bugün

turkiye'de ilk modern ruh sagligi hastanesi bakırkoy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin kurucusu olan hekim.
mazhar osman 1884 yılında meriç nehri kıyısındaki sofulu köyünde doğmuştur. 1904 yılında "Askeri Tıbbiye" okulunu, yüzbaşı rütbesiyle bitirerek doktor olan Mazhar Osman, "Gülhane Askeri Hastanesi Akliye Servisi"nde öğretmen yardımcılığına başladı. 1908 yılında Berlin ve Münih'e giderek nöroloji ve psikoloji dallarında uzmanlık eğitimi aldı. Tekrar Gülhane'ye dönen Usman, 1914 te Hasekideki Akıl Hastalıkları Müşahedehanesi başhekimi ve müdürü oldu.

Daha sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi akliye ve asabiye mütehassıslığına getirildi. 1927 yılında Bakırköy de Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesini kurarak uzun süre başhekimliğinde bulundu. 1933 te istanbul Üniversitesi psikiyatri Kliniğine ordinaryus profesör atandı. başhekimlik görevini bıraktı ve emekliye ayrıldığı 1952 ye kadar öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürdü.

Türk Nöro-psikiyatri Cemiyetinin yanısıra; "içki ile Mücadele Cemiyeti" gibi sağlık derneklerinin kurucusu olan Usman Sinir Hastalıkları , Keyif Veren Zehirler (1934) gibi çeşitli mesleki eserler yazdı. Hamburg Akıl Hastalıkları Derneği, Fransız Nöroloji Derneği, New York Nöroloji Akademisi gibi yurtdışı sağlık kuruluşlarının onur üyeliklerine seçildi. Türkiye'de ilk kez Seroloji, nöro-patoloji, deneysel psikoloji laboratuarları oluşturulmasında önemli rol oynadı.

Neyzen Tevfik'in de doktoru olan Mazhar Osman Usman'ın ırkçı yönü olduğu, yönetimde kaldığı sürede akıl hastanesinde ölüm oranlarının yüzde 33 arttığı savunulur.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Mazhar_Osman_Usman
alkol ve esrar bağımlısı neyzen tevfiki de tedavi etmeye çalışmış ancak muvaffak olamamıştır.
derdi olanların dert babası "derdin varsa mazhar osman'a git'" sözündeki amca.
yeşilay'ın * kurucusu olarak da bilinir.
kendisi "46'lı"k ve "mazhar osmanlık" göndermelerinin sahibidir.
doktor Mazhar Osman, memleketimizin ve bütün ilim âleminin en müm­taz simalarındandır.

Prof. Dr. Mazhar Osman, jübile münasebeti ile hayatını anlatmıştır.:

"Trakya'dâ Sofulu kasabasında 1883 se­nesinde dünyaya geldim. Babam gene aynı mıntıkada Ferecik'lidir. Hurşit ağanın torunuyum. Yani paşazade değilim ben!.. ilk tahsilimi Kırklareli'nde, idadiyi de Üsküdar'da yaptım. Sınıf arkadaşlarım, avukat Kenan Ömer, profesör Cevdet Ferid, eski icra reisi Ahmet Refik... Hemen aklıma gelenler bunlar...

Tıbbiye-i Askeriyede okudum. Doktor çıktıktan sonra Gülhane'de asistanlık et­tim; hoca oldum. 1914 senesinde Gülha­ne'de askerî hekimlere, "emrazı akliye ve asabiye" dersine lüzum olmadığı sıhhiye-i askeriye'ce karar altına alındı. Dersimden menedildim ve Haydarpaşa askerî hastane­sine mütehassıs tayin olundum. Bu tarihe de askerlikten istifam rastlar. Şimdi ka­palı olan Haseki Mecanin müşahedehanesine aynı sene sertabip tayin edildim. işte o zamandan beri Mecanin müşahedehanesi'nde, Şişli hastanesi'nde, Toptaş'ında, Zeynep Kâmil hastanesinde, Bakırköyü'nde emrazı akliye ve asabiye ile meşgul ve Bakırköyü'nde müdür ve sertabib olarak bu­lunuyorum.

