bugün

organ bağışı için yaratılan insan klonların aşk hikayesini anlatıyor.
son 45 ya da 30 dakikasın da böğürerek ağladığım filmdir ayrıca. Hep yerimi yadırgardım niye bu lanet medeniyetsiz türkiye de doğdum diye. Filmden sonra camdan baktım ve sana şükürler olsun allahım dedim yani hatırası çoktur.
ilaç gibi gelen filmdir. herkese tavsiyedir.
Hep daha sonra, daha sonra diyerek bu zamana dek seyretmediğim filmdi. 10 gün öncesine kadar seyretmemiştim yani.
Kaderlerine böylesine razı ölüme giden , öleceğini bile bile seven, sevilen ve aşık olan bireylerin hikayesinden etkilenmemek imkansız.
Carey Mulligan'ın bu şekerliği daha ne kadar devam edecek acaba? Ama tüm filmi tek başına götürmüş adeta.
Çocukluğunu oynayan oyuncu da ona öylesine çok benziyor ki...
Belli bir yaşta öleceksiniz ve bu yaş asla çok geç bir yaş da değil.
Öldürülmek üzere üretilmişsiniz.
En değerli şey ise zaman.
Buna rağmen yıllar boyunca aynı kişiyi sevmek ve ondan başkasıyla olmayı düşünmemek...
Muazzam bir zaman kaybı, muazzam bir fedakarlık ve elbette aşk...

Bu arada koskoca imdb filmin künyesinde soundtrack albümünde resmen sıçmış...
Filmin tüm müziklerini Rachel Portman yaparken alakasız tipleri ve şarkıları koymuş.
Filme adını veren şarkıyı Jane Monheit söylüyor demiş.
Jane Monheit'in oldukça güzel bir "Never Let Me Go" su var ama bunun filmle alakası yok.
Filmle aynı adı taşıyan soundtrack albümünde tüm şarkıları Rachel Portman yapmış.
Cokta guzel bir film degildi.
misyon tamamlamanın resmen insanın içini kıyım kıyım kıyıp ele verdiği film. bağış için yaşayan insanların kendi hayatlarından ödün vermeleri ve şu dünyadaki en kendi halinde duygu olan ''sevgi''yi bile yaşayamamaları. öleceği günü bekleyen gençlerin hatta öleceği bağışları bilen gençlerin yaşamla olan münasebetinin misyon bazındaki acısı ete kemiğe bürünüyor.

beğenilmesi gereken salt olarak, acının sade haletlerde verilme şekli olabilir.
fotoğraf derslerinde gösterilmesi gereken karelerle dolu bir film. soluk renkler, sağlam senaryo, iyi oyunculuk ve kuzey ingiltere daha ne beklenebilirki.
araştırmalarım sonucu aşırı merak ettiğim bir filmdi. beklentim çok büyük oldu. ama abartılacak bir film değil. güzeldi, sevmedim demiyorum. kısaca ben ettim siz etmeyin beklentileriniz normal seviyede olsun.
uzun süredir beklettiğim,ve az evvel izlediğim ağır dram film.etkileyici ve tüm durağanlığına rağmen sıkmayan çünkü; aralarda bol bol düşünmenize sebebiyet veren,empati kurmaya çalışsanızda başaramadığınız izlenmesi gereken filmdir.
(bkz: never let go)
arkadaşım hüngür hüngür ağlatıyo kesin izle demişti.Beğendim duyguluydu ama ağlamadım donuk bi suratla neden böylesin hayat diyip durdum.
çok büyük beklentilerle gidip hayal kırıklığına uğradığım film. evet konu orjinal işleyiş güzel. ama hep eksik kalan bir şey vardı. hııı neydi o eksik şey derseniz cevap veremem orası ayrı. hayatın ne kadar acımasız olduğunu bi kere daha gözümüze soktuğu için minnettar olmalıyım sanırım. yine de güzeldi diyebilir miyim ? sanırım evet.
sözlükteki yazılanlara kanıp izleyeyim dediğim fakat ağlamayı geçin duygu cümbüşü bile yaşayamadığım film hayır hiçbir filmde duygulanmasam odunum derim ama filmde bir donukluk vardı.

