolu dolu.

içerisinde oldukça fazla mesaj barındıran bir dizi. Olabildigince birçok konu birbiriyle bağlantılı olarak birden işlenmiş.
Ağırlıklı olarak toplum baskısı, kadının özgürlüğe kavusamaması, maddi olarak erkek egemen bir toplumda erkeğe muhtaç kalmak ve erkeğinde toplum baskısından dolayı kendi özgürlüğünden vazgeçmesi ama bunun pek ön plana çıkmaması. Toplumun saçma sapan tartışmalarla asıl tartışılması gereken konulardan uzaklaştırılması.
--spoiler--
televizyonda ve radyoda sis mi kirlilik tartışması
--spoiler--

devletin ve patronların baskısı ve lüks yaşam sevdası yüzünden bütün özgürlüklerden vazgeçip; köle olup ve hatta her şeye boyun egmek zorunda kalmak durumu yani sıra kişinin öz kimliğini kaybetmesi.
--spoiler--
Özgürlük peşinde koşup, hapishane inşa etmek gibi
--spoiler--

Sırf ekonomik bağımlılıklardan dolayı aile içi şiddetin artması, gençleri çok genç yaşta strese sokarak ve sisteme uymadıkları için hasta bir neslin yetismesi, zenginlikle fakirliğin arasında oluşmuş büyük uçurum.

Ailelerin şirket, şirketlerin de aile olduğu bir toplum düzeni.

Aslinda herkesin hayalindeki veya yaşamak istediği hayatın çok basit olduğu ama buna kimsenin cesaret edip, adım atmaması (bkz: moloz arif) gibi konuları islemis bir dizi.
mimarın taksim'e çıktığı bölümde alkolün bana verdiği yetkiye dayanarak gecenin bir vakti dışarı çıkıp ayı gibi bir gece yaşamama vesile olan dizi...
"Hoş geldin ailemize, biz burada bir şirketiz."
Öner Erkan'ın dizide Ajda Pekkan sendromu diye tanımlayıp isyan bayrağı açtığı toksik positiflik hakkında bir tiradı var. Görmüşsünüzdür. Modern çağın illetidir bu pespaye positiflik. Çözümü olmayan bir soruna, çözümü varmış gibi yaklaşmak, üzülme demek ve bunu dayatmanın acıyı hafifleteceğini dusunuruz. Kimi zaman dibe vurmak ihtiyaçtır. Çünkü aydınlağa erişmek için bizi içine çeken kendi karanlık kuyumuzdan geçmemiz gerek. Böyle durumlarda Manchester By The Sea (2016) filmindeki Lee Chandler karakteri gelir aklıma. Vakti gelen her duyguyu iliklerimize kadar yaşamadan uğurlamak insanın içinde derin bir oyuk bırakmaktan başka bir işe yaramaz. Vücudun ve beynin vermiş olduğu doğal tepkinin karşısında hoyratça set kurmaktan başka bir şey değil çünkü "üzülme" telkinleri. ihtiyacımız olan şey set kurmak, karşı gelmek değil. Çünkü zayıfız. insan kendi karanlığında boğulmalı bazen. Ve yine de... Evet yine de şunu unutmamak lazım: ne dem baki ne de gam. Çünkü devam etmek için daima bir ümit vardır.