bugün

iki tekerlekli taşıt.
şeytan arabası.
iki tekerlek üzerinde,nasıl durabildiği anlaşılmaz şeytan icadı, binek.
(bkz: peugeot 106 motor ceteleri)
bisikletin motor takılmış hali, iki tekerlekli ulaşım aracı.
eğer bu ülkede yaşıyorsak ve türkçe konuşuyorsak, dili en iyi tdk'den öğrenebiliriz ve tdk bu kelimenin doğru yazılışının "motosiklet" olduğunu söyler bize.
motorsiklet başlığını ben açmama rağmen
tdkya göre;
motosiklet: Motor silindirinin hacmi 125 cm³ den büyük olan, iki tekerlekli motorlu taşıt, motor.
karayolları trafik kanuna göre;
Motosiklet : iki veya üç tekerlekli sepetli veya sepetsiz motorlu araçlardır. Bunlardan karoserisi yük taşıyabilecek şekilde sandıklı veya özel biçimde yapılmış olan ve yolcu taşımalarında kullanılmayan üç tekerlekli motosilkletlere
yük motosikleti (triportör) denir.

benim açtığım motorsiklet başlığı da yanlış olup modlardan düzeltmelerini arz ve talep ederim. *
üzerinde olması dünyanın en güzel şeylerinden biridir kanımca. (bkz: abartmak) *
tehlikeyi göze alacak kadar seviyorsan artık tehlikedesin demektir. her ne kadar kask, mont, eldiven, dizlik gibi önemli aparatlar takılsa bile, motor kazalarının çoğunda karşı tarafın suçlu olduğunu ve iki teker üstünde tek başına açıkta olduğunu unutmamak gerekir.
çok yaşanılası bir duygudur. rüzgarını bir yiyen artık tiryakisi olabilir.

Gereken önemin kesinlikle verilmesi gerekir, hele hele kasksız yola çıkmak yuhalanacak şeydir.

motorsiklet, efil efil gidip hava yapmak değil, emniyetli şekilde gerçek zevki tatmaktır derim.
motosiklet kimilerine göre heyecan ve macera arayan kızları tavlamak için kullanılan bir araçtır. Kimilerine göreyse "hızlı yaşa - genç öl - efsane ol" felsefesinin sembolüdür.
ebat ve motor hacmi küçük olanlarına da scooter denir. yazlık yerlerde büyük ilgi toplamıştır.
bunların sepetli olanları da mevcuttur.
(bkz: sepetli motosiklet)
özgürlüğün ta kendisi.

bir tutkudur motosiklet. kendini özgürce yollara vurmaktır. otomobilin penceresinden görünen dünyanın bir parçası olmaktır. rüzgarı hissetmektir.

riske girmektir motosiklet; brokoli yiyip, lahana suyu içerek yüz yıl yaşamaktansa bol yağlı cızbız köfte ve patates kızartması üzerine bir sigara yakmaktır.

yeryüzünde uçmaktır motosiklet, zincirler arasında yüzlerce yıl yaşamaktansa minicik özgür bir kuş gibi uçarak veda etmektir hayata.

kafa tutmaktır tüm dünyaya, size "serseri" diyenlere gülebilmektir.

binlerce kardeşe sahip bir aileye girmektir motosiklet. yol kenarına çektiğinizde yardıma gelen, hiç tanımadığınız motorcu kardeşlerinizle saatlerce muhabbet edebilmektir.

tuzla'dan yeşilköy'e iş çıkışı saatinde 45 dakikada gidebilmektir motosiklet. trafikte sinirlenmemektir, hayatın kötü pençesine yakalanmadan aradan kayıvermektir.

diğer motor aşıklarıyla her hafta buluşmaktır motosiklet, motosiklet sevginizi paylaşmaktır. sevgiyi paylaştıkça arttırmaktır.

aidiyettir motosiklet. yüz motorcuyla beraber şile'ye grup sürüşü yapmaktır. altınızdaki motosiklet 300 km'ye çıkabilmesine rağmen gruba uymak, 80km'yle gitmektir.

güveni görmektir motosiklet. arkanızdaki sevgilinizin bütün kontrolü size bıraktıp başını sırtına rastladığını hissetmektir.

bağlanmaktır motosiklet, her akşam yargun argın eve gelip saatlerce kromaj parlatmaktır. sevgiyle kaplamaktır motoru, cilayla değil.

bir aşktır motosiklet. tatmayan bilemez.
akıl almaz bir güzellik, akıl almaz bir keyif.

