bugün

sabetayzm 17. yüzyılda izmirde ortaya çıkmıştır.

kemalizmde aynı bölgede çoğunluktadır.

sabetayistler müslümanmış gibi görünüp kendi dinlerini gizlerler.

kemalistler müslüman olduklarını idda edip ayetlerin çoğunu inkar ederler.

sabetayistler sabetay sevi arnavutluğa sürüldükten sonra güçlerini, Müslümanlara düşmanlık için harcamışlardır.

kemalistlerin müslümanlara bakış açısını anlatmama sanırım gerek yok.

sabetayistler sabetay sevi'yi bir kurtarıcı mesih olarak görürler,

kemalistler atatürk'ü bir kurtarıcı olarak görürler.

sabetay sevi müslümanlığı kabul ettikten sonra, kendisi gibi müslümanlığı kabul eden 200 takipçisi selaniğe yerleşmiş ve dış görünüşte müslüman ancak gerçekte sebetaycı olarak yaşamaya devam etmiştir.

atatürk selanik'te doğmuştur.
sabetayizm kaynağını musevilikten alan dini bir akımdır. kemalizmin dini bir yönü olmadığı gibi, siyasi ve ekonomik bir doktrindir. Dolayısıyla bu kıyaslama anlamsızdır.
Kemalizmin izmirde çoğunlukta olması da ne demektir?

Bugün yanlış algılanan kemalizmin dine karşı olumsuz bir bakış açısı da yoktur. Kemalizm Türkiye'de, 1940'lı yıllardan beri yanlış anlatılıp, insanlarımızın algısında yanlış bir yere oturtulmuştur. iş öyle bir noktaya gelmiştir ki yukarıda gördüğümüz gibi, dini akımlarla siyasi akımlar kıyaslanmaya başlar hale gelmiştir. Kendini Kemalist olarak tabir eden insanlardan bir kısmı, dine düşman gözüyle baktıklarından ve Türkiye'deki muhafazakar kesim, dini referanslarla yönetilmeyen yeni bir yönetim anlayışı benimseyen Atatürk'e düşman gözüyle baktıklarından, aslında tüm dünya tarafından kabul gören ve siyaset bilimi kitaplarında okutulan Kemalizm bugün zihinlerde farklı yerlere oturtulmuştur. Bir kesim insanımız Kemalizmi bilmediğinden, O'nu islam'ın karşısında alternatif bir kavram olarak oturtmaya çalışmaktadır.

Bu durumdan kaynaklı, Türkiye'de iki tehlikeli kesim ortaya çıkmıştır:
1- Dindar olduğunu iddia eden Atatürk ve Kemalizm düşmanları
2- Kemalist olduğunu iddia eden din düşmanları

Halbuki Kemalizm bir doktrindir. kemalist olmak, Müslümanlığımıza, dini inancımıza, ayin ve törenlerimize ihanet etmek değildir. Bu durumu bile çözemedik 80 yıldır. Gerçek Kemalizm, bir yönetim felsefesidir. Biraz araştırmalı ve işin özünü öğrenmeliyiz.
Kemalizmin din olmadığı idda edilsede, kemalizmi din, atatürk ü peygamber olarak yada kurtarıcı olarak gören kemalist sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Çoğu kemalist atatürk geldikten sonra sanki islam dininin hükümleri yok sayılmış gibi davranarak bunu desteklemektedir. ayrıca medyaya yansımış bazı şahsiyetler ve şiirlerine yansıtmış bazı ünlü yazarlarda bunu destekler niteliktedir.

