bugün

senin var olup olmaman ya da sen varken de orada duran bir olguyu öncül olarak kabul etmek. elbette bu senin bir öneminin olmadığını göstermez ama önemli olan şeyin senden daha önce geldiğidir, hepsi bu. adi bir bilinmezciliğin, rezil ama kendisinden emin bir kuşkuculuğun kör bir papağanlıpını yapmaktan bir kaç adım ileride durur.
(bkz: materyalizm)
uzunca bir süredir sorgulanan bir konumlanış var; "nasıl olurda idealizmin katmerli kağıttan dağlarını çürütme gerçekliğini gösterirsiniz?" öyle ya da böyle idealizmin kör ama kendinden bilgisizce eminlikteki savunucularının yüzlerine tokat gibi çarpan bilimsel gerçekler.

bizler vülger yani mekanik yaratıklar değiliz. biraz anlayanlar için konuşuyorum yoksa kavramları bu şekilde hoyratça kullanacak mekanik bir kimse değilim. ama işte mekaniklikle aramıza bir ayrım çizmekte fayda görüyorum kendimde. bilinç ve ruh kendini yaşatan, var eden; fakat maddi güçlerden kendini ayıramayan ve ona göre hareket eden bir kavramdır. yani öz ne diye sorulduğunda, kendini belli koşullara göre var edebilen bir kavramın kendisi olmadığını rahatlıkla görebiliriz.

maddi güçlere göre değişim dedik, bunu açmakta fayda var. gayet net ve yalın bir örnek üzerinden gidelim. kendisi yaşanmış bir örnektir, daha sonra toplumcu romancılar tarafından roman tadı verilerek edebileştirilmiştir. neyse biz tarihsel olayın kendini alalım. önceleri bir ayakkabı ustası olarak çalışan ele aldığımız birey, karşısına dev bir fabrikanın açılması ile birlikte önce işleri kesilmiş, sonrada iflas etmiştir. hemen aklına bir fikir gelen bireyimiz, dükkanını tekrardan açabilmek için fabrikaya işçi olarak girer. ama sonradan görecektir ki; kendisi bu işte yeterince kazanamamaktadır. diğerleri de onun gibidir. üstelik çalışma saatleri de çok uzundur. bu nedenle fabrika da bir grev örgütlenir. bu grev sırasında öğrendiği şeyler onu öylesine etkiler ki; eskinin düşüncelerini bir kenara atarak, kendini yeni düşüncelerinin bir neferi yapar. bu öykünün küçük ama yürekli kahramanın gerçekte ismini açıklamıyoruz, merak eden açar bakar ama kendisine "maddi koşullar bilinci yönlendirir." tezine yardımcı olduğu için teşekkür ediyoruz.

başka örneklerle savımızı güçlendirebiliriz. en basitinden yaşanan olaylara göre değişen ruh halimizin ve tepkilerimizin vücut bulması sırasındaki değişkenliğidir. şuna iyice dikkat etmek gerekiyor, her şey rüya görmek için fazlasıyla koşullu ve gerçekçi.