şu dünyada yaşayan her faninin mutlaka bir kez üstüne binip o tadı almasını isterim açıkçası. tabi bu malak gibi kask falan giymeden binmek anlamına gelmiyor.

takacaksın kaskını, giyeceksin montunu. sonra iki teker üzerinde efil efil esen bir istanbul akşamüstünde sahilde gezeceksin motorunla.

işte olay budur.
che ' nin arkadaşı Alberto Granadas ile bütün Latin Amerika' yı içine alan bir tura çıktığı taşıt.
yolculuk sırasında tuttukları günlüklerden uyarlanan "Motosiklet Günlüğü" adlı film 2004' te walter salles tarafından çekildi.
Yer Taksim den aşağı, köprüye iniş istikameti, tarlabaşı tarafı...
Yanımda motorcu üç arkadaşım var, iki erkek bir bayan, Yunanistandan misafirler... istanbulu gezdiriyorum, tatilleri bitmiş , ertesi gün işbaşı yapacaklar... Ben önde, onlar arkamda gidiyoruz ve istanbul trafiğinden öyle korktular ki , sağdan sağdan gitmem için neredeyse yalvaracaklar bana... Öyle de yapıyoruz, sağdan aşağı inerken aynadan sürekli onları kolaçan ediyorum, bir araba yanaşıyor, sıkıştırmak için yavaşlıyor, önce en arkadaki delikanlıyı, sonra ortadaki karı-kocayı sıkıştırıyor..

Delikanlı oldukça usta ,tek manevrada sıyrılıyor ancak Kostas bize göre yeni sayılır, önce korkup iyice sağa kaçıyor, sonra kaldırıma çok yanaştığını farkedip asılıyor frene ve durduğu anda paldır küldür kaldırıma yan yatırıyorlar motoru...

iki serseri beni es geçiyor, çünkü çantalarımda Yunan bayrağı yok ve Türk plakalıyım...

Sağa çekiyorum, bu arada az ileride ışıklar yanıyor , gecenin geç saati ve trafik boş olmasına rağmen iki hayvan ışıklarda geçmiyor ve duruyorlar..

Kafayı uzatıp arkaya bakıyorlar...

Yere düşen Kostas ve eşi kalkmışlar, üstlerine başlarına bakıyorlar...
iyiler bişeyleri yok.. Ben öfkeyle motora doğru yönelirken arkamdan bağırıyorlar "no problem, dont go" diye...

Işıklar yeşile dönerken yanlarına gidiyorum iki hayvanın, önlerine bakıyorlar, teybi kurcalıyorlar, apış aralarında bira kutuları var...

Camı tıklatıyorum, ve "hiç utanmanız yok mu lan ?" diyorum...

"Sana ne lan, sen onların avukatı mısın ?" diyorlar...

"Avukatıyım lan , arkadaşım onlar benim" diyorum...

Sağdaki ayı elinde , tornada bu iş için yapıldığı belli olan , verniği bile atılmış bi beyzbol sopasıyla aşağı iniyor...

Gazlıyorum, yol açık, tüm ışıkları pas geçip ilerliyorum ama arkamdalar ve gitgide yaklaşıyorlar...

Bindikleri araba şu küçük , seri binek otomobillerden, Pakistan minibüsleri gibi bi sürü ıvır zıvır ilavesi ve boyası, yazısı ve bol modifiye edilmiş, yaylar kısalmış, araba alçalmış, kalın lastikler var, sahiden çok seri , her zamanki kabak lastiklerimle ne yapsam kaç**ıyorum...

