ekşi sözlükle yaptığım paralel okumalarda karşıma çıkan ve çok matah birşeymiş gibi övülen vurgu. şimdi kabadayı üslubu ve hitabetinin kuvvetli olması öne çıkartılarak * bunu hak gibi gösterenlere şunları sormak lazım:

patron dediğin şirketinin kuruş kaybına tahammül edemez. ülke tarihinde ilk toprak kaybeden cumhurbaşkanı iken utanmadı mı?

patron dediğin doğru kaynaklardan doğru raporları alır. alamazsa yanlış yönlendirenleri kovar. hiç akp den kovulan var mı? hatası için soruşturma açılan var mı; aralarında nitelikli dolandırıcılıktan vatan hainliğine icraatleri sınıflandırılabilecek politikacı, danışman ve müsteşarlar var. adamları döndürüp döndürüp başarısız olana hesap sorulmaz mı?

aldatıldığı için allah ve milletin affına patron sığınmaz arkadaş. başarısızsan istifanı verip gidersin. artı görüştüğün her muhatap seni alenen aldatıyorsa bundan sonrası için de aldatılmayacağının garantisi yoktur, işi bilmiyorsundur.

sen şirkete reklam bastırıp insanlara farklı imaj çizebilirsin. denetleme yetkileri olan pozisyonlara kendine yakın adamları getirip pasifize edebilirsin. ama piyasa talimat almaz, piyasa rasyoneldir. bu iki dinamikle şirket zarar ediyorsa nereye kadar gidebilirsin, işi bilmediğini örtbas edersin en fazla.

ya bir de halka arz olmuş şirketlerde zaten hissedarlar yeri gelir kan alırlar bir tarafından. sizin dediğiniz model patron şirketi; sermayesi patrona ait şirket. 80 milyonluk ülkenin sermayesini sen mi koydun be adam?? var olanları, daha önce yapılmış olanları yediniz, daha da üstüne kuruş koyamadınız. ancak kişisel kazançlarınız var, onların da hesabını verebilirseniz alalım ortaya açıklayın. ama yapamayacağınız aşikar.

sonuçta, zaten yönetimi şirket gibi ele almak kavramsal olarak mümkün. buradaki sorun, ülke bir şirket değildir, beli fonksiyonlarını böyle yapılandırsan da hissedarları yok sayamazsın. hakkında konuşmak istemediğim referandum da ayan beyan hissedarların hesap soramayacağı düzene geçişin bir aracı olarak belli ki kullanılacaktır. evet diyenler halktan hisselerini devletin en tepesindekilere devretmelerini istiyor. eşittir ağalık düzeni. yürürlüğe girerse zor günler bizi bekliyor, ama bildiğim bir şey varsa, işletme mantığında ele aldığımda ülke ileri-yönetilemez noktada olduğu için istenen değişiklik ancak idareyi elde tutma süresini uzatır, uzun vadede bu gidişle iflas kaçınılmaz. çünkü patron şirketlerinde ihmal edilen insan faktörü burada da ihmal ediliyor, işi yapabilecek beceride adamı işe almazsanız işi düzgün yapamaz, siz de çuvallarsınız.
Patronu olduğu şirket battığı zaman bizi kandırmışlar diyen bir patronun olmasına sebep olacak durumdur.
"ben ülkeyi şirket yönetir gibi yönetmek istiyorum" düsturuyla yola çıkıp oy alan, ama hangi şirketin sadece kendi komisyonuna bakan rüşvetçiler, yağ çekme ve sorgusuz onaylama kapasitesi iş bilgisinden yüksek kişilerin ağırlıkta olduğu bir kadroyla karlı olacağı, devlet yönetiminde gerçekten karlılığın hedeflenmesinin iyi bir fikir olup olmadığının her birinin bu çerçevede kendisine sorulabileceği bir çerçevedir.

ama bence en eğlencelisi ticari anlaşmalar. patron olmak kısmet olmadı ama, apartman dairesinde sadece prime talim edip evden bilgisayarımı getirerek çalıştığım işletme de oldu, küresel ortaklı tam kurumsal şirket de. hepsinde, yaptığım iş ne olursa olsun, yer aldığım şirketi hep en iyiler arasına taşımayı hedefledim, hep ama. bir tane örnek yoktur ki, başka şirket çalışanına kendi şirketimi kötülemiş olayım. her daim o şirketin bir ferdi olarak o şirketin tüzel kişiliğini yüceltir halde bulundum.