daha önce yazmıştık, tekrar yazıyoruz. kör noktalardan yola çıkan kuşkucu ve bilinmezci fikirlerin sonuna gelinmiştir. bilim onları binlerce kez ayaklar altına almıştır. hayat ve değişen maddi güçler bu felsefilerin mistisizmini ve perde ardına saklandıkları dumanları dağıtmıştır. yüzyıllardır aynı palavları sayıp, aynı parodileri oynayanlar gerçeklerin ezeli galibiyetiyle birlikte yerle yeksan olmuşlardır. kendilerine ise tek bir kürsü kaldı; içi boş, gevezeliklerle dolu papağanlar kürsüsü.
Kimsenin başaramadığı şeydir. Maddenin yani nesnenin , öznenin yani insanın konumundan daha öncelikli bir nitelik arz ettiği durumu anlayacak kadar zeka sahibi olamamızdan ya da işimize gelmediğinden kabul edilemeyecek durumdur. Kavram ya da tanımlar nesnelerin varlıkları üzerinde insanların ontolojik boyutunu temsil eden zihinsel süreçler neticesinde bilgi olarak kodlanmakta yani epistemoloji adı altında bir bilim ortaya çıkmaktadır. Eski insanların mesela Azteklerin bir filmde de olduğu üzere güneş tutulmasını tanrı zannederek ona tapmaları tamamen nesnenin epistemolojik anlamsızlığından kaynaklanmaktadır.
Bir başka örnekte Hindistan'da hala ineklere tapan insanlar vardır. Bu adamlardaki tanrı bilgisi inek hayvanında epistemolojik bir anlam kazanmıştır.Aslında diğer dinlerden çok daha mantıklı bir iş yapmaktadırlar ve onlara göre daha mantıklı ve daha gerçekçi davrandıkları bile söylenebilir. Ortada bir nesne var , benim varlığım olmadan o nesne hala var olmaya devam edecek bir konumda ve bu konumuyla benim varoluşumdan çok daha fazla , zengin bir epistemolojik birikime ve gelişime , güce sahip olan varlıksal bir güç.
insan bilinci tarihten günümüze dek tüm epistemolojik kavramlandırmaları ve soyutlamaları nesneleri anlamlandırarak gerçekleştirdiği gibi , arada insan bilincinin yetmeyeceği kavramları ve terimler üzerinde somutlama yapma yeteneğidir maddeyi esas almak. Kısacası para sizin için ne ifade ediyor sorusunun cevabıdır.
açıkçası ciddi bir zihinsel bunaklığın içinde olduğumuz görülüyor. tabi bunu zihnin önemini abartanlarda gözlemlemek ayrı bir şaşkınlık meselesi. kendi kısır döngüleri içinde yalnızca var olanı reddiyorlar. olmayana ergi yöntemini kullanarak kendi bilim dışı, sefil ama bir o kadar da cüretli iddialarını çürütmek zorunda bırakıyorlar.

önce bir an için kendi bilim dışı, küstah önerilerini doğru kabul edelim ve algılarımızın rüyalarının ürünü kabul edelim. o halde şu soruyu sormak gerekiyor? madem bunlar kendi algılarımızın yansıması o halde neden kendi düşüncelerimizi ispatlamakta zorluk çekiyoruz? madem bir hayal ürünüyüz o halde bu yapılan çıkarımlar da, kendi algılarının ürünü değil midir? eğer bu soruya evet diyorsanız, bu bilgileriniz doğruluğunu nasıl ispatlarsınız? bu düşünce sisteminin kendi içinde oluşan kör noktaları sizleri kısır döngülerin ya da kör kuyuların içine sokabilir. karanlığın doruklarında şüpheyle dolaştırabilir.

ayrıca düşünmekte biraz fayda var, madem gene bu bilim dışı kurallar işliyor neden bir an için olsun uçamıyoruz kimi aletlerin yardımı olmadan? bence bunu denerseniz ve kendinizi bir uçurumun kenarından bırakırsanız tek yapabileceğiniz şey yer çekiminin etkisinde kalarak çakılmak ve ölmektir. kendinizi istediğiniz kadar kandırın, uçtuğunuzu varsayın ve cahil beyinleri güçlü retoriğinizle ikna edin, gerçek kendini ortaya çıkaracaktır. ancak hayallerinizde uçabilirsiniz, gerçekte ise yere çekilip bir leş olmaktan başka işe yaramazsınız.

kendi içinde çelişen kuşkuculuğun ve bilinmezciliğin yüzyıllardır aynı retoriği kullanarak karşımıza çıkması zaten doğal. ama asıl mesele maddenin karşısında yenik düşen, aşağılanan ve parça parça edilen düşüncelerin yeni savunucularının inançlarıdır. bu inanç kendi karanlıklarında çürümeye devam etmekte ve gerçekler karşısında yok olmaktadır.

retorik kanıt istemez, yalnızca kendi içinde dönüp dolaşan bir sistemin ayakçısı olabilir. ama o ayakçılık gerçeğin ve bilimin karşısına çıkarken yalnızca dev aynasında kendisine bakıyor. haliyle kendi gölgesinde iş çevirmeye devam ediyor. tabi hayallerde...
domatesten veya sandalyeden, kısaca cansız olan herşeyde kurtuluşu arama çaresizliğidir.
biraz çocukça, biraz safça gelişen bir hikayenin ürünü olarak var ediyor kendilerini idealizm safsataları. açıkçası pek anlamayan ifade etmeyen o sisli bulutların arkasında koskoca bir hiç yatıyor. kendini dili döndüğünce anlatmaya çalışan bu akım soruları ile ancak çocukları ya da zihinsel sorunluları kandırabilir. aramızda bunlar olmadığına göre yapılan şeyin gerçeklerin reddi olup, kulakları tıkayarak çocukça bir kabullenmeme oluyor.