Bazen o kadar çok yanaşıyorlarki, kesinlikle abartmıyorum, virajlara doğru 140 ile giderken tamponuyla aramda otuz, kırk santim var...

Tam arkamdalar ve korkudan fren yapamıyorum, bir an geç farkedebilirler, yada kasten çarpabilir ve çekip gidebilirler...

Virajlarda birkaç arabayı aradan geçerek biraz arayı açtım diye sevinirken , onların da aynısını yaptığını görüyorum her aynaya bakışımda.

Son viraja öyle hızlı girdim ki, hani şu köprüden hemen önce , sağ tarafta tarihi tersanenin eski , kullanılmayan kapısının ve vinçlerinin olduğu, virajı alamayıp yoldan çıkanların tersanenin yüksek taş duvarlarıyla tanıştığı viraj...

Çok hızlı girdim, girmiş bulundum, asfalt kaymak gibi parlak ve kaygandır o yolun tüm virajlarında , lastiklerim zaten kötü...

Frene dokunamadım bile korkudan , hiç yavaşlatamadım motoru..

Sola dönüyorum ve ben önce orta , sonra sağ şeride geçmek zorunda kaldım yüksek hızım yüzünden...

Ve en sağda aşağı inmekte olan beyaz bir panelvana yandan çarptım..

Omzum , kaskım, koruma demirleri ve gidon adamın arabasına güüümm diye çarptı...

O an adamın yüzünü gördüm gözucuyla, dehşetle bakıyordu önüne , en küçük bir hata yapmadı, ne korkup fren yaptı, ne de istikamet değiştirdi.
Aynı şekilde virajı dönmeye devam etti ...

Ve ben o virajın , o adam o an orada olmasa , yada bu kadar doğru davranmasa, beton duvarlarda parçalanacağım , ölüp gideceğim o virajın on, onbeş metresini adamın arabasına yaslı vaziyette döndüm...

Şimdi öyle bişey söyleyeceğim ki, şu ana kadar olan herşey sıradan kalacak ;

-->devam edior..
Bu iki hayvan hemen arkamdaydı , olup biteni olduğu gibi gördüler ve tüm bunlardan sonra bile , virajda ölmeyip transporter minibüsten ayrılıp düzlükte giderken bile , ARKAMDAN SIKIŞTIRMAYA DEVAM ETTiLER... !

Köprünün ortalarında bi anda cinnet noktasına geldim ...
Sağa yanaştım ve durup indim , hemen arkamda durdular , biri elinde sopasıyla , her ikisi de aşağı indiler...

Kaskımı, eldivenlerimi çıkarmadım, önce ben vurdum, bir iki yumruklaşmadan sonra iri yarı olan arkama geçip kollarıma sarılmış ve sopalı olanı kafama sopayla vururken buldum...

iç cebimde biber gazı var, Nato askerlerinin kullandığı en etkili tip...
Ama salak gibi iç cebimde, elimde değil...
Elimi kolumu zaten kımıldatamıyorum , iri kıyım olan ellerini benim önümde kenetlemiş...

Sürekli tekme atıyorum, kısmen işe yarıyor ; hem arkamdakinin dengesi bozuluyor, istediği kadar sabit tutamıyor beni , hem de arada denk getiriyorum..

Öteki de sürekli kaska vuruyor... Her saniye , tek elle olmadığını farkedip, iki eliyle kavrıyor sopayı ve tüm gücüyle , tekrar tekrar vuruyor...

Her darbede , efor sarfetmeme rağmen kafam on santim aşağı iniyor ve kaskın içinde inanılmaz bir gürültü var , kulaklarım çınlıyor..

O an "acaba bu kask kaç darbeye daha dayanır?" diye ve

Vucuduma, dizlerime , kollarıma vurmayı akıl edemediğine göre...

"galiba bunlar hap ta içmişler" diye düşündüğümü hatırlıyorum...

Kask sonuna kadar dayandı, kimsenin beğenmediği Caberg in just-one modeli ... Hertarafı çatladı kırıldı ama parçalanıp başımı açıkta bırakmadı...