şimdi ülke şirket, başındaki de patron ya. soyutluyoruz, yapabilene. ben bu ülkenin hiyerarşik olarak orta seviyelerinde bir çalışanıyım. türkiye cumhuriyeti nin bir neferi, organizasyonel vatandaşı; hatta bildiğin vatandaşıyım. türkiye cumhuriyeti ile başka bir şirket iş anlaşması imzalıyor ise, parası bu ülkede en garanti altındaki şirkettir; ki türkiye cumhuriyeti ile sözleşme imzalamış şirket,o referansla farklı ülkelerle çalışmakla kalmayıp çok büyük ölçekli müşterilere de ulaşabilecek bir referansı portföyüne ekler. yani bu öyle sağlam bir iştir ki, paranın gününü şaşırtmazdır, devlettir. anlaşma devlet garantisindedir, çalışanlar vatandaş adına seni denetler; gevşekse denetlemez bile. yani anlaşmaya imzayı koyan kişinin başına (bkz: devlet kuşu) konmuştur. bak gözün sevdiğim kültürümüzde bile büyük şans neyle ifade ediliyor. coştunuz mu, göğsünüz kabardı mı azıcık. şimdi sıkı tutunun!

bu ülke-şirketinin patronu, bu kadar büyük bir nimete kavuşan şirketler grubuna gidip, hani madem patronsa, deseydi ya;

--spoiler--
kardeşim bak ben sana garanti sözleşmeyi yaptım tıkır tıkır paranı alıyorsun. ama malum dünya krize giriyor, şu bizim anlaşmada bir kolaylık sağla da vatandaşın azıcık cebi rahatlasın. biz de boşu boşuna vergi arttırmayalım zamlar peşpeşe gelmesin.
--spoiler--

ama durun iniş dedim, gerçeklere gelelim. imzaladığımız sözleşmede, zaten alacakları ve işin kendisi üzerinde devlet teminatı varken, ben, koskoca türkiye cumhuriyeti gidip diyorum ki,

--spoiler--
aman sevgili şirket. dünyanın binbir türlü hali var. senin ticaretin dış faktörlerden etkilenir falan. sen o riske girme, ben sana yıllık şu kadar müşteriyi garanti ediyorum. fazlası gelirse zaten kardasın da, altına inersen de zarar etme, ben tamamlarım.
--spoiler--

bu nasıl patrondur ki, elinde güçlü ve büyük bir şirket var. ama anlaşma yaptığı şirket-şirketler konsorsiyumu-gruba ticaret garantisi veriyor. acaba ne oldu ki bunu garanti etmek zorunda kaldı. risk mi görüldü? bilmediğimiz bir tehlike mi var? peki devlet neden vatandaş yerine şirketi korudu veya nasıl boktan bir şirketle muhatabız ki türkiye cumhuriyetinde devletle anlaşıp bir çalışma hayatı boyu süren anlaşmayı imzalıyor ama ticari riski almıyor? yeni bu ülke şirketlerin serbest ticaret ve rekabetini kolaylaştıran bir fonksiyon yerine ceplerine para sıkıştıran bir fonksiyon mu üstlenmiş?

aklıma takılan bir olgudur. ama asıl ticaret başka şekilde dönüyorsa belki ben cahilimdir, ben bi bok bilmiyorumdur. o da ihtimal dahilinde.