biraz gerçeklere dönelim. bilinç ve madde ayrımını yaparken bu iki kavramı birbirinden bağımsız alınamayacağını ve birbirlerinden nasıl etkilendiklerini vurgulamıştık. artık bazı şeyleri tekrar etmenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. peki bu noktada bize dünyanın bizim algılarımız olmadığını ve gerçekliğin biz olmadan nasıl var olabileceğini nasıl anlayacağız? bunun cevabını yalnızca teoride vermek imkansız. idealizmin önermelerini teorik anlamda çürütmek işimize gelmez çünkü idealizmi asıl çürüten şeyin pratik olduğunu gayet iyi biliriz.

aslında gayet açık bir şey var. dünyada sadece kendisinin varolduğunu sanan, kendisinden bağımsız hiçbir şeyin varolamayacağını düşünen, her şeyi kendi ruh halleriyle saf dillice açıklamaya kalkan birinin davranışını andırıyor idealistlerimizin tavrı. bu safdillilik bilgiyi kendisi dışında aramaya ihtiyacı yokmuş gibi bir kendini beğenmişlikle katmerlenmiştir. işte asıl olan tavır budur, yani küçük bir çocuğun tüm ilgiyi çekmek istemesi gibi, bu kişiler tüm gerçekliği kendi içinde hapsediyorlar. ilgin. ama bi o kadar küstahça.

örneklemek gerek, diyelim kendi algımızın tüm gerçekliğe eşit olduğunu düşünelim. bu zihin-ruh karmaşası içerisinde dış dünya ile kendi algımızı sağlayan şeyin de beyin olduğuunu kabul edelim. hepimiz biliriz ki beyinin, dış dünya ile iletişime geçmesinin tek yolu 5 duyu organıdır. bunun dışındaki kimi önemsiz elektrik yüklenmelerinden kaynaklanan beyin salgısında değişiklikleri ise gene bu 5 duyu organının bir yansıması olarak görüyoruz. öncelikle, bir elmaya dokunalım, görelim, tadalım , koklayalım ve yere atarak sesini işitelim. şimdi orada var olduğu yansıması ile karşı karşıyayız elmanın. işte tam bu noktada zihnimizin yani algımızın dışarısı ile alakasını sağlayan olguların kesildiğini düşünelim. yani 5 duyu organı devre dışı kalsın. buna karşılık beyni yaşatmaya devam edelim. daha önce dokunduğumuzu ve orada var olduğunu düşündüğümüz elma, bu 5 duyu organımız devre dışı kaldığından var olduğu algılanamayacak. peki gerçekte ise bu elma orada yok mudur? senin için yoktur, algılayamıyorsun ama 5 dk önce dokunduğun şeyin orada var olmadığını düşünebilir misin? bunu düşünüyorsan ancak deli olduğunu ya da ciddi bir hafıza sıkıntısı çektiğinizi söyleyebiliriz. belki de 5 duyu organının kesilmesinden kaynaklanan bir oksijen yetersizliği var, ne dersiniz?

olayı daha da detaylandıralım. kimse bir ekonomik kriz çıkması istemez. işçi sınıfı da, sermayedarı da bunu kolay kolay kabullenmez gündelik çıkarlarından. fakt biz bunalımları, krizleri dilemediğimiz yani algımız getirmediğimiz halde bu bunalımın çıkmasına engel midir? hayır, şüphesiz değildir.

