bugün

önemli not:lestat ve armand gibi karakterleri anne rice kitabından aldım.elbette farklı bir şey anlatıyorum lakin
kişiliklerine dokunmadan karakterleri aldım.
önsöz niyetine.
merhabalar sevgili ulu sözlük yazarları.
bacağımı sakatlamam ve işe 2 hafta gidemememden mütevellit bir şeyler yazacağım.

--------------------------------
http://www.youtube.com/watch?v=T3XQ3EWdKkM
---------------------------------------
yüzyıllardır süren uykumun ardından.
ayasofya'nın derinliklerinde hapsedildiğim tabutumdan nihayet çıkmayı başardım.

burnuma gelen kesif kan kokusu hiç bitmeyecekmiş gibi, ahh...

bu yeni dünya'da fazlaca yabancılık çektim.
insanların bindiği demir kutular ve birbiri ardına sıralı yüksek evler var.

aslına bakarsanız bu suni ışıklar epey rahatsız edici.

uyandığım bu dünya'da hakkımda anlatılan yüzlerce hikaye olduğunun farkına vardım.
sanırım bu yeni dünya'yı biraz sevdim.

türümden başka birileri olup olmadığı konusunda emin değilmdim.

constantinapol ışıl ışıldı tabutumdan çıktığım ilk gün,
güneş doğana kadar yürümeye kararlıydım.
beslenmem gerekti sanki yüzyıllardır bir şey yemiyordum.
bu işin şakası.
bir şeyler yemeliydim.
--------------------------------------------

bu yeni dünya'da duyduğum müzikler bile epey farklıydı.
değişik ve tiz ses çıkaran telli çalgılar ve o kocaman alanlarda kafalarını sallayan onbinlerce kişi vardı.
bu tuhaf şekilde hoşuma gitti.
tanrının ibadet için toplayabildiğinden çok daha fazla insan vardı.

katolik kilise camiler ve din hakkında hemen her şey yüzyıllar öncesine göre çok fazla
evrimleşmiş ve değişik bir hal almıştı.
yağmurun altında gecenin karanlığında tüm bu düşünceler eşliğinde yürümeye devam ettim.
üstümde yüzyıllardır üstümde olan siyah ve uzun bir elbise vardı.
çok geçmeden tek başına yürüyen bir kadın gördüm.

sokak lambaları yeri aralıklarla aydınlatıyor, kadının giydiği ayakkabının topuğunun çıkardığı o tok ses sessizlikte yankılanıyordu.

çok geçmeden karşısında belirdim.
önce irkildi daha sonra ise ne istiyorsun dedi.

+önemli olan sen ne istiyorsun ölmek mi, yoksa yeniden doğmak mı ?
-ne dediğinizi anlamıyorum'' deyip hızlı adımlarla yanımdan yürüyüp gidiyordu ki

nazik ve kırılgan boynunu bir kere de kavrayıp dişlerimi geçirdim.
ahh tekrar hayata dönmüştüm işte.
vampir dişlerimin sağından ve solundan yola dökülen her bir kan damlası için acı çekiyordum.
susamıştım.
(bkz: sen ne diyorsun lan değişik)
-----------------

bir süre sonra kızın cesedini sokağın yanındaki küçük oyuğa atıp.
yürümeye devam ettim.
eskilerin şatolarına benzer parlak ışıklı kocaman bir yere girmiştim.
içinde oda oda bölümlerin bulunduğu insanların elinde çantalarla dolaştığı değişik bir yerdi.
hepsi orada beraber yaşıyor olamazdı.

çok geçmeden biri gözüktü o kalabalığın içinde.
onlardan olmadığı bir gerçekti.
bunu bir ölümlünün ayırt etmesine olanak yoktu.
herkes üstümdekilerden dolayı bana bakıyordu.
çok fazla dkkat çekiyordum.
adımlarımı hızlandırarak gördüğüm kişinin yanına gittim.

arkasını döndü ve

+merhaba mösyö konuşabileceğimiz bir yere gidelim ve sizi bu dünya'ya adapte edelim.
-beni tanıyor musun diye cevapladım.
+sizi tüm dünya tanıyor mösyö lakin bir hikaye olarak asıl siz onları tanıyor musunuz ve tarikatımıza katılır mısınız ?

gördüğüm değişik adamlardan biriydi.
kendi türümden gördüğüm ilk kişiydi.
sarı uzun saçları yeşil gözleri geniş omuzlar ve karakteristik bir yüzü vardı. adı ise armand'dı.
tüm o kalabalıktan kurtulduk ve sizin araba benim ise hala demir kutu dediğim o aletlerden birine bindik.
bir atla kıyaslandığında inanılmaz hızlıydı.
armand o aleti kullanırken bana dönüp sormak istediğiniz ne varsa sorun mösyö dedi.

gün ışımak üzereydi ve fazla zamanımız yoktu.
çok geçmeden bir çiftlik evine vardık.
denize yakın ve herkesten uzaktaydı.
en azından bu iyi.