Ve başka yerlere vurmayı da akıl etti sonunda...

Önce kaskın içine, yüzüme yumruk atmayı denedi, eli parçalandı...

Sonra omuzlarıma ve kollarıma vurdu bir iki kez sopayla..

Can havliyle çok sert bi tekme attım... Beni tutan dengesini yitirdi ama beni bırakmadı , beraber yere düştük, diğeri de iki saniyeliğine geri çekildi. Beni tutana yumruklar atmaya başladım sert korumalı eldivenle ve tüm gücümle... O da bir an geri çekildi, kaçmaya çalıştı...

Kurtuldum, ayağa kalktım , ve iç cebimden spreyi çıkardım , boşattım bütün tüpü bana sopayla vuranın gözüne... Önce aptal aptal baktı bir an için, sonra elleriyle gözlerini ovuşturmaya başladı , sonra beni göremediği halde küfür etmeye başladı...

Arkamda bir başkasının bağırdığını duydum, bi baktım ki virajda minibüsüne çarptığım , kaportasını boydan boya on santim içeri ğöçerttiğim ve onun tarafından "kaçmak" gibi algılanabilecek şekilde gazlayıp uzaklaştığım adam elinde bi demir boru ile naralar atarak bana doğru koşuyor...

"işte şimdi tam zıçtık" ... derken adam benim yanımdan geçip gitti ve önce eli sopalı hayvana sonra ötekine patada kütede vurmaya başladı...

Sopayı falan düşürdüler , kafası gözü kanlar içinde kaçtı ikisi de...

Kaçtılar ama , arabaları bizim yanımızda , köprünün ortasında , otuz metre ileride öyle kalakaldılar...

Bu olaylar sırasında belki elli tane araba geçti yanımızdan, hepsi yavaşlayıp seyretti, bir allahın kulu herhangi bir müdahalede bulunmadığı gibi, sonradan emniyetten öğrendiğim kadarıyla yine bir allahın kulu, yurdum öküzü telefonla yada herhangi bir şekilde bir ihbarda da bulunmamış...

Kostas hariç , birtek onlar aramış , onlar denemişler, ama dertlerini anlatacak biraz ingilizceden anlayan yada Yunanca bilen birilerine rastlamamışlar

Adam iyimisin diye sordu bana... Öfkeden hiç bişey duymuyor kulaklarım.
Yerde bıraktıkları sopayı aldım , onlara doğru yöneldim.. Şaşkın vaziyette ayakta duruyorlar ve ikimize küfürler yağdırıyorlar, ama artık yanımıza da yaklaş**ıyorlar.. Spreyi sıktığım, zaten hiç bişey görmüyor, sadece bağırıyor...

Adam tuttu kolumdan , "hadi gidelim gel ben bırakayım seni istediğin yere"
dedi... "Motoru bırakamam burada ben kendim giderim, sizin hasarınızı da tazmin edeceğim ben" derken... Aklıma gelen arabayı parçalamak oldu.

Kendi sopalarıyla,

Tüm camlarını, kaportanın tamamını, far, sinyal ve stoplarını, maşpiyerinden , bagaj rüzgarlığına kadar tüm aksesuarlarını
elden geçirdim...

Hala hırsımı alamayıp, çantadan çakıyı çıkarıp dört lastiğini de yanaktan yardım...

Öylece seyrettiler, az önceki kabadayılar...

Plakalarını aldım, adamla beraber gidip Yunan arkadaşları bulduk düştükleri yerde...

Adam herşeyi görmüş aynadan, benim onlardan kaçarken virajı alamayabileceğimi de önceden tahmin etmiş.. Şahitlik yapmaya da hazır..

Hep beraber karakola gittik, önce "orası onların bölgesi mi , değil mi ?"
ona kararverdi polisler...

Sonra şikayetleri almaya tamam dediler...

Karakol komiseri ifadeden önce olayları benden bi dinledi...

Tamam, şikayetinde haklısın, ceza alırlar , ama arabayı parçalamakla çok büyük hata yamışsın , ikisi ayrı suçlar, onlar kendi cezalarını çekerler, sen de seninkini ... Dedi..