örnekler çoğaltılabilir, detaylandıralabilir fakat ben bunun sürmesinin doğru olmadığını görüyorum. çünkü gerçek basit ve yalın. madde vardır, senin orada olup olmaman onu hiçbir şekilde ilgilendirmez. sadece değişen şey senin ona yükleyeceğin anlamdır. bunun aksini iddia edenler tekniğin ve doğa biliminin gelişmesi ile yerle yeksan olmuşlardır. ;

bilimin x, y, z'nin çocukları olduğunu iddia etmek yalnızca cüretli bir iş ama gerçekleri yansıtmaz. her neyse bunu geçerek, madde yok olduğunda ruhun ölüp ölmediğini ispat etmek için gerçekleri rededenleri uçurumdan aşağı atlamaya davet ediyoruz. örneklerdeki ince ayrıntıyı algılayamadıkları gibi, yer çekimini istedikleri kadar algılarının ürünü olarak kabul etsinler, algılarından bu kavramı çıkartsalar bile yalnızca yere çakılacaktır. ardından gelecek süreç için yeterli, delil ve ispatlar olmadığı için ancak mistisizmin dumanına sarılacaklarını her zaman gibi kendimize hatırlatıyoruz.

bir de son ve küçük bir hatırlatma olsun bizlerden. idealizmi homojen bir kavram gibi algılayıp, öznel ve nesnel idealizmin ayrımlarını gözden kaçıranlar bir süre sonra kaba ve mekanik bir materyalizmle aynı doğrultuya çıkacaklar. iradenin koşullardan etkilenmesinin reddi, gerçekliğin ve bir o kadarda zekanın reddinden başka bir şey değildir.
ilim , bilim bilmektir.
Bilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır.

Yunus Emre

Diyalektik Materyalizm

"Benim diyalektik yöntemim, hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci ; Hegel bunu "Fikir" (Idea) adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür ; gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca "Fikir"in dışsal ve görüngüsel (Phenomenal) biçimidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir." (Das Kapital, Almancı ikinci Baskıya Önsöz).

(bkz: Tarihsel materyalizm)

Dünyayı algılayış tarzımızda ve eylemlerimizde hem idealizm hem materyalizm etkilidir. Ancak din gibi tanımlanamayanların ve muğlak ideallerin peşinden giderek de gerçeklik yaratılamaz ki kardeşim. Bu olsa olsa kör gözün gördüğü olur.
herşeyin olduğu gibi madde ve bilincin ayrılmasının da bir nedeni vardır. yani insanlar durup dururken "bize beyin yetmez, bu beynin içinde beyni kontrol eden bir ruh icad edelim" dememişlerdir. beynin bilinç ve özgür irade gibi kavramları meydana getiremeyeceğini sezgisel olarak görmüşlerdir. ben allah'a inanan birisi olarak, onun bana doğaüstü olarak özgür irade ve bilinç verebileceğine de inanıyorum. peki bir materyalist, özgür iradesini ve bilincini inkar edebilir mi? materyalist olduğu sürece tutarlılık adına inkar etmeli: (bkz: ozgur iradeye inanan materyalist)
ardı ardına gelen ispatlar ile kısır bir döngüye giren ve kendini yenilemeyen gizemci ve bilinmezci idelalist anlayış, çökmeye mahkum, eskimiş ve köhnemiş bir düşüncenin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. kendi anlayışıyla bile çelişen- ki çelişki hareketi sağlar ve bu da dönüşüme neden olur- bu düşünce biçimi kendi içinde evrim geçerek kimi mevziler kazanmaya çalışıyor. ama ürkek ya da mekanik bir maddeci anlayışın işbirliğine ihtiyaç duyuyor.

mekanik maddeci anlayışı inkar ederek özgür iradenin kendine ait koşulları vardır ama bu koşullar maddenin koşullarından bağımsız ya da tamamen onun eseri olan bir şey değildir. bunu güzelce irdeledikten sonra iradenin neden nesnelliğin ürünü olduğunu ve öznel bir anlayışın kendine has koşullarının neden nesnellikle içe içe bulunduğunu düşünmek te fayda var.

öncelikle şu anlayışı artık reddetmek lazım. nesnel idealizmin bile bir süre sonra verili bilgilere htiyacı vardır ve karşılıklı ilişkilere, zıtların birliğine güvenmesi gerekir. maddenin bir hayal ürünü olduğunu iddia eden anlayış, geçmişte kalmıştır. peki neden böyledir? işte bu noktada pratiğin önemi devreye giriyor. pratikteki ve teknikteki ilerleyiş her gün kendilerini çürüten bir anlayış üretmektedir ve buna dur demelerine imkan yoktur, sözcükler dışında.

