bugün

Genç bir kadın hıçkırığı, yahut bir çocuk kahkahası, yahut saçlarını savurtarak dizlerine kapanmış bir yalnızlığın, eski yalnızlıklara doğru bitmeyen bir çağrısı...
***
Bademcik ameliyatı konusunda neden hiç kimse bir şey yazmıyor ki?
Bademcik ameliyatı yazı yazmaya değer bir konu değildir...
Öyle miii, kah kah kah... Öyle miii, keh keh keh... Öyle öyle hi hi hiiii...
***
Bademcik ameliyatı, koşullar zorlamadıkça, asla yapılmaması gereken bir ameliyattır... Bunu size hiç söyleyen oldu mu?
Herhalde pek olmadı. Sık sık boğaz olan üç-dört yaşındaki bir çocuğun, dilini kaşıkla bastırarak gırtlağına kadar bakan bir doktor, kızarıp kabarmış bademcikleri görünce ne der?
- Bademciklerini aldırınız, der...
Annelerle babalar da bademciklerini aldırırlar çocukların...
***
işte bir yaşam boyu sürecek bir sakatlanma... Boğazın ve bronşların, karşı savunmasını yok eden bir sakatlanma...
Üç yaşından altı yaşına kadar bakla bakla büyüyen bademcikler; biraz daha ileriki yaşlarda kendiliğinden zaten iyice küçülecektir... Onların hemen aldırılması; kronik bir bronşitin, en küçük bir soğuk algınlığındaki bitip tükenmez öksürüklerine, koskoca bir yaşamı bol keseden armağan etmek sayılır...
Bunun böyle olduğu, ne yazık ki çok yeni anlaşıldı.
Boş yere bademcikleri alınmış çocukların birbirine eklenen öksürükleri... Öhö öhö öhööööö... Öhöööö öhö öhö...
***
Her gece yatağına işeyen çocukların hipnozlara çok yatkın olduğunu biliyor muydunuz?
Hipnozlara çok yatkın olurmuş gece yatağına işeyen çocuklar...
Nedenine gelince...
Nedeni bilinmiyor.
***
Hipnozla ağrısız diş çektirme deneyine bir ekleme daha yapmışlar. Diş doktoru, hastayı hipnozla uyutan doktora:
- Lütfen söyleyin, dişi kanamasın, demiş.
Hipnozu yapan doktor önce bir duraklamış, sonra da hastaya:
- Dişiniz çekilince, kanamayın, demiş.
Diş çekilmiş ve yeri kanamamış.
Nasıl olmuş da kanamamış?
Nedeni bilinmiyor.
Bilinmiyor nedeniiiii, nedeniiiii, nedeniiiii...
***
Polonyalı bir kadın sanatçı; -o kadın sanatçı ki, dokuduğu keçelerle yünlülerden yontular yapmakla ünlüdür- gittiği uzak diyarlardaki ilkel kabilelerin korkunç yüzlü tanrılarından alıp getirmiş evine...
Ve değişik yerlerden gelme iki tanrı, aynı salonda hiç hoşlanmamışlar birbirlerinden...
Sanatçının dostu olan fizik kuramcısı profesör:
- Bu tanrılardan birinin yerini değiştir. Bunlar ters bir elektriklenme yaratıyorlar aralarında; senin sinirlerini çok rahatsız eder bu, demiş...
***
Canlılar gibi cansızların da birbirinden hoşlananları ve hoşlanmayanları olur mu?
Sözüne güvenilir kişiler:
- Olur, olur, diyorlar.
Daha başka şeyler de söylüyorlar. Bizim cansız dediğimiz şeylerin, tümden cansız olmadığını; statik bir enerji taşıdığını falan...
***
ikinci Dünya Savaşı sonrası kuşağının filmlerini, en iyi Scala yapıyor. "Biz dünyayı değiştirmek isterken, dünya bizi değiştiriverdi" diyen bir kuşağın filmini...
Bu filmlerden biri, yaşamlarını boşa harcamış iki arkadaşın bir tartışmasıyla sonuçlanıyor.
Arkadaşın biri:
- Pof, diyor.
Öteki kaşlarını çatarak soruyor:
- Pof ne demek?..
- Pof, pof demek işte...
- Tanımlamasını yapamadığın bir sözü niçin söylüyorsun, bunun tutarlılık neresinde?
- Tutarlılık mı? Sen kim, tutarlıktan söz etmek kim?..
- Lafı değiştirme, pof'u anlat sen bana...
Olağanüstü bir film sonu...
***
Eski yalnızlıklarla beslenen yalnızlığın sesinde; gülen çocuklar, ağlayan genç kadın hıçkırıkları...
Sahiden insanın aklı takılıyor:
- "Pof" ne demektir sizce?..

çetin altan
güncel Önemli Başlıklar