bugün

evet bende üniversitenin ilk gününde ilk derste zil çalmasını bekledim dahada vahimi üniversitede derslik sistemini bilmediğimden ilk dersin olduğu sınıfın küçüklüğünden yakınıp bütün sene buradamı geçecek demiştim evet itiraf ediyorum.
koltuğa oturup ayaklarımı uzattıktan sonra uzaktan kumandayı yanıma almadığımı farkettiğimde seri katile dönüşmemen tamamen üşengeçlikten.
(bkz: r) bu harf için 60 küsür entry girilmiş. benim için 6 . helal valla bu harfe.

raiting in r si *
Bugün olmak ya da olmamak günü lan sözlük.
feysten ekleyemeyen ayran budalası yapmışlar.
Ev arkadaşımın dolaba koyduğu kolaya tükürdüm. Mis gibi içmiş o ve saz ekibi. *
Her gece gelenlere ve misafir getirene, uyarınca da takmayana az bile...
sözlükten diskiniyorum.
bu aralar o kadar temple run oynuyorum ki;

"hayat temple run gibidir, tökezlemeyegör hemen kargalar başına üşüşür"

diye düşünürken yakaladım kendimi.
kız kardeşimin üni için başka şehire giderken bana emanet ettiği bonsai ağacı kurudu öldü. daha doğrusu ben düzenli olarak suyunu vermediğim için öldü hayvancağız. yalnız anladığım kadarıyla taa kışın ölmüş ben fark etmemişim, bahar geldi geçti daha bir yaprak açmadı. ben mal gibi suluyorum hala oysa kupkuru bir odun parçasına dönmüş. pek de güzel bir şeydi çok üzüldüm. ama asıl mesele kardeşime nasıl söylüycem bilmiyorum. ciddi tırsıyorum.
itiraf ediyorum sözlük; abartılı insanlardan, bencilliklerinden, egolarından, enanetlerinden sıkıldım, bunaldım, daraldım her şeyi bırakıp gitmek istiyorum...
bu gün benim doğum günüm.
Ortamın vermiş olduğu cesaret mi, egolarınıza ve bencilliğinize yenik düşmüş olduğunuz an mı dersiniz bilmiyorum; gün içerisinde birine karşı yapmış olduğunuz bir anlık davranışın neticesinde o an mutlu olup bir süre sonra bu hareketin aptalca olduğunu hissettiğiniz an vardır ya, işte o ânı yaşıyorum. Öküzüm ben. Evet.
artık özlemiyorum.
kokunu duymam sorun olmuyor.
seni her gün görecek olmam korkutmuyor.
senden başkasını düşünüyorum.
senden başkasını yanımda istiyorum.
senin beni ittiğin hayatı yaşıyorum.
renkli, gürültülü ve içi boş.
birinin bana olan hislerini kullanma fikri fena gelmiyor kulağıma.
birinin benim için başkasını terketmesi fikri de.
uzun süre yanında kalmayacağım birinin hayatına benimle yön vermesi de.
senden başka birinin kokumu bilmesi ihtimalinden de tiksinmiyorum artık.
sadece bazen, gerçekten benim sana duyduğum gibi bir şeyler duyan birileri varsa, acı çekmesinler diye geri çekiliyorum.
sadece bazen bu kadarını yapıyorum.
artık seni sevmiyorum. yeniden de sevemiyorum.
senin beni ittiğin, benim istediğim o küçük hayattan çok uzakta olan bu kalabalık hayatı yaşıyorum.
katkılarınla.
katkılarınızla.
çırpındıkça batıyorum ölmek istiyorum ölemiyorum.
ev arkadasim 5 yildir arkadasim ama olse (tabi allah korusun) aglamam ya da uzulmem. sadece ailesinin acisina uzlulurum.
bir gün bir şey olacak ve bütün hayatım değişecek. buna o kadar çok inanıyorum ki.
mucizelere, rastlantılara da inanıyorum.
değişime de inanıyorum.
bir gün,bir şey olacak hissediyorum, biliyorum.
bambaşka bakacam hayata sonra, ne karamsarlık kalacak ne mutsuzluk.
ve ben huzurlu bir insan olarak devam edecem hayatıma her şeyi unutup.
bundan eminim.
canımın istediği gibi bir hayat yaşıycam.
tüm hayallerim tek tek gerçekleşecek biliyorum.
buraya not düşüyorum bak.
şimdi kötüyüm ama iyileşeceğim ve hep iyi kalacağım günler yakındır biliyorum.
* *
uzun zamandır gece takılmıyorum sözlüğe lakin iki gecedir bakıyorum çok sıkıcı hale gelmiş sözlük.
eğer bu sunumu da beğenmesen seni öldürürüm hoca. gider sonra teslim olurum. okulda beni kahraman ilan ederler hoca.
sevişme isteğinde olanlar rica edicim bana mesaj yazmasın.
yine aynı yerdeyim. yine bir yolculuk vakti. tren 30 dakika rötarlıymış. izmir mavi tren. her geldiğimde bir umut trenin mavi olmasını umuyorum ama hiÇ bir zaman öyle olmayacak biliyorum. sanırım o maviliğini izmirin denizinden almış. dışarı soğuk olduğu iÇin iÇeride otuyorum treni beklerken. karşımdaki bankta sokakta yaşadığına kanaat getirdiğim bir amca uyuyor. uyumak biraz hafif kalır, öyle bir horluyor ki sanki nefes alabilmek iÇin azraille savaşıyor. sol Çaprazımda bir teyze var tek başına yaşlı. oğlu getirdi bıraktı ve gitti. belli ki bilmiyor yol iz. az önce bana sordu yolculuk nereye diye, sanırım aynı yere gittiğimizi düşünüp yanlış vagona binmemek iÇin beni takip edecek. anladım durumunu ve ben seni bindiririm teyzecim dedim, iÇimden de oğluna oldukÇa küfrettim. bu saatte buraya kadar gelmesi bile onun iÇin büyük başarı olmalı sıcak yatağında karısı onu beklerken. her neyse sigara iÇmek iÇin dışarı Çıkmak üzereyken gişeci amca geldi odasından Çıkıp. sigarayı gördüğü belliydi elimde, burada sigara iÇemezsin dedi. sonra iÇeri gitti ve bir sigara yaktı camekan odasında. sanırım burada aÇık alanda iÇmek yasak. baya şey yazdım ama hala bir itirafta bulunamadım. sanırım vaktim de olmayacak Çünkü trenin sesi geliyor yavaştan. benim teyzeyi alıp biniş yerine gitmem zaten beş dakika sürer o yüzden tüm yazarlardan bu başlığın altına saÇmaladığım iÇin özür dilerim.
şu başlığa her gün bir kez girip lan bu sefer içimi dökücem diyorum, şu ana kadar yapamadım. ya okurlarsa, biri tanırsa gibi saçma sapan korkularım var. hayır tanısalar, bilseler ne olacak da işte olmuyormuş öyle.
belki de kafamdaki sıkıntılar bile hep bu duygu yüzünden. duygu ney lan, duygu değildi o korkudur olsa olsa. çok mu utangacım, yoksa insanlar aslında ne düşündüğümü bilmesinler mi istiyorum bilemedim.
zaten neyi biliyorum ki amına koyim.
sabah 5:30 ve ben elimde elma dilim patates National Geographic de belgesel izliyorum, saat 11 de hastaneye gideceğim, bu neyin rahatlığı.
yeniden red hot chili peppers dinlemeye başladım. bana hatırlattıkları eskiden acı veriyorken şimdi öylesine hoş bir duygu yaratıyor ki; eskiden sevgilimle beraber yatarken under the bridge i söyler, sabah kalkarken alarm olarak snow u dinlerdik. 'benim kadar yalnız; beraber ağladığımızda' derdi anthony. ve biz birbirimize bakardık. gözlerinin içerisinde sadece sevgi görürdüm. kendimi tüm dünyayı fethedebilecekmiş gibi hissettirirdi. en başta; daha ilk tanıştığımızda ben ona tell me baby şarkısındaki 'anlat bebeğim; hikayen nedir, nerden geldin ve ne yapmak istersin' kısmını söylerdim, o da 'seninle her yere' derdi gülümseyerek. gülümsemesinde böyle tatlı, şekerli gibi birşey vardı sanki. mutlu hissediyordum. kendimi günün kahramanı, ölümsüz efsanesi gibi hissettirirdi. sonra kötü şeyler oldu. ayrıldık. üzülmedim değil açıkçası. ama pek takılmadım.

