bugün

yusuf ile züleyha'da bizi eski mısır'a olayın tam göbeğine çeken ve yusuf ile züleyha'yı film gibi seyrettiren yazar.
tam adı nazmiye nazan bekiroğlu'dur. kendileri boş zamanlarında fatih eğitim'deki başıboş köpeklerle ilgilenmektedir. ama dersine girilmesini isteyen öğrencilerin dersine girmeye gelince vakti olmaz asla. ikinci öğretim öğrencileri onun için ideal öğrenci modelidir.
edit: nesini eksiledin dostum. burada yazdıklarım tamamen gerçektir. edebi yönünden bahsetmedin boş şeyler söyledin diyorsan bu başlığa ilk entry değilbu...
insan kitap okurken ağlar mı. evet ağladım hemde devamlı. bir insan aşkı bu kadarmı güzel anlatabilir. yusuf ile züleyha mutlaka okuyun derim.
Tırnağım camı kesiyor da kalbimi kesmiyor artık benim.
Sırtımda yolun bütün yükü, bütün ağrısı.
Saçlarım kum karası.
Artık hiçbir şeye hayret etmiyorum.
Çok derine inmek vurgun getirdi, iyilikten de güzellikten de yoruldum.
Hiçbir şeye eyvallahım kalmadı.
Uçak ve müze biletlerimi saklamıyorum.
arkasına tarih atmıyorum hiçbirinin, bir cümle yazmıyorum.
Kuru bir yaprak iliştirmiyorum takvimlere.
Nerde kaç gün, kaç gece kalmışım?
Sağa sola bıraktığım harfleri sökemiyorum.
Birleştirip heceye geçemiyorum. Çok sıkıldım artık ben.
Kalem değiştiriyorum.
Saltanat arzusuyla yanıp tutuşuyor, babası âb-ı hayat içmiş şehzade.
Üstelik kan bedava bu kanunnamede.
Oysa kocaman bir bulut geldi, üstümde durdu.
Sesim geliyor, kendim görünmüyorum.
Emniyet kemerim takılı değil.
Karşıdan karşıya da dikkatli geçmiyorum.
Kısa sürmeyecek bilirim, anlık değil bu.
Yol hali bu, gidip de dönmüyorum.
Ben çok mutsuzum da farkında değilim galiba.
Siz kalın, ben gidiyorum.

Nazan Bekiroğlu
ateist olmama rağmen La Sonsuzluk Hecesi kitabıyla beni büyülemiş olan yazardır.
heleki ademin bir sabah kalkıp ilk defa havvayı gördüğü an vardır.

sen kimsin? bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi.
ben kadınım, dedi havva, ama bu benim sıfatım. adımı henüz bilmiyorum.
bana, dedi, bir isim ver, varlığım senin olsun,
durdu. aklından yeni bir şey geçti.
bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
bana öyle bi isim ver ki senin adının yanında dursun.
seni anan benide ansın. seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın. bir "ile" koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.
--spoiler--

beyaz ve yağmur yemiş çiçeğin kokusu beni ezel kadar eskiye götürünce anladım hatırlayıp da tanıyamadığım şeyin ne büyük olduğunu. ateşin bu dünyaya düşerken hükmünden derece kaybetmesi ve cehennem ateşine ancak bir nişane olması gibi, her güzelle birlikte kokunun da aslının cennette durduğunu ve şimdi bu kadar güzelse aslının kim bilir ne kadar güzel olduğunu. bir zamanlar çok uzak bir bahçede yaşanmış ve unutulmuş olan kısacık hikâyenin kahramanı: sühreverdi'nin tavusu. bir zamanlar çok güzel bir bahçede ezgiler ve güzel kokular eşliğinde arkadaşlarımla birlikte yaşarmışım. almışlar beni. vatanımdan ayrı koymuşlar. dar ve karanlık bir yere bırakmışlar. sıkıntı içreymişim. ilk zamanlar çok acı çekmişim. ama bazen. o bahçeden gelen. hatırlatıcı bir rüzgâr geçtikçe üzerimden. bana bir zamanlar yaşadığım bahçenin kokusunu getirdikçe. bir an. göz kırpımı kadar kısa bir an. hatırlarmışım. unuturmuşum tekrar. o kadarcıkmışım.

--spoiler--
kalemi kağıda kavusturunca mecnunu kıskandıran bir yazardır o.
yazmaya başlayınca dünyayı sallayan, okuyunca da dalından koparandır o.
aynı denize bakmaktan bile keyif aldığım naif kalem...
iyi ki var ve iyi ki yaz(d)ı(rılı)yor* da ilaç gibi geliyor ruhumuza... kalemine sağlık.
"Neden bu kadar çok ve çabuk gidiyorlar? Sahi bu kadar çok ve çabuk mu gidiyorlar, yoksa biz mi terk ediyoruz bunca gönüllü kendimizi dalgaların hüznüne?

