bugün

--spoiler--
alman dışavurumculuğunun edebiyat alanındaki doruklarından biri olan klingsor'un son yazı, bir ressamın hayatının son birkaç ayını anlatır. bu kısa ama yoğun içerikli romanda, klingsor'un gözünden görmek bir büyüye dönüşür, parlak,göz alıcı, açrpıcı ve saf renklerle dolu küçük bir palet; renklerle yazılmış bir senfoni; sözcüklerle renklenmiş bir tablolar dizisidir.
--spoiler--

hesse, 1919 mayıs'ında, ozamana kadarki yaşamının zincirlerini kırıp, alplerin öte tarafındaki güney tessin bölgesi'nde yaşamaya karar vermeden önceki dört yılını, savaş esirlerine yardım etmekle geçirmişti. iki yıldır kendi kendine uğraştığı resim çalışmaları, yeniden kazandığı özgürlüğü ve yüzyılın en güzel yazı diye bilinen, 1919 yazının renk cümbüşüyle birleşince çarpıcı bir biçimde gelişti. gerek yazarken gerekse resim yaparken, o zamana dek kendini bağımlı duyumsadığı ama nasıl birere birer çöktüklerini kendi gözüyle gördüğü değer yargılarını elinin tersiyle bir tarafa itti. bunun yerine sürekli olarak daha sıradışı biçimler ve renkler kullanarak yeni olanaklar ve maceralar arayışına girdi. hesse, klingsor'un son yazı ve aynı yıl yayınlanan ressamın şiirleri adlı kitaplarında bu deneyimlerini işledi.
kendisi de ressam olan hermann hesse, rosshalde kitabında olduğu gibi klingsor'un son yazı kitabında da ana karakteri olarak bir ressamı anlatmıştır ve bu iki kitabında hem ressamlık hem de hesse'nin o dönemde hayatında yaşadıklarının izdüşümü olması bakımından otobiyografik izler yoğundur. ve her iki eser de tasvirleri ile insana muhteşem bir opera, bale izlemiş, olağanüstü bir senfoni dinlemiş, estetiğin hükümdar olduğu bir masal kırallığında günler geçirmişsiniz hissini yaşatır.
klingsor'un son yazı'nda doğu mistisizmin bilgeliği ile savaştan yeni çıkmış avrupa'nın batının aç gözlülüğü ve insan bazında farklılıkları ve en nihayetinde düşünülenin aksine hayat ağacından tattıkları meyvelerin lezzeti* ve acılığı* çok güzel anlatılır.

hesse klingsor'un son yazı'nı yazdığında 43 yaşındadır ve kitaptaki klingsor da 43 yaşında yüzyılın en güzel yazını resmeden ve bunu yaparken hayatı, ilişkileri ve sevgiyi sorgulayan ve yaşamın tüm güzelliğine rağmen ölüme yaklaştığını hisseden(çünkü burjuva batıyı simgelemektedir ressam ve savaş sonrası büyük yıkımla ölüme yaklaşmıştır batı, en azından ruhani bir ölüme)gündüz düşleri gören, hayalci bir ressamdır.

eserde şair dostu hermann'ın şiirleri de bulunur ve bilinmelidir ki o yaz hermann hesse kendi suluboya resimleriyle bezeli bir şiir kitabı da yazmıştır.
--spoiler--
beni geceye böyle bırakma,
acıya,
canım benim, ay yüzlüm!
ah, benim fosforum, mumum,
güneşim benim, ışığım!
--spoiler--

--spoiler--
hayat şimşek gibi geçer,
göremeyiz bile,
öylesine az sürer parıltısı.
yeryüzü ve gökyüzü sonsuza kadar
hareketsiz kalırlarsa,
değişen zaman insanların yüzlerinden hızla ne kadar geçer.
sen, dolu kadehin önünde oturan
ve içmeyen sen.
söyle bana, kimi bekliyorsun?