+tarikatınızın amacı nedir ?
-ahh mösyö çok uzun bir konu bu, yalnızca bilmeniz gereken insan ırkı gelişti bizi öldürebilecek silahlara ve aletlere sahipler, her şeyden önemlisi çoğunluklar.
varlığımızdan haberdar değiller lakin artık dünya üzerinde egemenliğimizi ilan edip hem gündüz yürüyenlere hem de kurtlara kendimizi belli etmenin vakti geldi.

yüzyıllar önce kurtlar hakkında bazı şeyler duymuştum lakin halk masalından ibaret olduğunu düşünüyordum.
insanlar mı * değişik varlıklar ellerindeki küçük kutudan bir an olsun ayrılamıyorlar ve bu yeni dünya sadece ama sadece onlarınmış kadar rahat ve pervasızlar.
armand'la içeri geçtik.
evin içi eskitme taşlardan oluşuyordu.
ahşap ağırlıklı bir mimarisi ve bu mimariyi tamamlayan pahalı gümüş ve altınlardan oluşan süslemeler vardı.

armand bana dönerek.
lütfen rahatınıza bakın mösyö ben de size daha dikkat cekici bir şeyler getireyim.

biraz sonra elinde siyah pantolon tişört ve yine siyah bir deri ceket getirdi.
üzerimdeki uzun siyah elbiseyi çıkararak getirdiklerini giydim.

buyrun mösyö ayna da nasıl olduğunuza bakın diye seslendi.
ben aynalarda gözükmem diye cevapladım.

biraz şaşırmıştı ama şaşkınlığını kamofile eden keskin bir gülüş atarak, o zaman ben söyleyeyim, dedi.

uzun siyah saçlarınız var yılan grisi gözleriniz küçük bir burnunuz ve köşeli bir çene yapınız var mösyö üstünüzdekilerle çok yakıştı dedi ve ekledi hadi bir şeyler içelim.

-----bir küçük ara----
kitabı ne zaman çıkarıyorsun panpa? (iyice inciye döndük)

tanım: değişik bir hikaye.
------

armand ahşam yüzey üzerindeki kilimi kaldırdı ve aşağıya mahsenine indik.
burnuma gelen kesif kan kokusunu duyabiliyordum.
çok geçmeden onun küçük zindanındaki kadınları ve erkekleri gördüm.
bir tane de ufak çokçuk vardı.

bir yandan kafamıza göre insanların kanını emiyor bir yandan konuşuyorduk.
armand'ın haraketleri çok tiyatral ve estetikti.
ben ise ne kadar acı çektiklerine çok önem vermiyordum.

bir kaç metre ötede küçük bir mahsen vardı lakin hepsinden farklı olarak dışardan içi gözükmüyordu.
armand'a dönerek onun içinde ne var dedim.
ucundan kan damlayan işaret parmağımı kaldırarak.
-----

armand önce sol iç cebinden ipek bir mendil çıkardı.
ağzı ve etrafındaki kan lekelerini temizledi.
biraz mırıldanarak ''bence oraya bakmamalısın'' dedi.

daha çok merak ediyordum.
o mahzene doğru yürüdüm kapıyı tek elimle söküp kenara koydum.
bacaklarını karnına kadar çekmiş elleriyle kafasını kapatmış korkudan titreyen bir kadın vardı.

yanına kadar bir kaç adım atıp eğildim ve sordum...

+adınız nedir

cevaplamadı. korkudan titremeye devam ediyordu.
soğuk ellerimi ona doğru uzattım.
uzun tırnaklarımın gölgesi arkadaki küçük meşaleden dolayı duvarda çıkıyordu.
çenesinden nazikce tutup yüzünü kendime doğru kaldırarak tekrar sordum.
kocaman ve ağlamaktan kararmış gözlerini sildi ve

gloria efendim diye cevapladı.
-neden buradasın gloria
+ben sizi biliyordum vampirlerin olduğunu biliyordum
-ve armand'da seni buraya kapattı.
+evet efendim beni öldürmeyeceksiniz değil mi ?
-sol elimin dışı ve tüm soğuğuyla yanağını hafifçe okşayıp hayır tabi ki genç bayan diye cevapladım.

gloria yüzyıllar önce tek gerçek aşkım olan karımın bir görsel ikiziydi.
bu nasıl olurdu.
gloria'ya uzun uzun baktım.
çok geçmeden arkamda armand'ın beni izlediğini hissettim.

