bugün

her şey hastalanmanızı öğrenmenizle başlıyor; boğucu, karanlık ve yağmurlu bir havada güneşin açmasını bekleyen bir çocuk gibi ben de güzel, mutlu haberler bekliyordum ta ki kötü haberleri öğreninceye kadar.
hayat istemediğiniz bütün olayları peş peşe önünüze seriyor. ve hiç de sormuyor bunu böyle mi istiyordun? diye niye sorsun ki.. çığlıklarınız ve ağlayışlarınız da bununla birlikte geliyor. ağğlıyorsunuz, yıkılıyorsunuz. ölmeden ölümü tadıyorsunuz. ayağa kalkıp dışarı çıkıyorsunuz. karanlığın içinde kaybolmak istiyorsunuz, zihniniz sizi en kuytu köşelere itiyor. ama hayat o kadar kolay değil diyor, acı çekmesini bileceksin ve öğreneceksin diyor. bir yandan yağmur yağıyor ama siz bunun farkında bile değilsiniz. çünkü yağmur sizsiniz. dolaşıyorsunuz, bomboş sokaklarda...
eve gelip çalmayı çok sevdiğiniz kemanınızı paramparça ediyorsunuz. peki neden? bu sorunun cevabı yok. bir ay geçiyor, iki ay geçiyor ama hastalığınız bütün bedeninizi sarıyor bir tek o geçmiyor. siz de bekliyorsunuz, ölüm denen o çılgın olayı...
eskiden şapkanızı büyük bir zevkle takarken şimdi nefret edip takıyorsunuz. aynaya bakıp her zaman özenle tarayıp, ördüğünüz saçlarınız bir gün geliyor yok... öyle bir yerdesiniz ki yaşamın kıyısında ölümünse yanıbaşında. bir adım geri gittiğiniz anda ölüme kavuşacaksınız. evet kavuşmak diyorsunuz çünkü acı çekmekten yorulmuşsunuz. bir adım ileri gittiğiniz zaman ise yaşamaya kavuşacaksınız. evet buna da kavuşacaksınız diyorum çünkü bir yanınız hep burda kalmak istiyor. ben bunun ortasındayım ama ölüm beni çağırıyor. bu yold en büyük yoldaşınız her zaman da dediğim gibi gözyaşlarınız. hastanede kaldığınız süre zarfında bir çok sevdiğiniz insan geliyor, size camın arkasından gülümsemeye çalışıyor... ama siz hiç acımadan sırtınızı dönebiliyorsunuz. dönüyorsunuz çünkü gözyaşlarınızla onları üzmek istemiyorsunuz. sessizce ağlıyorsunuz, saklanıyorsunuz...
dört sene boyunca beklediğiniz insanı yine bekliyorsunuz. bir yanınız gelmemesi için dua ederken diğer yanınız onu son bir defa daha görmek için dua ediyor. gelmesin diyorsunuz çünkü size acımasını istemiyorsunuz. acıdığı an daha çok üzüleceksiniz bunu biliyorsunuz.
geceleri uyuyamıyorsunuz çünkü uyanamamaktan korkuyorsunuz. herkesin derin sesizlikte kaybolduğu sırada sizyatağınızdan kalkıyorsunuz. damarınıza bağlı olan serumu çıkarıyorsunuz. acıyor ama siz bunu hissetmiyorsunuz. kimseye görünmeden çıkmak istiyorsunuz. ve çıkıyorsunuz. bunca riski o dağın tepesinde açan belki de sizin bir daha göremeyeceğiniz güneş için yapıyorsunuz. oturuyorsunuz, ağlıyorsunuz bu sefer sessizce değil hıçkırıklara boğularak. etrafınızda kimse yok, üzebileceğiniz kimse yok!! siz bunları düşünürken, sevdikleriniz telaşlı bir şekilde sizi arıyor. ve siz hastaneye tekrar dönüyorsunuz. her tarafta neredeydin?? sorusu yükseliyor. siz yatağınıza yatıyorsunuz, tekrar serumu damarınıza bağlıyorlar. ve siz onlara sadece şunu söylüyorsunuz: ölecek olan benim, benim için üzülmeyin, ağlamayın beni merak etmeyin. bu bir bencillik mi? hayır değil. siz onları üzmek istemiyorsunuz, kendinizden uzak tutmaya çalışıyorsunuz. elinizden gelen de bu kadar. damarlarınız iğneye doyuyor ve yıpranıyor, serum şişeleri bir yığın. (kan alırken, kusmak serbest). keşke diyorum bu hastalık üniversiteden sonra olsaydı veya hiç olmamasaydı. siz boğaziçi tarihi okumayı o kadar çok istiyorsunuz, bunun için durmadan çalışıyorsunuz. ama işlerinizde bir problem çıkıyor, beklenmedik bir misafir geliyor. siz kim olduğunu çok iyi biliyorsunuz. ölüm...
her gün kulağınıza fısıldıyor. bugün öleceksin, bugün olmasa da yarın. unutmak için kitaplara dalıyorsunuz, birçoğu da tarih. kafanızı tarihle bozuyorsunuz, düşünmek istemiyorsunuz ölümü. şimdi bekliyorsunuz ölüm denen o sonsuzluk yolculuğunu, elbet birgün gelecek yolcusunu almaya, çünkü haberi var sizin öleceğinizden... kapınızda nöbet bekliyor. ece gkscgkn.
sevinmelidir. yaşama görevi bitirilmiştir.

yaşamak bir görevdir hem de bi haltı olmayan bir görev.
ister yalan deyin ister doğru saçlarınız beyazlıyor, vücudunuz artık her hareketi kaldıramıyor, söylenenleri algılama kapasiteniz düşüyor, yolda giderken mezarlıkları görmek artık daha bir manidar hala geliyor ve anlıyorsunuzki dünya'da ölümden başkası yalan. işte biz o gün düşüneceğiz ve işte biz o gün ya tükeneceğiz ya ebedi mutluluğa ereceğiz. en akıllınız, ölümü en çok düşüneninizdir diye boşa söylememiş güzeller güzeli.
üzülmelidir. artık yanmaya bi kademe daha yaklaşılmıştır.
hergün daha çok yoruluyorsunuz
hergün daha çok acı çekiyorsunuz
herkes sizin iyileşmenizi büyük umutlarla bekliyor
bedeniniz, zihniniz hayır diyor
herkes iyileşeceğinizi kabul ediyor
ama zihniniz bir türlü kabul etmiyor
alışıyorsunuz
ve zamanın peşinden sürükleniyorsunuz.
ölüme doğru..
+sevim kos olum geldi
-cemil, yine mi penceredesin sen, cabuk gir iceri
/geldi sayin abim, hadi gir iceri yenge kizmasin
+kimse kizamaz bana, benim adim cemil o kadar
/cemil sayin abim
isyan mı? edeyim
isyan etmeye bile gücüm yetmiyor
ölmeyi mi? istiyorum
bilmiyorum
sadece ağlıyorum
boşluğa doğru yürüyorum
belki diyorum belki.
dilim varmıyor söylemeye
ama ben yaşamak istiyorum
düşününce bu imkansız
peki diyorum
boşver
ölüm belki en güzelidir.
en güzeli ölümdür
en sevdiğine kavuştuğun gündür
'ölüm benim doğum günümdür'
şimdi beklemek daha güzel
sevdiklerini arkanda bırakman belki üzer
ama bu gerçek
ölüm gerçek.
akabinde müezzinin hoş sesinden güzel bir selâ..
bir şeyi bilmek bilmemekten daha iyidir, hazırlıklı olmak belki herşeye. hayat boyu bunun için mücadele etmiyormuyuz gelecegimizi bilmek sonumuzu planlamak bir süpriz gibi hep yarını beklemek. önce büyümek için mücadele ediyoruz sonra seviyoruz ayrılıyoruz hep acıdan ölecek gibi olup bir şekilde sarılıyoruz hayata, soluk almaya, sevmeye illa birisini değil bir kuşu belki bir çiçegi sevmek için yaşamıyormuyuz. beklenen son ne zaman gelirse gelsin hep erken olmuyormu zaten. kimisi her zamanki gibi sabah çıkıyor evden akşam dönecek gibi, kimimiz farkına bile varmadan hiçbiseyin. kimimiz belki hayattan en çok zevk aldıgı an da yada en çok sevdiği şarkıyı dinlerken bırakıp gitmiyormu herşeyi.. her an kapı çalacak da içeri girecekmiş gibi olmuyormu geride kalanlara.direnmekten başka çare varmı yaşamaya, yaşamak diyorum çünkü insan yaşamaya direnir ölüm ise karşılıksız bir teslim oluştur.. teslim olmamak için direnmek gerek her koşulda.
belki de korktuğu şey direnmektir
bir umutla yola çıkarsın
anlarsın ki
boş bir umut peşinde gidiyorsun
işte o zaman dönersin
geç olmadan
yüzünü ölüme dönersin
seni bir tek o bekler
üzmemek için
üzülmemek için dönersin
herkese ve herşeye..
yaşamayı görev edinmişler için emeklilik vaktidir. plan yapma tatile çıkma zamanı gelmiştir.
şerefimizle, alnımız ak, kimseye muhtaç olmadan ölecekseK,
ister yalan deyin ister doğru, ister hiçbiri, ister hepbiri;

hoşgelsin safa gelsin ölüm.
kafanda yapamadığın beş bin planla gömerler bir gün.
15.08.2009
bugün arkadaşlarınız sizi ziyarete gelecek. biraz üzgün, biraz mutlu bir şekilde bekliyorsunuz. ve geliyorlar, hepsinin yüzünde zor da olsa bir tebessüm var, hepsine önceden söylenmiş arkadaşınızı üzebilecek konularda konuşmayın diye. kardeşim dediğiniz, onu bir kardeş gibi sevdiğiniz arkadaşınız bile iki kelimeyi bir araya getirmeye zorlanıyordu. hepsinin ne düşündüğünü tahmin edebiliyorsunuz. hepsi ağzınızdan çıkacak söze bakıyorlar. pür dikkat gözleri sizde. şapkanıza bakıyorlar. merak ediyorlar, nasıl oldu diye. siz de çıkartıyorsunuz şapkanızı. ve olay o anda bitiyor. hepsi gözlerini farklı yerlere çeviriyor. neden? yok cevabı. onları zorlamıyorsunuz, onlara eskisi gibi olmalarını söylüyorsunuz, beni üzmekten korkmayın diyorsunuz. ama onlar konuşmuyorlar, konuşsalarda komik olaylardan bahsediyorlar. bağırıyorsunuz onlara, samimi olmalarını istiyorsunuz. onlara gitmelerini söylüyorsunuz. sırtınızı bir kez daha çeviriyorsunuz ve ağlıyorsunuz. karanlık, kapkaranlık odanızda yine tek başınasınız. bunun böyle olmasını siz istediniz. birilerini yine bekliyorsunuz. ama onda da artık umudunuz kalmıyor. ve yine ölüme evet diyorsunuz. birini üzmek bu kadar kolay işte, sevdiklerinizi kendinizden uzaklaştırıyorsunuz. böyle mutlu olabileceğinizi düşünüyorsunuz.yine ay güzelliğini gösteriyor siz de merak ediyorsunuz. acaba bana da birgün kapkaranlık gecelerime böylesine güzelliğiyle ışıldayan ay doğacak mı diye. ve zorla da olsa uykuya dalıyorsunuz.
ölüm inkar edilemez bir gerçektir. gelirse alır gider, bazen zamanlı bazen zamansız... dolayısıyla yalanı da doğrusu da olmaz.
eğer
bir mucize seni sürüklemezse
tek kurtuluşun
köhne bir kasabada
iddiasız olanların
arasında beklemektir
ölümü..
(bkz: ölümden başkası yalan)
20.08.2009
bugünde ömrünüzün tükendiğine dair sohbetlerin geçtiği gününüzdür. yine ağlıyorsunuz. dökecek ne kadar gözyaşım varmış diyorsunuz.bugün hava almak istiyorsunuz. dışarı çıkmak, gezmek belki de ay ve yıldızlara eşlik etmek istiyorsunuz. bir banka oturuyorsunuz. ağlayarak ay ve yıldızları da üzüyorsunuz. onlar ise ısrarla parıldıyorlar. sizse onlara bakmıyorsunuz bile, gülümsemiyorsunuz. kalkıp evinize gidiyorsunuz. hastanade olmadığınız için şükrediyorsunuz. (bir hafta da olsa) eve geldiğinizde yemek yemenizi söylüyorlar. acıktınız mı? hayır, acıkacak mısınız? hayır. iştahınız herşeye kaçıyor hastalandığınız zaman. sürekli öksürüyorsunuz. yüzünüzde öyle bir ifade var ki. nasıl anlatabilirim bilmiyorum. size herşeyi yasaklıyorlar. doğru dürüst haber izleyemiyorsunuz, film izleyemiyorsunuz. ki siz tam bir filmkoliksiniz. tarih kitaplarını bile elinizden almaya çalışıyorlar. ve siz herşeye tamam diyorsunuz ama buna hayır diyorsunuz. tarih size, siz tarihe bağlısınız. eksikleriniz için çalışıyorsunuz. belki diyorsunuz belki iyileşirim. ve yine mezarınıza gidiyorsunuz. yatmaya korktuğunuz yatağınıza. birgün daha bitiyor. uyumak mı? hayır. gözlerinizi yummaya çalışıyorsunuz. bir an için iyileştiğinizi düşünüyorsunuz. ama öksürüğünüzle bu hayalleriniz de yarım kalıyor. atıyorsunuz zihninizin en karanlık köşesine. derin uykuya yatıyorsunuz. kendinize şunu söylüyorsunuz: ölüme biraz daha yaklaştın, tatlı rüyalar.
22.08.2009
mektuplar sizi ne kadar etkiler. mektup almayı, mektup yazmayı ne kadar da çok seviyorsunuz. ama hiç kimseden, hiçbir şekilde mektup almıyorsunuz. oturuyorsunuz, yazıyorsunuz bir sevdiğinize:
'bugün bir kez daha anladım senin yanımda olmadığını, bir kez daha sildim gözyaşlarımı, kalbimi bir kez daha temizledim. ve yine bekledim. dua ederken gelmemen için aslında iç çekerek bekliyordum gelmeni. bu mektubu yazmaya cesaret edememiştim. sana sevgiden önce büyük bir güvenle birlikte saygı duyuyorum. ne kadar mutlu olduğunu görüyorum. uzaktanda olsa. yanında olmayı isterdim, hem de çok.. ama seni üzebilirim, gözlerime her baktığında gülen gözlerle değil, ağlayan gözlerle karşılaşacaksın ve ben bunu istemiyorum. bana söylediklerini hiçbir zaman unutmuyorum 'seni üzebilirim bu bana zarar vermez belki ama sana zarar verir en çok da bundan korkuyorum.' bu sözlerin birlikte bir kez daha güvendim çünkü yalan söylemedin. kendine iyi bak.'
bu mektubu göndermeye bir yanınız çekiniyor, bir yanınız ise göndermelisin diyor. ve gönderiyorsunuz. gönderdiğiniz yer karlarla kaplı bir yer. beyazının hiç eksik olmadığı, ama sizin gözleriniz bu beyazlığı görmüyor çünkü siz zifiri karanlıkta kaybolmuşsunuz.
ve birgün daha haykırışlarınızla bitiyor.
24.08.2009
bugün büyük bir heyecanla bir mektup bekliyorsunuz. ama o mektup gelmiyor.bir yıldızınız kayıyor. kendinize şunları söylüyorsunuz: boşver bu hayalimde yarım kalsın, atayım onu da zihnimin karanlık köşesine. yarım kalan hayalerim de yarım... bir gününüz daha avuçlarınızdan kayıp gidiyor. daha fazla birşey yazmak istemiyorsunuz. zihninize kısa kes diyorsunuz, noktayı koyup bitiriyorsunuz...
öldüğüm zaman yanımda mıydın?
değildin
sana yazdıklarım
haykırışlarımdı
sen bunları duydun mu?
hayır
ben bekledim
gönlümün bomboş ve karanlık sokaklarında
bir ışık bekliyordum
bu ışık götürür dedim
belki senin yanına
ama o ışık yanmadı
aydınlığa kavuşamadan gidiyorum
karanlığa...
sadece büyük bir yalnızlık
ve bir hastalık..
işte böyle bekliyorsunuz ölümü.
25.08.2009
bütün umutlarınızın kırılmasına rağmen yine de bekliyorsunuz mektubunuzun gelmesine. bugün de boynunuz bükük kalıyor. oysa ki söylemiştiniz kendinize. bırak bu hayali diye. ama söz geçiremediniz zihninize de kalbinize de. bugün tarihe gömülüyorsunuz. büyük bir sessizlikle odanızda çalışıyorsunuz. tarihin savaşlarını, gerçeklerini görüyorsunuz. orhan bey döneminden başlıyorsunuz. (tarihte olmazsa) saatinizin tik tak sesleri size ölümü hatırlatıyor ve saati kırmanıza sebep oluyor. hastalandıktan sonra sinirli misiniz? aslında hayır. çevrenize zarar vermiyorsunuz veya siz öyle sanıyorsunuz. siz en büyük zararı kendinize veriyorsunuz. kalbinizi kırıyorsunuz.
zamanla yarış yapamadığınız için, ona kafa tutamadığınız için tek hamleyle saati kırabiliyorsunuz. abinizle oturuyorsunuz . abinizin yanında biraz da olsa yüzünüz gülüyor, etrafta maç muhabbetleri dönüyor... zorla da olsa biraz yemek yiyorsunuz. balkano çıkıp gökyüzüne bakıyorsunuz. hiçbir şey düşünmüyorsunuz. sadece sessizliği dinliyorsunuz. sessizliğin huzurunun keyfini çıkarıyorsunuz.
ve bugün yarım bırakıyorsunuz yarım hayallerinizi ve herşeyi...
ölüm geldi. derin sessizliğini hissettirerek. çığlıkları kulağınızda siz birilerini bekliyorsunuz, birilerinin desteğini belki de. ama bunu yapmayın. en çok üzülebileceğiniz olaydır. sizi bu kadar yaşlandıran olay hastalığınız mı? belki. ama sizi yaşlandıran, olgunlaştıran konu hayat. hayalleriniz yarım hayallerinizin üstüne kurulu. yarım kavuşmalar dolu bir hayat, yarım yaşanmışlıklar dolu bir zaman. siz bunların arasında ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. belki başarılı olursunuz bir ihtimaldir buda. ama siz böyle düşünmüyorsunuz çünkü öyle tecrübeler edindiniz ki bunla vakit geçiremiyorsunuz. kaygılarla, üzüntülerle, hayal kırıklıklarıyla doldurduğunuz bir hayat...
siz bunları hakkettiniz mi? size göre hayır. kaç yaşındasınız siz daha, neye, ne kadar zamanınız var. ben söyleyebilirim. çok az zamanınız var herşeye. bugünü değerli kılmadığınız sürece sizin için o gün ölmüş bir gündür. gerçi sizde ölecekseniz bunu düşünmüyorsunuz. herkesin içindeki o umut gün geliyor sizde yok. olmaması için de sebepler çok. birinci sırada ölüm olabilir. ama çevrenizdekilerin içlerinde size dair umutlar var. siz ise onları kırmamak için bazen rol yapabiliyorsunuz. ama gerçekler sizin canınızı sıkabiliyor. onun için zaten bu iç çekişleriniz, onun için zaten bu haykırışlarınız; herkese ve herşeye...
siz haykırıyorsunuz, kimse sizi duymuyor. ne kadar kendinizi heba etsenizde olmuyor, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. özlüyorsunuz okulunuzu, arkadaşlarınızı en çok da gülümsemeyi... içten, temiz ve saf gülümsemeyi. hayata karşı gülümsemeyi. siz bunu başaramıyorsunuz. önünüzde bunun için çok engel var. siz daha bir engeli bile kaldıramıyorsunuz. ilerdeki engellere yenik düşmekten korkuyorsunuz. zamansa size destek bile olmuyor, neden destek olsun ki... sen misin bir tek bu hayatta, sen misin bir tek acı çeken. bunu öğrenmediğiniz sürece bencilsinizdir. ama siz bunu gayet iyi öğreniyorsunuz. bunları hastanede kaldığınız süre içinde öğreniyorsunuz, sizin gibi insanlar, hepsinin hayatta kalma endişesiyşe yanıp tutuşan yürekleri var birisi sizden de küçük birisi daha yeni başladı hayatı yaşamaya ama onuda aldı hayat. artık bunları gördükten sonra biliyorsunuz ki bu hayatta acı çekmek normal...
karşınızda sevdikleriniz zihinlerinde sizi üzmemek için çabalayan bir düşünce. sizse onları kendinizden uzaklaştırıyorsunuz . ağlamak; öğrendikleriniz arasındaki en büyük olay. hayata tutunmaya elbette çalışıyornuz, defalarca deniyorsunuz ve her seferinde hayat sizi yarı yolda bırakıyor. sizi vazgeçiyorsunuz. diyorsunuz o zaman beni al yanına...
riskleri göze almayı öğreniyorsunuz, öğretiyorsunuz; sizin yaşamanız mucize mi? sizin gözünüzde evet öyle, gerçi sevdiklerinizin gözünde de öyle. ama bunu size söylemeye çekiniyorlar, sizi üzmek istemiyorlar.
en çok onlar üzülüyor, en çok onlar yıpranıyorlar. onlar kim mi? çok sevdiğiniz aileniz; anneniz, babanız ve kardeşiniz... ağlıyorlar sizinle birlikte ağlıyorlar, gülüyorlar sizinle birlikte gülüyorlar, ölüyorsunuz tek başınıza siz ölüyorsunuz... onları geri de bırakım üzüyorum, geride kalanlara üzülüyorsunuz neden beni bu kadar çok sevdiniz?, neden bana bu kadar değer verdiniz? diye haykırıyorsunuz (ah!! ümit dolu gençliğim) yine onları üzüyorsunuz farkında olmadan. ama bunu yapıyorsunuz dedim ya elinizden gelen bu kadar. şimdi bekliyorsunuz o günü... geleceğini biliyorsunuz.