söylemeden geçemeyeceğim filmi değilde carey mulligan'ı izledim etkisi olabilir.

carey mulligan'ın yardırdığı ortalama üstü film.
çok fazla güzel bir florence and the machine şarkısı. insanın ruhunu ele geçiriyor adeta.

http://www.youtube.com/wa...v=zMBTvuUlm98&ob=av2n

sözleri ;

looking up from underneath,
fractured moonlight on the sea.
reflections still look the same to me,
as before i went under.

and it's peaceful in the deep,
cathedral where you can not breathe,
no need to pray, no need to speak
now i am under.

oh, and it's breaking over me,
a thousand miles down to the sea bed,
i found the place to rest my head.

never let me go, never let me go.
never let me go, never let me go.

and the arms of the ocean are carrying me,
and all this devotion was rushing out of me,
and the crashes are heaven for a sinner like me,
but the arms of the ocean delivered me.

though the pressure's hard to take,
it's the only way i can escape,
it seems a heavy choice to make,
now i am under.

and it's breaking over me,
a thousand miles down to the sea bed,
i found the place to rest my head.

never let me go, never let me go.
never let me go, never let me go.

and the arms of the ocean are carrying me,
and all this devotion was rushing out of me,
and the crushes are heaven for a sinner like me,
but the arms of the ocean delivered me.

and it's over,
and i'm goin' under,
but i'm not givin' up!
i'm just givin' in.

woooah!
slipping underneath.
woooah!
so cold, but so sweet.

in the arms of the ocean, so sweet and so cold,
and all this devotion i never knew went on,
and the crashes are heaven for a sinner released,
but the arms of the ocean delivered me.

never let me go, never let me go.
never let me go, never let me go.

delivered me.

never let me go, never let me go.
never let me go, never let me go.

delivered me.

never let me go, never let me go.
never let me go, never let me go.

never let me go, never let me go.
never let me go, never let me go.

and it's over,
and i'm goin' under,
but i'm not givin' up!
i'm just givin' in.

woooah,
slipping underneath.
woooah,
so cold, but so sweet
beni üzen filmleri diğerlerinden ayrı seviyorum. ben bu filmi çok sevdim, ama sadece konusu için değil. film, ölmek üzere olan bir sonbaharın bu dramatik atmosferini insanın yüreğini yıpratarak yansıtıyor ekrana. ben daha önce böyle bir atmosferi hiçbir filmde görmemiştim. filmin her yerinden melankoli akıyor. olağandışı bir solgunluk var bu filmde. bu ve buna benzer filmler benim için bulunmaz bir nimettir. bunu izledikten sonra buna benzer başka filmler aradım ama hiç bulamadım.

bu filmi izleyeli aylar oldu, ama hala 2-3 günde bir filmin son sahnesini açıp izliyorum ve her izlediğimde aynı şeyleri hissediyorum.

bunun gibi filmler tavsiye edebilecek arkadaşlar mutlaka mesaj atsın bana.
florence and the machine'in çok güzel şarkısıdır. arms of the ocean are carrying me kısmı can alıcıdır.
imdb'de şu an için 7.2 puanı bulunan harika dram filmi.

