bugün

sembolik dil, sanatın ve dinin dilidir. çok zeki olmayan basit ve sıradan insanlara mesajı 'hızlı' 'akılda kalan' 'kestirme' yollarla anlatmaktır. zeka seviyesi düşük büyük halk kitlesi saatlerce konuşma, felsefi söylem, vaaz vs. katlanamaz, dinleme kapasitesi sınırlıdır. o nedenle onlara mesaj 'görsel' ve çarpıcı bir şekilde verilmelidir. Batı da rönesansın 'görsel sanatlarla' ve özellikle resim sanatıyla başlaması boşuna değildir. tek bir karede binlerce kelime ile ifade edilemeyen şey anlatılır. rönesans dönemi resimlerine dikkat ederseniz dini konulardadır ve genellikle din eleştirisi yaparlar. müzik de aynı işlevi görür, zaten bunlar iç içedir. müzik, resim, şiir, edebiyat ve dahi felsefe ve din...yani sağ beyin lobunun faaliyetleri...
sembolik dil sadece toplumun avam kesimine (eğitim, kültür vb açısından toplumun tabanına) karşı kullanılmaz.
sembolik dil toplumun elit kesimine (krallardan, bilim adamlarına, asillerden burjuvaya -ikisi aynı anlam-manada kullanılmaz- idarecilerden din baronlarına, yargı erkinden sanata siyasete idareye yön veren tüm üst kademeye karşı da sembolik dil kullanılır.

örn: dadaist akımı ele alabiliriz. sanatı tarif eden, yön veren, denetleyen erklere karşı bir anarşist tavır içinde olan marcel duchamp new york'ta sergiye bir pisuar yollamıştı. sanat eserlerinin sergilenmesinde görev alan seçici kurul bu pisuarın sanat galerisinde değil de tuvalette olması gerek diyerek bu pisuarın sanat değeri taşımadığına seçici kurul karar vermişti.

m. duchamp aslında sergiye yollamak için gidip ikinci el nalbur malzemesi satan bir dükkandan tuvaletten sökülmüş olan pisuarı alarak sergiye yollaması; tabiri caiz ise "sıçarım sizin sanat algınıza" demiş olsa da sanata yapılan tanım ve sınıflandırma, sanatçıya yapılan "bu böyle olursa sanat eseri, yoksa bu sanat eseri olmaz" sınırlandırmaya karşı bir ret tutum içinde olmasıydı.

sanatçı eserleri ile değil de düşünceleri ile değerlendirilmeli anlayışı olsa da asıl temel sanatı bir norm olarak kalıba sokarak bu sanat eseri bu değil diye sanatçının eserlerine yapılan tanımlamalara karşı çıkış burada etken.
çağlar boyunca sanata hep kilise ve kral yön vermiş, sanatçılar hep belli bir grup-zümre içinde tutulmuş ve üretkenlikleri denetlenmiş olması yanında toplumu idare eden kesimin sanatı toplumu uyutan afyon gibi kullanılmasına tepkidir.

dün kilise ve kralın biçimlendirdiği sanat için yine kilise ve kral kontrolünde olan sanat kurulları, akademiler sanatçıları biçimlendirdi.
bugün sanata yön vermeye onu biçimlendirmeye çıkarına göre tanımlamaya şekillendirmeye çalışan kral yerine rejimler, kilise yerine ideolojiler var.
dün tanrı sanatın vazgeçilmez temasıydı, bugün kadın (sex) sanatın vazgeçilmez teması oldu.
dün sanatı ülke kral kilise himaye ediyor çıkarına lüksüne ihtişamına kullanıyordu.
bugün holdingler, reklam şirketleri, moda, basın yayın çıkarına lüksüne ihtişamına göre sanatı-sanatçıyı kullanıyor, biçimlendiriyor, şekillendirip kullanıyor.
dün sanat ve sanatçılar şeytana benzetiliyor, ülkeye krala karşı küfür diye ya yakılıyor ya yok ediliyordu.
bugün milli menfaatler, rejim, sistem, ideoloji diye sanat ve sanatçılar ya yakılıyor ya yok ediliyor.

bunun için sanat ve sanatçılarda sembolik dil günümüzde daha çok kullanılıyor. 21. yy cehaletin yüzyılı olacak ve sansür öteleştirme yasaklamaya karşı sembolik dil engelleri aşmak için biraz da güce karşı onu muallakta bırakmak için kullanılıyor.
insanlar arasında din ve sanata yapılan yaklaşım...
tıpkı bir elmayı eline alan kişinin bu elmanın ağaçtan bağımsız olarak düşünmesine benziyor.
sanat ve dinde gözden kaçan şey her iki olgununda tabanında yatan ve bu kavramların ortaya çıkmasında-değerli olmasında tek gerçek olan yaratıcılığı görmemek.
bir resime veya heykele ya da bir şiire romana vb bakarak, bir yaşama evrene doğaya canlı yaşama bakarak her iki durumda da bunu tesadüflerle açıklamanın tabanında cehalet ötesi aptallık vardır.

tesadüflerle yaşam ve sanat açıklanamaz.
sistina şapelin tavanına bakarak ya da doğaya bakarak bunu tesadüflerle açıklayamazsınız.
sistina şapelin tavanına bakıp michelangelo ve Sandro Botticelli, Domenico Ghirlandaio, Pietro Perugino ve Raffaello Sanzioyu yok sayıp bu eserin kaynağında yaratıcı güç olan sanatçı ve sanatçının ruhuna yok diyemez-görmezden gelemezsiniz.
doğaya, yaşama, evrene bakıp bu canlılığı ve güzelliği, karmaşa kaosu, yıkımı yok oluşu ve yeniden doğuşu (örn: yanardağlar volkanlar depremler seller vb afet bölgeleri en zengin yaşam alanlarıdır. yaşanan her yok oluş sonrası yaşam daha gür daha verimli olarak yeniden ortaya çıkar) bunun tetiklenmesinde yaratıcı bir güç-din-yaratıcı inancı yok/olamaz diyemezsiniz.

böyle inanan (din bazında) insanları da eleştiremezsiniz. inanmayabilirsiniz ama yaşamın kaynağını da tesadüflere bağlayamazsınız.
din ve sanat aslında (yaşamda evrende) tesadüf olgusunu barındırmaz. din ve sanat iç içe yaşamı bir matruşkaya benzetirseniz din ve yaşam ile insan bu matruşka bebeğin katmanlarıdır. din ve sanat aslında bir bütünlük içindedir.