+onu neden öldürmek yerine hapsettin diye sordum gloria'ya bakarak.
-sizi yüzyıllardır tanıyan bir var mösyö
+alexander'dı bu.tek sadık dostum. muhtemelen gloria'nın eşimin görsel ikizi olduğunu söylemişti armand'a.

bir süre sessiz o mahzende kaldıktan sonra armand'la tekrar yukarı evine çıktık.

armand bana dönerek +bir misafirimiz var count...

merak içinde kafamı kaldırdım.
armand iki elini sağa ve sola açarak karşısındaki vampire

+hoşgeldiniz çağrıma kulak vereceğinizi düşünmemiştim dedi ve ekledi count, onun adı lestat.

lestat çok güzel bir adamdı.
1.80 boylarında beyazımsı sarı saçları gri gözleri soluk teni her şeyiyle çok güzel biriydi.

+tanıştığıma memnun oldum diyerek elimi uzattım.
-bu gereksiz orta çağ zırvalıklarını bırakalım count beni neden çağırdınız diye nezaketsizz bir tavırla elimi havada bıraktı.

lestat de lioncourt ahh gördüğüm en pislik en serseri ve en güzel adamdı.
lestat'ın bu ukala tavrı üzerine armand araya girdi.
aslına bakarsan count yüzyıllardır süren uykusundan yeni uyandı.
seni buraya ben çağırdım eski dostum dedi lestat'a.

lestat o sırada piano'nun başına oturmuş bir şeyler çalıyordu.
bir yandan ise konuşuyordu.

bir ölümlünün fazlaca irkileceği tınıları pianosunda çalarken armand'a dönerek peki neden, dedi.
armand ise vakur tavrını bozmadan artık başlıyoruz şeklinde yanıtladı.
lestat piano nun başından kalkıp orta boy ahşap dolabın üzerine oturarak sadece güldü.

ahh armand benim güzel vampirim şuan bu dediklerin olanaksız.
hem gündüz yürüyenler hem kurtlar bizden sayıca üstünler ve bunun yanında bazı özel insan birliklerinin bizden haberi var.

armand şaşırarak bunları nerden biliyorsun dedi.

paristen sana sadece fransız parfümü getirmedim armand bu bir kaç bilgi seni sanrısal hayallerinden kurtarıcak.
lestat sözlerine dalgacı bir gülümsemeyle devam etti.

tüm bu ilizyonist dünya'dan kurtulmalıyız algısal olarak farkına varabildiğimiz her şeyi sorun etmeliyiz çünkü biz lanetlileriz.
armand: evet ben de öyle düşünüyorum bana katıldığını bilmiyordum diye yanıtladı.
tüm taş avluyu lestat'ın kahkahaları böldü.
hadi ama armand cidden seni oynadığımın farkında değil misin. yıllar geçtikçe ağlak loui'ye benziyorsun.

armand kendinden emin bir şekilde, yardım etmeyeceksen eski dostum buradan gitmelisin diye cevapladı.
lestat ise buna pek niyetim yok.
şu ağlak kadın lana del rey'in parçası gibi born to die mösyö dedi armand'a.

lestat dünya üzerindeki her şeyle dalga geçen kendini beğenmiş biriydi.
bilgi birikimi şüphesiz çok yüksekti lakin bilgiye değer verdiğinden şüpheliyim.

yüzyıllar önce bir fransız lordunun en küçük oğlu olarak dünya'ya gelmiş.
çeşitli sebeplerden arkadaşıyla beraber paris'e kaçmış ve onu vampir yapıp tüm dünya'nın başına bela eden yaratıcı vampiri marcos ile tanışmış.
hayatında bir çok kadın olsa da tek gerçek aşkı kendisi gibi bir vampir olan loui'ydi.
bu uzun ve tiyatral dialogların ardından gündüzü geçirmek üzere tabutlarımıza girdik.
aklımda sadece karımın görsel ikizi gloria vardı.

güneş tepelerin ardından battığı anda daha fazla bu işkenceye dayanamadan kalktım.
evin salonuna doğru adımladım.
çok geçmeden lestat'ı mahzendeki kadınlardan biriyle gördüm.

kadın çnünde haraketsiz ve korkmuş bir şekilde lestat'a bakıyor lestat ise bundan zevk alırmışcasına ona bir dudak mesafesinden konuşuyordu.
ön kapıdan çıkıp balkondan geceyi izlemeye koyuldum lakin onları duyabiliyordum.