--spoiler--

film konusu itibariyle the island filmiyle çok büyük benzerlikler gösteriyor. klonlanmış insanlardan edinilen organ bağışları olsun; klon insanların normal insanlardan tecrit edilmiş ve kendileri için sınırlandırılmış bölgelerden çıkamıyor oluşları olsun, akıllara hep the island filmini getirdi. ama never let me go'nun hem kurgu, hem dram, hem de oyunculuklar bakımınından fersah fersah ilerde olduğunu söyleyebiliriz. carey mulligan'ın sade ama akıcı oyunculuğu; andrew garfield'ın titrek tommy karakterine resmen hayat vermesi; normalde güzel olduğunu düşünüdüğüm keira knightley'nin, resmen çirkin olduğunu düşünüdürecek kadar kötü karakterine bürünmesi; aynı zamanda küçük oyuncuların da başarıları filmi alıp götürmeye yetiyor zaten.

son sahnesinde de, böyle filmlerde mutlu sonlara alışmış olan bizleri hüngür hüngür ağlatmıştır. ağlamadım diyen ya yalan söylüyordur ya da resmen duygusuzun tekidir. net.

--spoiler--

neyse efenim uzun lafın kısası, 2 saatinizi ayırıp izleyin bu filmi. hele de dram filmlerinden hoşlanıyorsanız; ya da ne bileyim ağlamaya falan ihtiyacınız varsa, bayılacaksınız.

not: bu arada dikkat çekmek isteğim ufak bir oyuncu var bu filmde. tommy karakterinin küçüklüğünü canlandıran, 1996 doğumlu ingiliz charlie rowe. bu çocuk ileride yeteri kadar yapımda rol alırsa, genç kızların yeni sevgilisi olmaya aday kesinlikle.*

görsel
başlarda gayet renkli olan film, lucy'nin itirafından sonra birden kararıyor ve izleyiciyi de etkiliyor elbette bu her yönüyle. karakterlerin dış dünyadan soyutlandıkları için aşırı saf olması sık sık vurgulanıyor ve belki de bu yüzden çitin ardındaki top gibi hep uzak kalıyor bazı ihtimaller.

--spoiler--
en çok etkilendiğim sahnelerden biri ruth'un son naklinde bir çöp poşeti kadar değersiz bir şekilde ondan istenilen alındıktan sonra öylece ortada bırakılmasıydı.

bir diğeri ise madam dedikleri ruhsuz kadının kapı eşiğinde kathy'nin yüzüne dokunarak "you poor creatures(zavallı yaratıklar)" demesiydi.
--spoiler--

film esnasında çokça içlensem de ağlatmayı başaramadı beni ayrıca.

son olarak filmde sık sık duyduğumuz hoş şarkı filmle aynı adı ve rachel portman imzasını taşıyor:
http://www.youtube.com/watch?v=gwtdHsly3VE
yürek yakan distopya.
hakikaten canımı acıttı, daha ilk sahnelerden ağlamaya başladım ve filmin sonuna kadar sakinleşemedim. üzerinden 24 saat geçmek üzere, hâlâ etkisinden kurtulabilmiş de değilim.

keşke'ler faydasız. hayatınıza, hayallerinize sahip çıkın.
yapı kredi yayınlarından ilk 1001 de olduğu için almıştım yarısından fazlasını okudum ama hep aynı şey etrafında dönüyormuş gibi bir daha okumalıyım sanırım ayrıca ölmeden önce okunması gereken kitaplarda 1. sırada.
Beni derinden etkileyen nadir ingiliz yapımı filmlerden. Başrolde (bkz: keira knightley) var.
Hiçbir araştırma yapmadan sadece adını beğenerek rastgele açtığım bir filmin beni bu kadar etkilemesini açıkçası beklemiyordum. film genel olarak durağan gitse de konunun işleniş biçimi mükemmele yakındır.
--spoiler--
özellikle tommy'nin arabadan inerek kendini kaybettiği ve lucy'nin onu sakinleştirmeye çalıştığı sahne filme gerçekten damgasını vuruyor.
--spoiler--
kışın izlenmesi gereken bir film.
bana neden neden neden diye sordurtan, hüngür hüngür ağlatmasa da gözleri dolduran güzel film.
Cümlesi dedikten sonra , "can't let go " dense pekâlâ yerinde olacaktır .

Edit : bu ne böyle lostlands ben bu yazıyı sana yazdım misali.
The ısland ıle aynı cıkıs noktalı fılm. The ısland daha guzeldır.