mecanin : deli
müşadehename : dinlenme hanesi/hastane.
sertabip : başhekim

Bu sene yirmi beşinci yıl doldu. Hem bu münasebetle ve hem de Türkiye'de en eski sertabib bulunmam hasebi ile müessisi bulunduğum "Türk Nöro - Psikiyatri cemi­yeti" azasını teşkil eden muhterem müte­hassıs arkadaşlarım hakkımda böyle cemile göstermeyi tensip buyurmuşlar ve beni haberdar etmişlerdir.

Beni sevenlerin, takdir edenlerin bu lutufkâr alâkaları beni pek mütehassis etmiştir. Kendimin liyakatinden bahsede­cek değilim! Çünkü aczimi ve hayatta neye muvaffak olabildiğimi herkesten iyi bilirim. Bu bir sevgi ve saygı alâmetidir. Etrafımı kuşatan bu sevgi halesi içinde cidden mesudum. Memleketimizde bu ka­bil şeyler yeni yapılıyor, henüz bunlara alışıyoruz. Arkadaşlarımın ve şakirtlerimin bu nezaketleri her halde hoş görünecek bir teşebbüstür. Bu teşebbüs bugün benim gibi bir liyakatsize teveccüh etmiş­tir. Yarının şüphesiz yetiştireceği erab-ı liyakatin daha büyük takdir ve hayran­lıkla karşılaşacağına bir mebde olduğu için de bu cihetten ayrı bir güzel hatıra teşkil edecektir.

sevgi halesi : sevgi hali
mebde : başlangıç
şakirt : öğrenci.

Küçükken doktor olmağı düşünmedim. Hele sinir hekimliğim büsbütün zorakidir. Ben küçük yaştan beri Mülkiye-i Şahaneye girmek ve memleketin idarî ve siyasî teşki­lâtında hizmet görmek arzu ediyordum. Üsküdar idadisinden çıktığım vakit yaşım çok küçüktü. Mülkiye müsabakasına sırf yaşım yüzünden kabul edilmedim. Mahzun, boynum bükük maarif koridorlarında günlerce uğraştım. Fakat bir türlü muvaf­fak olamadım. Bu sıralarda beni doktor­luğa teşvik ettiler. Hiç istemiyordum. Zer­re kadar bir arzu yoktu bende doktor ol­mak için... Hattâ mühendisliği bile göze almıştım. O zaman memleketimizde mü­hendislik bir belediye memurluğundan iba­retti. ilimde terakki etmek ümidi de pek azdı. Nihayet teşviklerin neticesi Tıbbiye-i Askeriyeye girdim. Zengin çocuğu olmadı­ğım için Mülk-î Tıbbiyede okuyamazdım. Tıbbiye-i Askeriyeden çıkınca istikbal de müemmen değildi. Buraya girerken kadın hekimi olmayı düşünüyordum. O zamanki seriryatın müşküllüğü yüzünden ona da kabul edilmedim. Dahili hastalıkların kad­rosu da dolu idi. Asabi bahis tecessüsümü uyandırdı. Hocam Raşit Tahsin’in teşviki­ni cana minnet bilerek bu şubeye ayrıl­dım.

seriryat : eğitim.

Mesleğimi çok severim. Bir mefkûre peşinde koşmaktayım. Dünyaya bir defa daha gelmeyi hiç düşünmüyorum ve ona hiç bir arzum da yok... Çünkü hayat ben­ce o eski zamanda tarif edilen Sırat köp­rüsü gibi bir şey... Bundan yeniden geç­mek tecrübesinde bulunmak istemem. Çok yorucu bir iş. Bu yoruculuğuna göre, aynı zamanda da üzücü. Onun için evlâtlarımın hiç birine doktor olunuz diyemedim. Fa­kat içlerinden birisi doktor olursa veba­ basının şubesini tutarsa memnun olmayacak da değilim. Madem ki evlât, babanın hayatının temadisidir. O halde mesleği­ me karşı merbutiyeti, muhabbeti ve mefkûreperestliğimi istidlâl buyurabilirsiniz.

mefkûreperest : maceraperest.