bilmiyorum; sevmek denen duyguyu ben sadece olması gereken anda hissediyorum. yanımda olmayan birisini sevemeyeceğim için özlemiyorum da. arada sırada görüyorum onu. at hırsızı kılıklı yeni sevgilisiyle mutlu gibi. kıskanmıyorum; çünkü koymuyor onun mutluymuş tripleri bana. ben sadece kendi mutsuzluğuma üzülüyorum. vakit geçirmek için en ideal kişi oydu bence hayatım boyunca bana rastlamış olan. ömrümün tamamını onunla geçirebilirdim; o zamanlar çok değerli olan tüm vaktimi ona ayırıyordum üstelik. kimse onda ne bulduğumu bilmiyordu; ama 'huzur'un ta kendisiydi. ve bittikten sonra ben rhcp dinlememeye başladım. başka hatunlara takıldım; başka şarkılara hüzünlendim. ama rhcp dinlemedim. biliyordum ki ondan başkası benimle birlikte rüzgarı öpemezdi.

sonra sonra kendi kendime bir karar aldım. hayatıma giren tüm kızları ona hissettirdiğim duyguları hissettirmeliydim. bir prenses gibi davranmalıydım. mutlu etmeliydim. beyaz bir atım olmasa bile ben bir prenstim ve hayatımda bazı anlarımı paylaştığım insan prenses olmalıydı. en azından kendini öyle hissetmeliydi; çünkü babam kral olmasa bile ben kendimi prens gibi hissediyordum. gönülleri fethetmek gibi bir amacım da olmadı. başka gruplar, başka şarkılar ve başka prensesler.. hepsine aynı özen, sevgi ve ilgiyi gösterdim.