+oh demek korkuyorsun, neden peki tatlım, cidden yaşıyor musun ? klişelerle dolu hayatında beyaz atlı prensini bekleyerek ve en önemlisi her saniye yaşlanarak yaşadığını mı idda ediyorsun ? bence sen tam olarak ölümsüzlüğü hakediyorsun. yüzün o kadar güzel ki bana lanetli olduğumu bile unutturyor.bir an olsun
cenette gibi hissediyorum... bak ne diyorum sevgilim seni serbest bırakacağım eğer istersen seni serbest bırakacağım..

-cidden bunu yapar mısınız beni serbest bırakır mısınız diye cevapladı o kız ağlamaklıydı vve titriyordu.

+lestat bir kahkaha atıp tabi ki hayır benim güzel ... isminiz neydi acaba. diye ekledi.
kız artık tamamen ağlamaya başlamıştı.
armand beni fransa'dan getirdi ismim anna, lütfen beni öldürmeyin efendim.

ahh anna kötü kader bitanem. diye cevapladı lestat.

anna'nın çığlıkları yükseliyordu.
lestat onu vampir yapıyordu.
kendi kanından içirişini ve o evreyi görmek üzere içeri yürüdüm.
lestat bileğini anna'nın ağzına yapıştırmıştı.
anna istemese de zorla yutuyordu.

lestat onu bıraktığında derinden öksürdü anna kusar gibi olup tekrar ağlamaya başladı.
ayağa kalktı ve sendelerken.
lestat bir kere de boynunu kırdı veonu öldürdü.
artık bir vampir olarak uyanmasını bekliyordu.

o sırada bana dönerek.

kıymetli yorumlarınızı esirgemeyin count dedi.
dalga mı geçiyordu saygı mı duyuyordu emin değildim bu yüzden cevaplamadan gloria'nın yanına indim.
gloria beni görünce korkuya kapıldı.
bundan hoşlanmamıştım.
sana zarar vermeyeceğim gloria diye fısıldadım.

mahzenden yukarı çıkardım taşıyarak.
çığlığını tutuyor ama kafasını omuzuma gömüyordu.
bunun sebebinin aşırı korkmuş olduğundan beni görmek istememesiydi.

salona çıkardım ve yavaşca yere bıraktım.
o sırada lestat ağzını siliyor armand ise uyanmakta olan kızın başındaydı.

gloria bunları görünce olduğu yere düşerek bayıldı.
--spoiler--
devam edeceğim.nazik mesajlar ve artı oylarınız için de teşekkürler.
lakin daha önce bir kenara karaladığım bu hikayeyi paylaşma gereği duydum teşekkürler.
--spoiler--
sözlük bünyesinde fazla bulunmayan hikaye, biraz e-kitap gibi görün arkadaşlar, okunabilirliği var. ilgi çekici.
-------

gloria'yı olduğu yerden kaldırarak koltuğa bıraktım.
yüzünü bir süre sessizce izledim.
alnı pürüssüz bir nehir gibiydi, kirpikleri öylesine güzeldi ki sonsuza dek lanetlenmiş beni cennet bahcelerinde kılıyordu.

tüm bu sessizliği armand'ın anna'yı yanımıza getirmesiyle bozuldu.

lestat biraz önce anna'yı dönüştürmüştü, bunu şımarıklıktan mı yoksa cidden bir arkadaşa ihtiyacı olduğundan mı yapmıştı bilinmez.
tek gerçek anna'nın artık bir vampir olduğuydu.
armand panik içindeki anna'yı sakinleştirmeye çalışıyor lestat ise oralı bile değildi.
duvarda asılı olan kılıcı almış kendi değişik dünyasından bir şeyler söyleyerek sallayıveriyordu.

daha sonra kılıcı yerdeki ahşap yüzeye saplayıp anna ve armand'a doğru yürüdü.

anna'nın yüzünü iki eliyle kavrayarak,

+şşş sakin olmalısın sevgilim korkacak bir şey yok eğer pişman olduysan güneşe çıkıp bu ahir ömrüne son verebilirsin eğer beni pişman edersen ki bu çok daha kolay bir ihtimal seni kendi ellerimle öldürürüm.

anna pek bir şey demeden kafasını öne arkaya sallayarak lestat'ı onayladı.

daha sonra lestat onu beslemek üzere aşağıya mahzene götürdü.
bu sırada sık sık onunla dalga geçiyor ve aşağılıyordu.

gloria kendisine gelmişti.

armand'a evde su olup olmadığını sordum.
(bkz: reserved)

çok uzun geldiğinden okuyamadığım hikaye.