http://www.youtube.com/watch?v=j4xv1hYDq08

http://www.dinlertarihi.n...a-peygamber-diyenler.html

http://www.sonsayfa.com/H...rece-peygamber-66090.html

http://www.habervitrini.c...yi-ayaga-kaldirdi-338530/

Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin dine bakış tarzını öğrenebilmek için, önce, okullarda çocuklarımıza okutulan tarih kitaplarına, sosyoloji kitaplarına bakmak lâzım. istanbul'da 1931 yılında, Devlet Matbaası'nda bastırılan Orta Zamanlar Tarihi'nde islâmiyet ve Hz. Peygamber (s.a.s.) aleyhinde yazılanlar, en koyu münkirleri bile utandıracak seviyesizliktedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin resmî ideolojisinde islâmiyet'in yeri yoktur. Çünkü "islâm birtakım zevâta göre eskimiştir!", "Hz. Muhammed (s.a.s.) nihayet bir çöl bedevîsidir", "islâmiyet'in yerine yeni bir din koymak lâzımdır ki, o da Kemalizmdir." Nitekim Edirne milletvekili Şeref Aykut'a göre Kemalizm dininin altı esası, altı oktan ibaretti: Yani "Kemalizm dini, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık prensiplerine dayanmalıydı." Kemalizmin, yeni bir din olarak yayılmasında Şeref Aykut yalnız değildi. iyi ama bu dinin peygamberi kim olmalıydı? Bu sorunun cevabını Behçet Kemal Çağlar verdi: Mustafa Kemal Atatürk! Behçet Kemal, Süleyman Çelebi'nin meşhur Mevlid'ini Atatürk'e uydurmakta ve çıktığı Anadolu il ve ilçelerinde, başına topladığı kalabalıklara Atatürk Mevlidi'ni okutmakta hiçbir sakınca görmedi:

Ger dilersiz bulasız oddan necât

Mustafâ-yı bâ Kemâl'e essalât.

Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesi

Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!

Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmile

Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.

Geçti böyle, nice ay nice sene

Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.

Merhaba ey baş halâskâr merhaba

Merhaba ey ulu serdâr merhaba!

Edip Ayel, Atatürk'e: "Sen bizim yeni peygamberimizsin!" diye seslenmekte geciktiği için dövünmeye başladı. Behçet Kemal'i geride bırakacak bir atılım içinde olması gerekirdi. Bunu gerçekleştirebilmek için, Atatürk'e yeni dinî sıfatlarla secde etmesi lâzımdı. Edip Ayel, aruzun tumturaklı kalıplarıyla Türk edebiyatının en muhteşem dalkavukluk örneğini ortaya koydu:

Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe

Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.

Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun

Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.

Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı'yla müsâvi

Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî

Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses

insanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!

Edip Ayel'in bu kükremesinden sonra bir tereddüt belirdi: Atatürk, yeni Kemalizm dininin Allah'ı mı olmalıydı; peygamberi mi? Cumhuriyet devri şairlerinin bir büyük bölümü, Atatürk'e kıyamadılar. Onun üstünde de, altında da hiçbir gücün, hiçbir varlığın bulunmasına tahammül edemediler. Bu bakımdan, Atatürk'e hem Allah, hem de peygamber diye seslenerek kendilerinden geçtiler. Behçet Kemal, Edip Ayel'den geri kalmak istemedi:

Kaç yıldır Türkçe'ydi Tanrı'nın dili

insana ne ilâh, ne de sevgili

Ne de ana-baba aratıyordu

Her an yaratıyor, yaratıyordu.

Artık işaret verilmiş, yarış başlamıştı. ipi herkesten önce göğüslemeye çalışan atletler gibi, o devrin edipleri de "Allah", "tanrı", "ilâh", "Kâbe", "put" gibi kelimelerle Atatürk'e daha önce ulaşabilmenin cezbesine kapılmışlardı. Yüzlerce örnekten işte birkaçı: Halil Bedii Yönetken çığlıklar koparıyordu:

Tanrı gibi görünüyor her yerde

Topraklarda, denizlerde, göklerde

Gönül tapar, kendisinden geçer de

Hangi yana göz bakarsa: Atatürk.

Kemalettin Kamu, kendisine milletvekilliği getiren şiirini kalabalıklara okumaya başladı: Çankaya;

Burada erdi Mûsâ

Burada uçtu isa

Bülbül burada varsa

Hürriyet için öter.

Ne örümcek, ne yosun

Ne mûcize, ne füsun...

Kâbe Arab'ın olsun

Çankaya bize yeter.

Sonra Faruk Nafiz Çamlıbel, sazını eline aldı:

On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmeden

O'nda on beş milyonun boyu birden uzaldı.

Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden

Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı.