ama en sonunda fark ettim ki; bir kere yeniler için heyecanın kaçınca artık ne kadar çabalarsan çabala içten içten hala o ilk zamanki heyecanı arıyorsun. gitar çalmayı o zamanlarda öğrenmiştim. ilk kez hayatımda gidip bir albüm almıştım. bana çöpe attığını söylese bile hala o albümün günlüğünün arasında durduğuna eminim. evet, albüm 2 parçadan oluşan stadium arcadium du. içinde tell me baby'sinden dani california'sına, slow cheetah'dan desecration smile'a kadar mükemmel parçalar vardı. bir ara desecreation smile'ı dinlerken aklıma başka birisi gelmeye başladı mesela. onunla özdeşleştirmek istedim zihnimde. beceremedim. ne bileyim olmadı. en azından bizim şarkımız değilse de onu bile başka bir kızla kirletemezdim. ara sıra arkadaslarım snow yada californication falan dinlerken ben de özlerdim; dinlerdim. ama 1.5 senedir falan tell me baby'i dinlememiştim. çünkü herşeyin bitmesine yakın bana bir mektup yazmıştı ve içerisindeki sözleri asla ve asla unutma gibisinden birşey söylemişti. bizim şarkımız ne olsun diye düşünürken fark etmiştik aslında en başından beri 'tell me baby' nin bizim şarkımız olduğunu.

dinlemedim abi. her dinlediğimde veya o eğlenceli klibi izlediğimde aklıma o geliyordu. bir arada olamayışımızın sebebi aslında bendim ama kendimi hiç suçlu hissetmedim. çünkü bana koyan tek şey annemden sonra şu hayatımda en çok sevdiğim, tüm hayatım boyunca zaman geçirmek istediğim tek kadın artık benimle birlikte olamayacak, yeni heyecanlar yaşayamayacaktık. ama bir konuda da mutluydum; ona çok şey öğretmiştim mesela. hayatla, ilişkilerle, insanlarla ilgili. beraber stüdyoya gidip birkaç birşey çalardık. orta okuldan beri elektro gitardan tiksinen ve hayatını bas çalmaya adamış olan bana bile gitarı sevdirmişti.

Frusciante hayranı olduğumu biliyordu ve saçlarımı john gibi uzatmamı ilk o söylemişti. şimdi beni gördüğünde gözlerini kaçırıyor olsa bile bir şeyin farkındayım. saçlarımı beğeniyor ve olması gerektiği gibi olduğunu biliyor. ne zaman rhcp dinlesek birbirimizin aklına geldiğimizin farkındayız. odamda gitar çalarken teninin kokusunu duyuyorum gibi. ya da bahsettiğim şu birbirimizin aklına gelme konusunda kendimi kandırıyorumdur; bilemedim. en azından teoman dinlerken geliyorumdur bence. o da mı yok? ühühü o zaman. ne bileyim.

artık sadece rhcp parçalarının solo kısımlarını çalıp bırakıyorum. neme lazım belki rüzgar onun kokusunu falan getirir, 'she kisses me windy' diye başlarım söylemeye. hiç gerek yok böyle şeylere. şimdi hayatımda ve flörtleşme evresinde olduğum başka bir hatuna metallica falan dinliyorum dedim. 'sabahın köründe bangır bangır nasıl kafan kaldırıyor' dedi mesela az önce. Evet dedim içimden. tam da snow vakitleriydi değil mi?

ben özledim diyemem dostum. oturur uzun uzun yazarım. ve bundan tüm dünyanın haberi olsa bile özlenen kişinin olmaz. blogumu hala okuduğunu biliyorum mesela; o yüzden gelip içimi buraya dökerim. zaten karışır diğer itirafların arasına birkaç saat sonra; ne ben bunu yazdığımı hatırlarım; ne de o sabahın 5'inde onu özlediğimi bilir. çünkü öğleden sonra hayatıma geri döneceğim ve geçmişte kalanı geçmişte bırakıp kendi işime bakacağım. birazdan yürüyüşe çıktığımda ve kulaklığımı kulağıma taktığımda pearl jam 'alive' diyecek.

"yanlis olan birsey mi var?" dedi.tabi ki vardi.
"hala hayattasin" dedi.ah peki hak ediyormuyum?
Soru bu mu? eger buysa,eger buysa cevabi kimde? cevabi kimde?

Ben...ah,hala hayattayim
Hey ben...ah hala hayattayim.
Hey ben...ama hala hayattayim
Evet ben...ah hala hayattayim..

evet.. hayattayım. eksik gibi biraz ama hala hayatta.
Itiraf ediyorum, insan çok boş bir varlık.
bu sınav haftaları, ödevler falan bana göre değil.
ne işim var sabah sabah ingilizceyle benim.
güncel Önemli Başlıklar