Diplomayı aldığım ve hür olarak yat­tığım gecenin zevkini, heyecanını asla unutamayacağım. Bunun içindir ki son sınıfta mektepte ikmale ve sınıfta kalan bir gen­ ce acıdığım kadar pek az şeye acırım.

Sabahleyin 5.30 da kalkarım. Şimdi yaz. 6,15 vapur ile istanbul'a inerim. Bu vapur­la indiğim zaman Şişli hastanesine gide­rim. 7.15'le inersem Bakırköy'üne. Bakırköyü'nde 14.30'a kadar otururum. Her iki hastanede de bir saniye boş durmam. Bü­tün işlerimi kendim görmeye çalışırım. Kendim okur, kendim yazarım. Her ge­len ve çıkan hastayı ben muayene ederim. Ayrıca muayeneye gelen hastaları muaye­ne ederim. Yemek için ayırdığım zaman beş dakikadır. Geceleri okur, yazarım. Senede bir iki defa tiyatroya, fakat her hafta mutlaka sinemaya giderim. Ekseri­ ya mektep günlerinde, dersten yorgun çı­karım. O dakikalarda kitap okuyacak hal­de değilimdir.

Sinemaya altı buçuk matinesine gide­rim. Burada hem film seyreder, hem din­lenirim. Gece dokuzda yemeğimi yer, gene çalışırım. Gece yarısına kadar çalıştığım çok vakidir. Yatar yatmaz da uyurum. Sade kâfi miktarda spor yapmadığımdan, bir taraftan da yaşlandığımdan son zaman­larda şişmanlık, tansiyon, romatizma gibi sızıltılar başladı. Bittabi perhiz de araya girdi. Her sene Avrupa'ya giderim. Bütün istirahatim vapurdadır. Çünkü şehre in­dikten sonra meslektaşlarımı ziyaret, has­ tanelerde tetkikatla vaktimi geçiririm...

Ölümünden bir kaç saat evvel istanbul Valisi Dr. Fahreddin Ke­rim ile gülerek görüşmüş olan rahmetli, sonradan asistanlarından Migeli çağırtmış ve kendisine kitap okutmaya başlamıştır. Bu sırada da Mazhar Osman odasının içinde bir aşağı bir yukarı gezinmekte ve asistanım dinlemekteydi. Gece yarısına tam yirmi dakika kala Maz­har Osman'ın birdenbire yere düştü­ğü görülmüş ve kendisini kaldır­maya koşanlar son nefesini verdi­ğini müşahede etmişlerdir. Rahmetliyi yakından tanıyanlar, hayatının son demlerine kadar ça­lışmaktan bir dakika olsun kaçın­madığını, mesleği ile ilgili her faaliyetle yakından alâkalandığım sölemekte müttefiktirler. Kendisini şu son aylar zarfında evinde ziya­ret etmiş olanlar, üstadın eroinomanlar hakkında gayet enteresan bir etüt hazırladığım, fakat has­talığının bunu tamamlamasına fır­sat vermediğim anlatmaktadırlar.

Cenazesi 2 eylül 1951 pazar günü saat 11'de Cağaloğlu'ndaki evinden kaldırılarak öğle namazını müteakib cenaze namazı Beyazıt Camii'nde eda edildikten sonra Asrî mezarlıktaki ebedî istirahatgâhına defnedilmiştir.
buranın müdavimi olması gereken modellere hasretiz (!)
güncel Önemli Başlıklar