bir an için kendilerinin haklı ve bizim haksız olduğumuzu düşünelim. yani rüyalarımızda gördüğümüz diş ağrısının belki de gerçeğin ta kendisi olduğu gerçeğini kabul edelim. işte bu noktada pratiğin yani gerçekliğin reddi imkansız hal alıyor. yani bügün gene kendi verili bilgilerimizi ele alalım. bugün biliyoruz ki; rüya verili bilgilerin düzenlenmesi ve yaşadığımız olaylara, düşüncelerle ilintili olduğunu bilmekteyiz. yani hiç diş ağrısını yaşamamış biri algısında yaşadığı bu olayı nasıl algılayabilecek? bilgi böyle önceden tahmin edilebilen ve tamamen olasılıklarla öğrenilen bir süreç midir? hayır, hiç sanmıyoruz. yani bizim algımızın bir öğrenme süreci geçirmesi gerekiyor. rüyalarımızda gördüklerimizin gerçeğin bir yansıması olarak çıkması gerekmektedir. beynin dış dünyayla alakası kesildiğinde ya da hiçbir şey bilmeyen klasik anlamda bir plakaya benzediğinde geriye pekte bir şey kalmıyor.

maddenin esas alınmasından bahsettiik, yazdık çizdik. bunu karşısında olan köllerin efendisi olduğunu iddia eden anlayış hem teori de, hem de pratikte ardı ardına çürümesine rağmen sonsuza kadar gizemli ve bilinmezci anlayışını devam ettireceğini iyi biliyoruz. çünkü gerçekliğin böylesine karmaşık ama yalın bir biçimde algılanmasına kendilerine yediremiyor ve yok oluyorlar. tüm mevzileri ellerinden alınca da, bir robot gibi kendilerini tekrar ediyorlar.

en başından beri söylüyoruz. soyutun somutla karşılıklı ilişkisi vardır. soyut kavramlar eninde sonunda somut tarafından belirlenir ama bunun anlamı soyutun mekanik bir şekilde kavranışı değildir. tam tersine tamamen özgün bir anlayışın ürünüdür, yani klasik metaryalizmden ay da bir başka anlayışla idealist materyalizmden kendini ayıran bir anlayışın ürünü; yani diyalektik materyalizmin.

elmanın orada kendi algısından bağımsız bir biçimde bulunmasını karşılıklı ilişkileri biçiminde değerlendiremeyen gizemci anlayışın kendini birazcık olsun ilerletmesine ihtiyacı var. en azından sahte bilimleri desteklediği gibi bu anlayışın nesnellikte kaybettiğini anlaması gerekiyor. geriye öznellik mi kalıyor? hayır, o anlayışta sartre'nin varoluşçuluğuyla beraber- kuş örneğindeki gibi- tükendi ve bitti. tıpkı eninde sonunda aynı anlayışın ürünü olan mekanik materyalizmin çökmesi gibi bugün klasik idealizmin hiçbir çevrece değer görmemesi gibi, pratiğin önemini bir kez daha ve defalarca kez anlamış bulunuyoruz. ileride herkesçe anlaşılması dileğiyle...
zihin mi şeyleri yaratmıştır , yoksa şeyler mi fikirleri ? hegel bir şey diyor, engels tam tersi. ikisinden birine inansam yine ben gibi insana iman etmiş olacağım. cazip değil. kendime inanırım -ikisinden de seksiyim- o değil de: tavuk mu yumurtadan çıkar , yumurta mı tavuktan diye sormuşlar horoza. horoz: valla ben siker geçerim demiş ! horoz mutlu, horoz tekamül etmiş. ibibiği var diye daşşak geçiyorsun ama senden huzurlu. aklın var ya aklın..treni kaçırma sebebinden başka bir şey değil.
diyalektik materyalizmin temelidir.
somut verileri tartışırken gene somut tahlillere göre konuşmak adettendir. en azından alışalagelmiş tartışma ortamı başından beri böyle olmuştur. buna karşılık çocukça olan " ne dersen boş ben kendi bildiğimi yaparım" şeklinde bir tartışma yürütmek imkansızdır. o halde kendileri gibi davranarak maddenin asla yıkılmayacak tek gerçeklik olduğunu söyleyip geçip gidelim. nasıl olsa ispat etmeleri imkansız. hem ayrıca madem algılar dünyasında yaşıyoruz, idealizmin ulaşmış olduğu bilgilerin gerçekliğine nasıl bu kadar emin oluyorsunuz? gerçekliğin yanılsaması olduğunu iddia eden bir bilgi kendisini kandırmaktan başka ne yapabilir? hiç kaçmayalım, bal gibi ispat etme yarışı içerisindesiniz. eğer ispata oynuyorsanızi gerçekliğe de oynayacaksınız demektir. gerçeklik ise idealizmin gerçekliği kabul etmiyor. işte somut olan budur.