daha bu sabah saçların siyah ipek gibi parlıyordu,
akşam üstlerine kar yağmış,
canlıyken ölüm döşeğinde acı çekmek istemeyen
kaldırsın kadehini ve ayı davet etsin
kendisine katılmaya!
--spoiler--
hesse'nin sıradan dünya'dan öte büyük bilince açılan bir alemde yaşadığını, esrime anlarında bu alemin tüm güzelliğini hissettiğini anlamamızı sağlayan eşsiz anlatımı, duygu ve ilişkilere karşı insan ruhunun hallerini anlatan bölümleri muhteşemdir.*
--spoiler--
klingsor kadının resmini yapacağını hemen anladı, doğaya uygun olarak değil, kadının içindeki ışığı resmedecekti, ki kendisi yakalamıştı onu, o şiiri, o sevimli, sert tonu: genç, kırmızı, sarışın, amazon. kadını seyredecekti, bir saat boyunca, belki bir kaç saat. onun yürümesini, oturmasını, gülmesini, belki dans etmesini seyredecek, şarkı söylemesini dinleyecekti. klingsor'un günü taçlanmıştı, anlamını bulmuştu. buna eklenecek her şey armağan sayılırdı, fazlalıktı. hep böyle olurdu: yaşadığı olay asla tek başına gelmezdi, her zaman kuşlar ona öncülük eder, elçileri ve işaretleri önden gelirdi, o kapının altındaki -annece, asyalı vahşi bakışı, penceredeki esmer köy güzeli, şu ya da bu.
bir an titreyerek şunu hissetti, sarsılarak:
''on yıl, on kısa yıl daha genç olsaydım, bu kadın bana sahip olabilirdi, beni eline geçirebilir, parmağında oynatabilirdi! hayır, çok gençsin sen, sen küçük kırmızı kraliçe, yaşlı büyücü klingsor için fazla gençsin!
sana hayran olacak o, seni ezberleyecek, senin resmini yapacak, senin gençliğinin şarkısını sonsuza kadar resmedecek; ama senin uğruna hacca gitmeyecek, sana ulaşmak için merdiven tırmanmayacak, senin için cinayet işlemeyecek, senin için balkonun altında serenad yapmayacak. hayır, ne yazık ki bütün bunları yapmayacak yaşlı ressam klingsor, yaşlı budala.
seni sevmeyecek, asyalı kadına, senden bir gün bile genç olmayan penceredeki esmer kadına diktiği gözlerini sana dikmeyecek. o kadın için yaşlı sayılmaz klingsor,**
yalnızca senin için yaşlı, dağların kraliçesi, dağdaki kırmızı çiçek. senin için, kaya karanfili, yaşlı o, klingsor'un çalışarak geçirdiği bir günle şarapla geçireceği bir akşam arasında kalan zamanda sana sunacağı aşk sana yetmez. bunun yerine gözlerim seni içecek, zarif havai fişek, sen çoktan sönüp gittikten sonra bile seni unutmayacak.
--spoiler--

klingsor'un kendine aşkı itiraf ve sitem eden bir kadına yazdığı mektuptan*:
--spoiler--
hiçbir duyguyu küçümseme, değersiz bulma. iyidir, çok iyidir, hepsi de, nefret de, haset de, kıskançlık da, zalimlik de. zavallı, güzel, muhteşem duygularımızdan başka bir şeyden beslenmeyiz, haksızlık yaptığımız her duygu söndürdüğümüz bir yıldızdır.
--spoiler--

--spoiler--
gina'yı* sevip sevmediğimi bilmiyorum. bundan oldukça kuşkuluyum. onun için hiçbir fedakarlıkta bulunmam. sevgi duyup duymayacağımı da bilmiyorum. arzu duyabilirim, kendimi başka insanlarda arayabilirim, yankı var mı diye kulak verebilirim, bir ayna isteyebilirim, şehvet arayabilirim, ve bütün bunlar sevgiye benzeyebilirler.
ikimiz de gidiyoruz, sen ve ben, aynı dolambaçta, duygularımızın bahçesinde, bu berbat dünyada duygularımız paylarını alamıyorlar, ve bu yüzden hepimiz, herkes kendi usulünce bu kötü dünyadan öcümüzü alıyoruz. düşlerin şarabının ne kadar kırmızı, ne kadar tatlı olduğunu bildiğimiz için karşımızdakinin düşlerine dokunmayız.
--spoiler--
herman hesse kitabı. hesse'nin kitaptaki tasvirleri, anlatımı harikuladedir.

"dostlarından birkaçı portrede özellikle bu yüzü sevmişti. söylediklerine göre, burada insanı buluyorlardı karşılarında, ecce homo; ve uygarlığımızın bu geç döneminin yorgun düşmüş, aç gözlü, yabanıl, çocuksu ve kurnaz insanı, can çekişen ve ölmek isteyen avrupa insanı: özlemlerde incelmiş, kötülüklerde hasta düşmüş, yıldızının söndüğü bilmelerin coşkusuyla kanatlanmış, tüm ilerlemelere hazır, tüm gerilemeler için yeterince olgun, tümüyle ateş, beri yandan tümüyle yorgunluk, morfine teslim olmuş bir morfinman gibi yazgıya ve acıya boyun eğmiş, yalnızlaşmış, içi oyulmuş, yaşlı mı yaşlı, hem faust, hem karamozof, hem hayvan, hem bilge, tümüyle yağmalanmış, hırs denilen şeyden tümüyle arınmış çırılçıplak, ölümden çocuksu bir korkuyla dolu yüreği, ölümü ölmeye yorgun bir istekle dolup taşarak."

"herkesin kendine göre yıldızları vardır, dedi klingsor acele etmeden, "herkesin kendine göre bir inancı vardır. ben yalnızca bir tek şeye inanıyorum, o da çöküştür." bir uçurumun üstündeyiz, bir arabanın içinde gidiyoruz ve atlar ürkmüştür. çöküş üzreyiz, biz hepimiz; ölmemiz, ölüp yeniden dünyaya getirilmemiz gerekiyor, bizler için o büyük dönence vakti gelip çattı. dört bir yanda aynı şey: büyük savaş, sanatta büyük değişim, batıdaki devletlerde büyük çöküş. bizim orda, eski avrupa'da ölüp gitti her şey, bizim avrupa'da iyi olan ve bizim kendimize özgü olan her şey öldü; bizim güzel usumuz cinnette aldı soluğu, paramız pul oldu, makinelerimiz ateş etmekten ya da infilak etmekten başka işe yaramıyor artık, sanatımız intihar kimliğine büründü. çöküş üzre bulunuyoruz, dostlarım, böyle yazılmış yazgımız, çing çe'nin müziği yankılanmaya başladı."