Benimkinin büyük olasılıkla arabaya verdiğim tüm hasarı tazmin etmek olacağını, eğer adamlar arabasız kaldıkları dönemde taksi tutup yada bir araç kiralayıp gezmek isterlerse bu masafların ve tüm bunlara ilaveten hatırı sayılır bir para cezasının da beni beklediğini , bunları ödemek isteyip istemeyeceğimi sordu...

Ben de bu adamların arabalarını zaten kullanamayacaklarını , o sırada hapiste olacaklarını düşündüm ve bunu sordum komisere...

Alacağım rapora bağlıymış, ve bende pek bişey olmadığına göre gereken raporu alamazmışım ve onlar da gözaltı süresinden sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırlarmış...

Ama onların bu raporu alması halinde, kimin kime saldırdığına bakılsa bile,
kimin "adam yaraladığına" da bakılırmış ve cidden yaralanmışlarsa tutuklu yargılanan ben bile olabilirmişim... (yada transporter minibüsün şöförü)

Kostas olanları kavrayamıyor... Defalarca izah ediyoruz,
anlamıyorlar, anlayamıyorlar..

Sürekli aynı soruyu soruyorlar; "Tamam , öyle oldu, ama niçin yaptılar?"

izah edemedim...

Hala edemedim, edemiyorsunuz... Utanıyorsunuz...

Dışarı çıkıp avukatımı aradım...

Ve ardından sinirden ağlayarak, emekli bir dostu, eski avukatı...

ikisi de komiserin söylediklerini onayladılar...

Şahitlerin adları ve adreslerini almamı, ve onlar beni şikayet etmezse , hukuki yola girmemenin daha akılcı olacağını söylediler...

Komiser amacına ulaştı, ben vazgetim, ona da iş çıkmadı...
iki yıldır da herhangi bir celp gelmedi..

Ama bu olay hala içime derttir.. Hala hırsımı alabilmiş değilim ve hiç bir zaman da alamayacağım...

Açıkçası, tüm bunlara sebep olan tek suçumuz ; ikisi , "komşu-düşman" ülke plakalı , üç motorla trafiğe çıkmamız ve bu ülke insanının hiç te azımsanamayacak bir kısmının sahiden , kelimenin gerçek manasıyla hayvan oluşu, belki de yıllar süren bir süreç içerisinde bir şekilde, ya beyinleri yıkanarak, yada boş beyinlerine hiç bir şey verilmeyerek hayvanlaştırılmasıdır.

Kimseye tavsiye verecek durumda sayılmam , ama bu olaydan sonra aldığım dersleri ve yaptıklarımı sıralayabilirim...

Asla yanımda silah taşımayı falan düşünmedim ama bahsettiğim , av malzemesi satan dükkanlarda satılan o spreylerden birini istisnasız her zaman cebimde, bir diğerini motorun şasi aralığında her zaman en kolay ulaşabileceğim yerde bulunduruyorum...

Sahiden işe yarıyor, durupdururken kullanmadıktan sonra hiç bir cezası yok, aramalarda polisler de birşey demiyor zaten...

Lütfen bu sprey işini düşünün.

Yalnız isem geç saatlerde çok daha dikkatli oluyorum, şehirler arası yollarda ıssız yerlerde, yada gece seyahatlerinde kolay kolay , hiç kimse için durmuyorum.. Birkez Uçmakdere yolunda ellerinde bira şişeleri olan üç kişi tarafından durdurulmak istendim, gazı sonuna kadar açıp , çekilmezlerse sahiden çarpmak niyetiyle üzerlerine sürdüm ve geçip gittim
, durmadım, hatta yavaşlamadım bile...

Biliyorsunuz, hepsi yaşandı daha önce birçok kez... Bu ülkede cüzdan ve cep telefonu için gece , sabaha karşı otobanda yüksek süratle giden otomobillerin önüne kamyon lastikleri yuvarlanıyor yüksek eğimli yol kenarlarından... Ve 160 ile giden otomobiller paramparça oluyor, ve bir el uzanıp camdan içeri, kanlı telefonları ve cüzdanları topluyor !

Ve birisi sataştığında yapılması gerekenleri cocacola hiç eksiksiz , çok güzel bir şekilde anlatmış...

Benim yapığım gibi, önce arabanın önüne geçip, sonra kaçmaya çalışmayın... Bazı arabalar sandığınızdan daha yetenekli, kaç**ıyorsunuz
zaten sizi kovalayan da ölmenizi umursamıyor... Biliyor ki, çok yüksek olasılıkla "bir trafik kazası" diye geçecek raporlara ve manşetlere...

Yine yapamadığım birşey ; hukuki mücadele... Sistem ne kadar kötü olursa olsun , asla vazgeçmemek gerek...

Ve yol ortasında birini bu derece zor durumda görünce, bişeyler yapmak... Hiç birşey yapamıyorsak bir telefon edip, bir ihbarda bulunmak... Nerede çalışıyor olursak olalım, şahitlik için gelen bir celp kağıdı için her müessese makul bir izin vermek zorunda...

Ve herşeye rağmen , yinede bir şekilde sıkıştırıldık, düştük yada kavga ediyoruz... Korumalı elbise sadece düşmelere değil, gerçek köpeklere ve mecazi köpeklere karşı da iyi bir savunmadır... Kaskı asla kafadan çıkarmamalı...

Eğer birgün motor tepesinde ölürsem, kendi başıma ölmek istiyorum...

Bu hayvanlar yüzünden değil !

En azından , izah edilebilir bir ölüm olur...

not:bir motosiklet sitesinden alıntıdır..
motosiklet özgürlük hissi veren, başlayan biçok kişide yaşam tarzına dönüşen, eğlenceli bir araçtır.
bir tutkudur motorsiklet. hobidir. başka hiçbir hobiyi hayatınızın içine bu kadar sokamazsınız. eğer bir motorsikletiniz varsa ve ulaşımınızı yılın 11 ayı onunla sağlıyorsanız günde en az iki kere tutkuyla bağlı olduğunuz hobinizi yapmış oluyorsunuz.hem gündelik bir iş olan ulaşımı hemde hobinizi. bunu sağlayan başka bir şey yoktur.
ileride sahip olmak istediğim araç.
rüzgarı hissetmek, özgür olmak...
16 nisan itibarıyla sahip olduğum, kırmızı renkli güzel şey.
rüzgarı rahatsız etmeyen bir hızda gidildiğinde seyahat etme keyfinin tavan yaptığı hareketlilik arttırıcı, alışı hesaplı kullanışı hesaplı macera makinesi.
sıkışmış trafikte süzülüp gitmenin ayrıcalıgıdır, park etme rahatlığının tadını cıkarmaktır.
(bkz: yamaha)
türkiye'de hala kültürü oluşmamış ama oluşmaya çalışan, önce zevk sonra ulaşım aracı. aslında bu yüzden çin malı motorlara çok ta düşman olmamak gerek. çünkü motosiklete * çin malı motorlarla başlayan çok insan var ve trafikte az da olsa motosikletlere karşı bir farkındalık başladı. çin malı motorların en önemli kusuru da, çok satıldıkları için montajlarının sokak arasındaki tamircilere bile yaptırılması. montaj başına para kazanan bu insanlar da yarım yamalak- sıkılması gereken parçaları iyi sıkmadan çabucak toplayıp satışa gönderiyorlar. dolayısıyla gevşek kalan hayati parçalar da ya arızalara ya kazalara sebep oluyor. yani siz siz olun sıfır da alsanız çin malı bir motorun bütün vidalarını tekrar sıktırıp öyle binin. ayrıca adam gibi binerseniz de * * gayet te işinizi görürler.
ama şöyle de bir gerçek var ki otomobildeki gibi "bana bir şey olmaz" sözü motosikletle asla denenmemelidir * .
aşkın, sevdanın iki teker üstündeki adı. vazgeçilmez.