her düzende kendini gösteren klasik felsefenin de, onun darkafalılığını da pratik çökermetmiştir. kendinden emin olduğunu sanan bu darkafalı, ufuksuz ve dogmatik görüşler yığını pratiğin karşısında aciz bir şekilde kalmıştır. kendilerine olan o eminleri ise bu sürecin sonunda doğal olarak yitirilmiştir. şimdi artık inkar zamanı. bu inkarın karşısında ise doğal olarak gerçekliğin o sert, soğuk ama beton gibi yüzü duruyor. çelik gibi yıkılması zor, aşılması imkansız olan gerçeklik.

elbette tek başına materyalist olduğunu iddia edenler bir acizlik içerisinde bilincin iradiliğini yani özgürlüğünü reddetmişlerdi. onlara göre dünya mekanik verilerin sonucuydu.18.yy'ın mekanik materyalizmi kendini bu şekilde adlandırıyordu. elbette insan ilişkileri açısından gereksiz bir düşünce biçimiydi 18.yy klasik materyalist anlayışı. fakat doğa bilimleri için diyalektik kavramının gücünün görülmesinden sonra materyalist dünya görüşüne yeni kapılar açılmıştı. artık tez-antitez-sentez üçlüsünden yola çıkmak gerekiyordu.

bir idealist için bile diyalektiği reddetmek neredeyse imkansız. en azından ortaçağın skolastik ve köhnemiş düşüncesi içindekiler dışında kalanlar en azından diyalektiğin "karşıtların birliği" ve " maddenin hareketinin nesnel tanımları" kavramlarını göz ardı edemeyecek duruma geldiler. bu utangaç yaklaşımı ise materyalizm yıkıp geçmiş bulunuyor.

tekrarlıyoruz, elma örneğini artık tekrarlamak istemiyoruz. eğer idealist görüştekiler çocuksu tavırlarından sıyrılıp gerçekliğin aydınlık ortamlarına gelmek istiyorlarsa şu kendinden gereksiz bir şekilde emin tavırlarını bırakmaları gerekir. çünkü yaptıkları tek şey kulaklarını kapatıp "ben dinlemiyorum" demek oluyor. yok hayır eğer bir sis bulutunun arkasına saklanmak ve onun toplumsal meşruiyet kanallarını kullanmak istiyorlarsa demogoji dünyasında başarılar diliyoruz.

soru çok basit: tüm algı dünyanız varken orada bulunan bir cismi, algı dünyamız kapatıldığında orada olduğunu algılıyamıyorsak o cismin orada olmadığını nasıl ispat edersiniz? biz cevabı peşin bir şekilde verelim, edemezsiniz. tüm denemeleriniz de gerçeklik siz olmanızda var olacak.

bu arada olayı din alanına sıkıştıracaksak tartışmayı kapamakta fayda var. dediğimiz gibi sis perdelerinin toplumsal meşruiyet alanlarını kullanmak gerçekliği değiştirmez ancak tartışmayı gereksiz noktalara taşır. ama illa zorlanacaksa konu o taraflara çekilmeye verilecek cevaplar siyasal hayata kayacaktır. ayrıca kaldı ki semavi dinler öncesindeki materyalistlerin 18.yy'a kadar geldikleri şablonun idealistlerden bir farkı yok özünde. iradi bilincin maddeden ayrı tutulması ile iradi bilincin yok sayılması gene aynı noktaya çıkacaktır. yani birbirinden çok korkan iki düşman ortak payda da buluşarak efsaneleri son bulacak.

biz son dediğimizi yapmayalım. 11. teze geri dönelim ve felsefenin gerçek amacından bahsedelim: " filozoflar dünyayı şimdiye kadar yorumlamaya çalıştılar, oysa sorun onu değiştirmektir." işte asıl bakış açısı budur.