Deniz büyüdükçe gemiler ne denli küçülüyor, limanlar ne denli anlamsızlaşıyor.

Neden yokluklarında bıraktıkları boşluk, varlıklarıyla doldurdukları yerden bunca geniş? Her defasında kendimizi de çoğaltarak ilave ettiğimizden mi?"
"insan, içindeyken yangının hacmini bilmiyor.
Bilmek için geride kalan küllere bakmak gerek."
*
''sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim.''
yeni çıkan nar ağacı kitabını okumak istediğim biricik yazarım.
biri adam seveyim, yüreğine biraz nazan bekiroğlu dokunmuş olsun.

aşk yazarı.
yusuf ile züleyha ile romanını hıçkırıklarla ağlayarak okuduğumu hatırlıyorum. kalbine kalemine sağlık. rabbim seni sorgusuz sualsize cennetine koysun dediğim büyük yazar.
yusuf ile züleyha'sı bambaşkadır edebiyatçıdır, zaman gazetesinde yazmaktadır ,ktü öğretim üyesidir.
hiç düşünemeyeceğim yerden kazandığım kadim dostumun, onun dostluğunun bana kazandırdığı en önemli şey. ben onu bilmezken, o beni bilmezken; ben bekiroğlu'nu bilmezdim. ama onunla tanıştığımdan beri, ben onu biliyorum, o beni, ben bekiroğlu'nu. nar ağacında dediği gibi, "biliyorsak her şey var." ve ben biliyorum ve artık hayatımda nun masalları, cümle kapısı, yusuf ile züleyha ve son olarak nar ağacı var. biliyorum, yaradılış gayemi, hikayemi, hatalarımı ve atalarımı; nun masalları'yla. gerekçesiz aşk'ını piraye'nin, zindanları biliyorum cümle kapısı'yla. ve en önemlisi artık içimdeki trabzon aşkını, orada yaşama ve orada yaşlanma isteğini ve "kalbiyle yaşayanlar zümresi"nden olduğumu biliyorum nar ağacı'yla. ve bana böylesi şeyler katan yazarın asla elif şafak ya da iclal aydın gibileri gibi olmadığını biliyorum.
aşırı derecede burjuvazik bi dili var. halka tepeden bakmayı bırakmalı. evet.
aşk nedir sorusuna aşağıdaki cevabı veren yazar;

"aşkın ezelden bir hatırlama, ezel tanışıyla bu dünyada karşılaşma olduğuna iman edeli ben, çok oluyor. ama aradan geçen süre içinde hatırlamaların da yanıltıcı olabileceğini öğrendim. çünkü buldum zannedip yanılmak var. bulup da tanımamak var. bulup da hatırlanmamak var. en acısı da ezel tanışıyla karşılaşıp onun tarafından hatırlanıp ama onu hatırlayamamak olmalı. ve evet, aşkın rengi karanlığa benziyor. en azından bu dünya yüzünde böyle. bir bedene ve birçok hayata hapsedilmiş aşk, özünden uzaklaşmak mecburiyetinde. o yüzden biraz evvel bahsettiğim savaş hali doğuyor. arazların bulanıklığı. neticede ortaya kusurlu bir aşk çıkıyor, elde kalan bu. cam ırmakta taş gemi ancak kusursuz bir aşkın zuhuru anında kazasız belasız yüzebilir ki o da bu dünyada imkansız. söylemiştim yontucunun taş gemisi de ancak kusursuz aşkı, yani tek tanrı aşkını bulduğu anda usul usul cam ırmağın üzerinde yüzmeye başladı. ne ırmak ne taş incinir böyle bir seyirde artık.
isimle ateş arasında'nın yazarı,
--spoiler--
Seni Seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele,söylemezsem ölmemdi.

Biri,birisine seni seviyorum dediğinde fikrimce yer ile gök titrerdi...
--spoiler--
"Suyu böylesine tanımak için demek böyle yanmak lâzımdı." *
"Aşktan bahsettik, aşkı tanımıyorduk.Öldük, ölmüyorduk.Sadakatten söz ettik, sadakati bilmiyorduk.Sevdik, aslında sevmiyorduk. Aldık, veriyorduk; verdik, alıyorduk.Söz yerini buluyordu sadece, iyi düşüyordu, uygun.içimiz bir hoş, ha bire büyüyorduk...

Söylemesek ölürdük.
inanmadan söyledik, yine öldük." *
Kelimelerin, cümlelerin sultanıdır.

Yanarak var olmayı kabullenmekle sönerek yok olmak arasında yapılacak seçimden ibaretti bütün hikâye."
"gecenin sırrına vâkıf olanlar mutlu uyuyanlar değil, mutsuz uyanıklardır." demiştir.
Kelimelerin Tanrıçası, edebiyat alimi Trabzonlu akademisyen.
kudüs'ü yazmış.

http://www.zaman.com.tr/n...iroglu/olsun_2066122.html
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar