bugün

age of empires 2'nin en etkili silahı.
sadece kod yazarak çıkarabilirsiniz.

diyeceksiniz ki nedir bu silah?
yeniçeri? pers filleri? paladin? vesaire vesaire? hiçbiri. bu silah bir mustang.

üstelik geçmişte gerçekten böyle bir durum yaşanmış ve bu ortaçağ tablolarına dahi yansımış.

görsel
görsel
görsel
görsel
Bildiğin ibnelik.
age of empires 2'de cobra arabayla imparatorluklar kurmaya yarayan şifredir.

komut satırına yazılır, ctrl+c yapılır. parmaklar uyuşana kadar ctrl+v yapılarak ordu tamamlanır.
aoe'da(age of) göt kurtaran hile. hatta bazen zevkine hiç gelişmeyip adamların size saldırmanız da düşmanı 10-20 tanesi ile yerle bir ettiğiniz arabalar. itiraf etmeliyim ki 3-4 tam donanımlı ve taşaklı bilgisayar ordularına bunlarla saldırıp bir de zevk alırdım. nasıl bir götmüşüm lan ben.

yalnız başlığı görünce çocukluğumu özlediğimi fark ettim hamua goyim.
görsel
görsel
yazıldığında town center etrafında mavi arabalar türeten şifre.
experte karşı bi tarafımı kurtaran acınacak age of empires hilesidir. entera basıyor ve yazıyorsun.
ing. bunun neresine basıyorduk ulan.
çıkardığı arabalar kalelere * adam gibi hasar vermediği için yüzlerce kere yazmanız gerekebilen * ageof hilesi.
age of empires adlı strateji oyunun en uçuk hilesidir. bilindiği gibi age of'un ilk çağdan orta çağa doğru ilerleyen bir yapısı vardır. ancak bu hileyi yaptığınızda oyuna blue viper denilen mavi arabalar dalar ve kapılarını aça kapata bombalayıp düşmanı yok ederler. yani süper saçma bir durumdur.

şimdi bu saçma durumu daha saçma bir hale sokalım, konuyu gözyaşları içerisinde bir hikaye anlatarak pekiştirelim.

hamiş: tanım yukarda bulunmakla beraber hikaye keyif olsun diyedir...

how do you turn this on

(öykü kahramanının dilinden)

lise yıllarımın başlarında vakit geçirmek için internet cafelerde age of empires denilen bir oyun oynardım. kaleler yap, ordu kur, taktik belirlemeye çalış ve düşmanı yen! insanı bazen zorlasa da zevkli bir oyundu.

ancak bu oyunda hile yapan çocukları gördüğüm anda büyük bir hayal kırıklığına uğradım.(bir damla gözyaşı süzülür.) ya bu oyunda mavi viper arabaların işi ne? oyun oynarken bile mi sıkıya gelemeyeceğiz?

o günden sonra bu oyunu oynasam da eskisi kadar tat alamaz oldum.

sonraki senelerde yine bilmediğim bir oyunu kurcalamak istediğimde aynı durumla karşılaştım. küşük bir çocuk geldi yanıma, "aa abi sen şifre yazmasını bilmiyor musun?, dur sana tüm silahları alayım, dur tank çıkartayım..." ne oyun zevki kaldı, ne bişey! ama kızamadım keretaya. aynı mekanda 7-8 kişi counter atıyordu. biri sövmeye başladı: "kim lan o bilmemnesini naaaptıım şifre yazan!" ...

dışarı çıkıp hayat sokaklarında yürürken (kahramanımız gerçekle hayali karıştırmaya başlar, tüh garibim.) isyan edenlerle karşılaştım:"neden tüm dertler beni buluyor, neden bu hayatta "how do you turn this on" yapılamayor" diye bağırışıyorlardı.

iğne batsa "ah hain kader, adeletin bu mu dünya, bana da bir "how do you turn this on"(bizim oğlan bu hileyle kafasını bozup, sayıklamaya başlar.) versen çok muydu?" diye bağırıp, saçını başını yolanlar gördüm.

"bilgisayar oyununda mısın ulan, herkes gibi bir hayat yolcususun sen de." diye azarlayasım geldi, baktım ki bu saçını başını yolanlar da internet cafedekiler gibi çocuktular. (hayır olsun diyelim.)

sonra bir sokakta yürürken yine bağırıp çağrışanlar gördüm. birileri ellerine tencere kapakları almış habire birbirine vuruyor, hızlarını alamayıp camlara taş atıyorlardı. şöyle bağırdıklarını duydum: "madem ki bu dünyada kötülükler var. madem ki insanlar dertler içinde kıvranıyor, biz de bu düzeni yaratanı, bize "how do you turn this on" yapabilme imkanı tanımadığı için yok sayıyor ve tanımıyoruz!

yine hiddetlendi bir yanım: "inanmazsan inanma, içinde yüzdüğü denize inanmayan balık! dağa küsen tavşan!" diyesim gelse de kendimi yatıştırdım.
bir de baktım ki ne göreyim! onlar da sadece iki küçük çocuktu. daha dikkatli bakınca afacanların üstlerini başlarını kir pas içinde bıraktıklarını fark ettim. burunları da akmıştı. eğildim boylarına kadar, kağıt mendilimi çıkartıp burunlarını sildim. bir tanesinin gözlerinin içine bakarak "neden kendine inanmıyorsun?" diye sordum. o an çocuk iradesi dışında bana göz kırptı. "peki öyle olsun göz kırpan." doğruldum ve çocuklara hava kararmadan eve gitmelerini söyledim. ne var ki çocuklar yine bilmiş tavırlarını takınıp "biz çocuk değil, yetişkin ve zeki insanlarız, üstelik kimseden de emir almayız." dediler. sonra sırtlarını dönüp zıplaya zıplaya koşmaya başladılar. koşarken "hadi pokemon tasolarımızla oynayalım" diye gülüşüyorlardı. ah şu çocuklar diyerek ben de gülümsedim.

herkesten uzaklaşınca içimdeki hiddetli yan bu sefer benden hesap sormaya başladı: "herkes zırlarken sen sarayda mı büyüdün! sen niye onlar gibi dertlerini dökmüyorsun..."
sonra içimdeki diğer taraf ona cevap verdi:"ne gerek var böyle şeyler yapmaya? hayat bir bütün ve yaşanan herşey acı ya da tatlı insana çok şey katıyor. hiçbirine haksızlık yapmamalıyız."
"iyi ki bu dünyada "how do you turn this on" diye birşey yok, tüm yapılmaya çalışılan hileler son nefesle sonuçsuz kalıyor."

beynim sustu. içimdeki durulmayla rahatladım. yolda yürürken akşam üzerime huzurla çöküyordu tekrar.

(böylece bu hikayede burda bitti. gökten üç elma düştü. yersen!)