1938 yılında, Faruk Nafiz, tanrısız kalmamak için, Atatürk'ü yüreğine bir put gibi oturttu:

Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil

Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun

Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil

Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!

Türk edebiyatında, tarihin hiçbir devresinde görülmeyen dalkavukluk ve putperestlik örnekleri, patlayan bir lağımın dehşet saçan kokusu ve manzarasıyla etrafa yayılmaya başlamıştı: Akbaba'cı Yusuf Ziya Ortaç da sesini yükseltti:

Topladı avucunda yıldırımı, şimşeği

Yoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi.

Nurettin Artam, dinin bütün nurlarından koparak kula kul oldu:

Koca bir güneşin akşam olmadan

Dağların ardında sönüşü gibi

Millete can veren, vatan yaratan

Tanrının göklere dönüşü gibi.

Her zaman ırkıma büyük Baş Atam

Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam!

Ömer Bedrettin Uşaklı da, Atatürk tapıcılığından kurtulamadı:

Bir güneş gibi yalnız

Sensin ülkü tanrımız

Ey Türlüğün bütünü.

Vasfi Mahir Kocatürk de, kocaman yakıştırmalarla Kemalizm dininin müridleri arasında zikre başladı:

Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti

Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine.

ilhami Bekir, alnımızın akına, katran karası elleriyle küfrün yobazlığını bulaştırmaya çalıştı:

ilk adam, mavi gözlerle baktı toprağa

Toprağın haritasını çizdi bayrağa

Allah değil, o yazdı alın yazımızı.

Bu ruhsuz, bu köksüz, bu tatsız örnekleri uzatmak istemiyorum. Yalnız, Cumhuriyetin o kuruluş yıllarında, zilli-düdüklü dalkavuklar zümresinden, üç önemli ismin ayrıldığını belirtmek istiyorum: Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet! Nazım Hikmet, daha önce Marks'a ve Lenin'e kul köle olduğu için Atatürk'e secde etmedi. Hatta ona "Burjuva Mustafa Kemal" diye homurdanan şiirler yazdı. Yahya Kemal'le Necip Fazıl, islâm'ın âmentüsüne bağlı kaldılar. Kemalizm dininin yeni öncüleri ise, imanın altı şartı olan islâm âmentüsü karşısına, Kemalizm'in yeni âmentüsünü çıkardılar. Bazı devlet kuruluşlarında bastırıp dağıttıkları bu devrimci(!) âmentüyü şöyle yazarak ilân ettiler:

"Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemal'e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhit analarına ve Türkiye için âhiret günü olmayacağına iman ederim."
Kemalizm Türkiye'de yanlış bir zemine oturmuştur demiştik. Ancak bu, Kemalizmin bir din olmadığı ve islamiyetin karşısında alternatif olarak algılanmaması gerçeğini değiştirmez. Yani bir düşüncenin, bir kavramın değiştirilmeye çalışılmış olması, o kavramın özünü değiştirmez. Bir örnek vermek istiyorum:

düşünün islam ne kadar kusursuz ve mükemmel bir dindir. Biz Müslümanlar gerçek islamın bir hoşgörü, barış, huzur dini olduğunu biliriz. Ancak dünya üzerinde islamı yanlış algılayan ve yanlış yaşayan Müslümanlar sebebiyle, islam bugün Batı Milletleri tarafından terörizmi destekleyen,insanları cahil bırakan, gerici bir din olarak algılanır.

daha detay örnek verelim:
Terörist bir sözde müslüman batıda bir canlı bomba eylemi düzenlemiş olsun ve yüzlerce insanın ölümüne neden olsun. Ya da amerikada yaşayan bir müslüman kızını 13 yaşında bir adamla evlendirsin. Bu örnekleri yıllardır gören batılı hristiyanlar islamı gerici ve zulümü öngören bir din olarak görmekte haklı mıdır sizce? Yani islamı yanlış yaşayan ve yanlış anlatan insanların olması, islamın özünü değiştirebilir mi?
laiklerin din anlayışını açıklayan durumdur. Adamlar esasen yahudi ama türk gibi takılıyorlar sekülerim deyip islamın emrettiği ibadetleri yapmıyorlar.