bugün

--spoiler--
"insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez. " ne anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, yüzmek için değil. ve düşünmek istememeleri doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur. " (s. 17)
"yazıklanacak bir şey yoktu, geçip gitmiş hiçbir şeye yazıklanmamak gerekiyordu. yazıklanılacak tek şey şimdi'ydi, bugün'dü, yitirdiğim, sadece edilgen bir tutumla katlandığım, bana ne armağanlar sunmuş, ne beni fazla sarsmış bu sayısız saatler ve günlerde. " (s. 28)
"ne bir tiyatroda ne de bir sinemada uzun süre oturmaya katlanabiliyorum; elime bir gazete ya da çağdaş bir kitap alıp okuduğum seyrek oluyor. tıklım tıklım trenler ve otellerde, bunaltıcı ve sırnaşık bir müziğin çaldığı hınca hınç kafeteryalarda, zarif ve lüks kentlerin barları ve varyetelerinde, dünyayı gezen sergilerde, geçit törenlerinde, bilgiye susamış kimseler için düzenlenen konferanslarda ve kocamana stadlarda insanların aradığı nasıl bir haz, nasıl bir neşedir aklım almıyor bir türlü. istesem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştığı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlamam ve paylaşmam olanaksız. öte yandan, benim o şenlikli saatlerimde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu sayılan şeyleri dünya bilemedin sanat yapılarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları. yaşamın içinde ise hepsini kaçıkça buluyor. ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen bu amerikalılaşmış bu insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendime verdiğim isimle bir bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan. " (s. 29-30)
"yani ün değil demek istediğim.ün sadece eğitim için vardır, okul öğretmenlerini ilgilendirir.yo, ün değil söylemek istediğim, yo hayır! ölümsüzlük diye nitelediğim şey. dini bü- tün kişiler tanrının ülkesi derler buna. benim düşünceme göre, bizim gibiler, başkalarından bir fazla boyutla donatılmış bizim gibi iddialı, bizim gibi içi özlem dolu insanlar, bu dünyadaki hava dışında soluyacakları bir başka hava, zaman dışında ayrı- ca sonsuzluk olmadı mı asla yaşayamazlar; bu sonsuzluk da gerçeğin ülkesidir işte. mozart'ın müziği ve senin büyük yazar- larının yapıtlarıda bunun içinde, kerametler gösteren,idealleri uğruna can veren ve insanlık için yüce örnekler oluşturan er- mişer de bunun içindedir. ama her gerçek eğilim, her gerçek duygu da, isterse kimsenin bunlardan haberi olmasın, kimse bunları görüp bir kenara kaydederek gelecek kuşaklar için sak- lamasın, bu sonsuzluk kapsamına girer. sonsuzluk içinde son- raki kuşaklar diye bir şeyden söz açılamaz, birlikte yaşamalar vardır sadece."(s.146)
"bu acımasızlıklar gerçekte acımasızlık değildir. ortaçağ'ın bir insanı bizim bugünkü yaşam üslubumuzu bambaşka açıdan değerlendirir, tümüyle acımasız, dehşet verici ve barbarca görüp aşağılardı! her çağ, her uygarlık, her gelenek ve görenek kendine özgü bir üslubu içerir, kedisine yaraşır incelikleri ve sertlikleri, güzellikleri ve acımasızlıkları barındırır kendisinde, kimi acıları pek doğal karşılar, kimi kötülükleri sabırla sineye çeker. ne zaman ki iki çağ, iki uygarlık ve iki din birbiriyle kesişirse, işte o zaman insan yaşamı gerçek bir acıya, gerçek bir cehenneme dönüşür. ortaçağ'da yaşayacak antik dünyanın insanı havasızlıktan içler acısı bir şekilde boğulup giderdi, bizim uygarlık ortamında bir ilkelin havasızlıktan boğulup gideceği gibi tıpkı. öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üslubu arasında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çıkıp gider elden. kuşkusuz herkes bunun aynı ölçüde ayrımına varamaz. nietzsche gibi biri bugünkü sefaleti bir kuşaktan çok daha fazla süre önce yaşamak zorunda kaldı; onu tek başına, hiç anlaşılmadan yaşadığını bugün binlerce insan yaşamakta. " (s. 23)
hermann hesse "bozkırkurdu" romanıyla ilgili şöyle der; "okurlarıma romanımı, nasıl anlamaları gerektiğini ne anlatabilirim ne de böyle bir şeye kalkışmak isterim. yeter ki bu kitabı okuyan herkes, içinde kendinden bir şeyler bulsun ve bundan yararlansın. gene de, bozkırkurdu'nun öyküsünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yok olmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim.
--spoiler--
hermann hesse nin bozkır kurdu anlamına gelen değerli eseri. (bkz: hermann hesse)
born to be wild adlı über şarkının sahibi efsane grup.
bir yandan hermann hesse'nin bozkırkurdu'nu okuyup diğer bir yandan steppenwolf'un ''Hoochie Coochie Man'' şarkısını dinlemek ne acayip şeydir böyle.
diğer bir yandan olay kahramını harry Haller havasına bürünüp kendimi bir bozkırkurdu ilan ederek Johann Wolfgang von Goetheye parmak atıp Faust'la beraber çay içiyor olmak daha bir acayiptir sanırım.

-ateşin var mı lan faust?
born to be wild , magic carpet ride ve the pusher gibi parçalara imza atmış 1967 yılında kurulmuş alman rock 'n roll grubu. grup adını alman yazar hermann hasse nin aynı adlı steppenwolf romanından almıştır. grup üyeleri ;

grup kurucusu john kay ; vocal, guitar ve harmonica
michael monarch ; solo guitar
goldy mcjohn ; klavye
rushton moreve ; bass guitar
jerry edmunton ; davul
(bkz: der steppenwolf)
kafa yormaya sarkılarıyla sabah kalkıldıgında dınlenılesı rock grubu.magic carpet ride sarkısını tras olurken kendınıze arkdas edınebılırsınız.
(bkz: kanada)
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar