bugün

Yine bir gün fakiriz. ilkokuldayım, Babam para kazanmayı öğren diye bana boya sandığı almış, ayakkabı boyayacağım. Birkaç gün gittim utancımdan bağıramadığım için hiçbirşey kazanamadım. Babam dedi ki simit alalım onu dene. Yav baba ben bağıramamaktan muzdaribim ne simiti derken, şans talih kader kısmet fikri aklıma geldi. Hem bağırmama gerek yok herkes bok sineği gibi başına üşüşüyor 50 kuruşa 5 liralık çikolata alacaklar ya, hem de ben de içinden tırtıklar yerim diye düşündüm. Babam kabul etti, aldı bir tane şans talih kader kısmet. Bilmeyenler için pazarlaması yapılacak ürünü anlatayım. içi saman diye tabir edilen dandik gofretle dolu ancak Birkaç farklı kalitede imal edilmiş 5-6 tane de çikolatanın cazip olsun diye içine doldurulduğu dikdörtgen bir kutu. Kutunun üstünde yuvarlak daireler var ve bu dairelerin üstü jelatinle kaplı, iğne ucuyla kazınmaya hazır. Tam hatırlamıyorum ama 36 tane falan kazınabilecek kutucuk var. Müşteri geliyor 50 kuruş veriyor ve sivri bir cisimle bu yuvarlaklardan herhangi birini kazıyor, hiçbir rakam çıkmazsa dandik saman gofreti alıp götüne baka baka gidiyor. Çoğu kişi bu samanı tenezzül edip almaz bile. Olur da az sayıda bulunan 1-2-3 lerden birini kazırsa o vakit az önce bahsettiğim kalitedeki çikolatalardan kazanır. Akıllı müşteri tezgaha yanaşınca daha önce kazınmış numaralara bakar ve 1-2 falan çıktıysa uzaklaşır çünkü büyük ikramiyeyi alan almıştır zaten. Piç satıcılarda birileri büyük ikramiyeyi kazıyıp ortaya çıkarsalar bile müşteri gidince iğne ucuyla kazıyarak numarayı yok ederler ki birazdan gelecek müşteri büyük ikramiye henüz çıkmamış sansın ve para yatırsın. Ben de cin olmadan adam çarpacağım ya, adamın biri 5-6 kere çekti ve 1 leri 2 leri hemen buldu, bizim tezgah mundar oldu. Meğer o rakamlar kağıda basılırken bazen hatayla jelatine de bulaşıyormuş ve dikkatli gözler de bu mürekkep lekelerinden büyük ikramiyenin yerini buluyormuş. Gitti bizim büyük ikramiyerler ama benim pes etmeye hiç niyetim yok, sıçarım böyle işe dedim ve ilk günden hile yapmaya karar verdim. iğneyle numaraları kazıdım ve avımı beklemeye başladım. Adamın biri geldi birler ikiler çıktı mı diye sordu, olurmu abi hepsi kuzu gibi yatıyor dedim. Herif bir, iki ,üç derken hırs yaptı parasını verip kalanların hepsini kazıdı ama hiçbirşey yoktu. Çok kötü sarpa sarmıştı olaylar. Adam beni evire çevire dövmeye başlamıştı, hem abi yapma diyordum hem de sümüklerimi silmeye çalışıyordum ki platoniğim demirdöküm fabrikası müdürünün kızı zuhalle gözgöze geldik. Yarım saat önce zuhal beni bu boktan işi yaparken görmüştü daha onun şokunu atlatamadan bu olay kötü olmuştu. yediğim dayaktan çok Zuhalin görmesi üzmüştü beni. O günden sonra karar aldım birgün parayı bulduğumda kader kısmet satan çocuklardan hile yaptıklarını bile bile saman kazanıp onu da almayacaktım.
aklıma geldikçe hüzünlendiğim anılardır.

ortaokul yılları sözlük o zamanlar babamın işleri kötüydü, kiradaydık ve 4 kardeş okuyorduk.
okula harçlık almadan giderdim, abimin eski kıyafetlerini giyerdim çoğu zaman.
okuduğum okulda kalburüstü ailelerin çocuklarının okuduğu bir devlet okuluydu. hep ezilmiş, hor görülmüş hissederdim kendimi.
bir gün yerel bir tv kanalı gelmişti okula ve sınıftan sadece 5 kişiyle röportaj yapacaktı. heyecanlıydım çünkü bende seçilmiştim. adam ismimi, yaşımı, okulumu sordu ve çocukluğumun saplantısı olan o soruya geçti. ''günde ne kadar harçlık alıyorsun?'' sanane ulan be adam sanane?
utana sıkıla yalan söyledim sözlük, söylediğim miktar sınıftaki arkadaşlarımın harçlığının yarısı bile değildi ama bazı arkadaşlarım farketti yalan söylediğimi. çok utandım be sözlük çok. eve gidince ilk defa televizyonda görecektim kendimi ama söyleyemedim anneme okula televizyon kanalının geldiğini. çünkü yalan söylediğimi görecekti ve daha çok üzülecekti benim için. izleyemedim o programı, göremedim de kendimi. okula geldiğinde öğrenmişti annem program olduğunu, sordu neden söylemedin izlerdik seni hep beraber diye. Sadece ''unuttum'' diyebildim.
şimdi düşünüyorum da ortaokula giden bir çocuğun harçlığını niye sorarsın be adam niye?
.....
üniversite 1. sınıftaydım sağlık sorunlarımdan dolayı yurttan ayrılıp arkadaşlarla eve çıkmıştık ki evde 7-8 kişi kalıyorduk zaten. ilk aylarım sıkıntısız geçiyordu evdekiler sağ olsunlar gönder dedikçe para gönderiyorlardı. ben de çok rahat bir hayat yaşıyordum. neyse efendim bir gün ablamdan bana bir mesaj gelmişti mesajı tam olarak hatırlamıyorum ama içeriğinde "neco bizimkiler sen oralarda mağdur olma diye istediğin zaman para yolluyorlar ama harcamalarına dikkat et ablacım. elindeki paranın idaresini bil annem babam yeri geliyo aç yatıp sana para gönderiyolar. borçlar her geçen gün artıyor ablacım ama sen düşünme biz bir çaresine bakarız. senden isteğim mağdur olma ama elindeki paranın kıymetini de bil." tarzında bir mesajdı. akabinde "eve haciz gelebileceğini" de söylemişti. mesajı okuduktan sonraki psikolojimi ömrümün sonuna kadar unutamayacağım sanırım. ben burada rahat rahat yaşarken memleketimde ailem benim için ne sıkıntılar çekiyordu. o günden sonra ne mi değişti sözlük? babam son kez bana alyansını satarak para göndermişti. ondan sonra gönderemez oldu ve ben devletin verdiği 280 lira ila geçinmek zorundaydım. birkaç hafta da öyle olmuştu zaten. 1-2 gün yemek yemediğim oluyor arkadaşlara misafirliğe gittiğimde karnım doyabiliyordu. ailemin içine mi doğdu bilmiyorum ama bir-iki haftalık sefaletimden sonra para göndermek istediler kabul etmedim, edemedim. çok iyi biliyordum ki bana o parayı gönderselerdi belki de onlar ekmeksiz kalabilirlerdi. neyse sözlük sonra hem okuyup hem çalışmaya karar verdim lc waikiki mağazasında işe başladım. orada bir süre çalışarak geçimimi sağladım. sömestr tatilinde anneme "anne ben sömestr da gelemiyorum burada kalıp çalışsam çok iyi olur" dediğimde annemin bana belli etmediği ama içine akıttığı göz yaşlarını hissedebilmiştim. ve son paramı da bilete vererek bir kerelik tuvalete gidebilecek kadar para ve 2-3 dal sarma sigarayla memleketin yolunu tutmuştum. sonra ne mi oldu sözlük daha fazla dayanamadım gurbet elde ailemin sıkıntılarından uzakta olmaya. sömestr dan bir ay sonra geri dönmüştüm memlekete. evdekilere "okulun geleceği yoktu, bize işte başka diploma veriyorlarmış" tarzı bahaneler uydurarak onları ikna etmiştim. oysa ki ben bu zor zamanlarda onların yanında olmak ve yardımcı olmak istiyordum. memlekette bir işe girmiştim ve birkaç ay çalışıp parama hiç dokunmayarak aileme yardımcı olmuştum. ayrıca bankalara koşturup aldığım asgari ücretle kredi çekebilir miyim acaba diye sorup soruşturuyordum. elbette hiçbir banka bana kredi vermemişti. ben de yapılacak en son çare borçlarımızı yapılandırmış, aileyi belirli bir düzene sokmaya çalışmıştım. daha yaşım 19 bile tam değildi ama babamla beraber çok büyük bir sorumluluk üstlenmiştim. akabinde yapılandırdığımız borçları ödeyemez duruma gelmiştik. ve kendi evimizi satılığa çıkarmıştık. eve alıcı da çıkmamıştı fiyat düşürmemize de rağmen. ardından 1 hafta kaldığım yurdun ödemediğim paralardan dolayı beni hacze vermesiyle sıkıntılara sıkıntı eklenmişti. şu an durumlar nasıl mı? ben hala ailemin yanındayım ve üniversiteye tekrar gidebilmek için sınavlara hazırlanıyorum. borçlarımız aynı durumda ancak en azından bazı hukuki yollarla belirli bir düzene girebildik. Allah'a çok şükür huzurumuz da yiyecek ekmeğimiz de yakacak odunumuz da var. ben ki üniversiteye gidene kadar çok lüks olmasa da istediği olan ve alınan bir çocuk olarak yaşamıştım ki bu olaylar benim artık bir çocuk olmadığım gerçeğini yüzüme yüzüme vurmuştu. ne kadar çok sıkıntıya çileye katlanmış olsam bile bunlardan şikayet etmek yerine bunların beni olgunlaştırdığını düşünürüm. Allah'a her zaman şükrediyorum sözlük. o kadar zor zamanlarımız oldu ki ancak Rabbim bir şekilde bizi rızıklandırdı. ve Allah'a şükürler olsun ki asla isyan etmedim. eviniz vardı evinizi neden satmadınız en baştan diyebilirsiniz. onu da memlekete geldiğimde ablam söylemişti. ileride annem ve babamın ben ve ablama bırakabilecekleri tek miras o ev olduğu için satmamak için çok direnmişler. şimdi ise borçlu olduğumuz bankalar o eve el koymuş durumda ve zamanı geldiğinde o annemin ve babamın bizlere bırakmak istediği evi satacaklar. varsın evimiz olmasın, lüks yaşamayalım. ben bu yaşadıklarım sayesinde ailemin, annemin, babamın, ablamın değerini çok daha iyi anladım. Allah onları başımdan eksik etmesin. ileride de çocuklarıma bu yaşadıklarımı zamanı gelince anlatıp onların hayatın gerçeklerini görmesini sağlayacağım. çünkü ben de keşke bu gerçekleri daha erken öğrenebilseydim.
yok ki, biz caya bile bal katardık..ne garıbanlığı..
Vay amk sözlükte ne kadar da çok ezik var dedirtmiştir. Daha da gelmem Uludağa.
Şaka lan şaka. Küçükken annem bize "babanız para alınca her birinize birer tane yumurta kıracam" derdi. Yumurta lükstü anlayacağınız. Kardeşim büyüyünce döner kokusunu parfüm yapıp evine sıkacağını söylerdi. O kadar kutsaldı yani döner.
Sonra ne mi oldu. Paranın anına koyduk ailecek. Zuhahaha. Şimdi bir elimiz yağda bir elimiz balda söylemesi ayıptır. Şaka maka aferin lan bize.
Tüm öğrencilerde olduğu üzere*; para bitince "sigarayı bırakıyorum ben" dediğim anlar. hala arada derim.
kurban bayramında ailemin köyde et yerken benim burda, bu entry'i girdiğim evde, sabahtan akşama kadar aç kalmamı ne zaman hatırlasam içim burkuluyor.
aslında tamamen aç kalmamıştım iyi yönden bakmak gerek.
cebimde az bişe para vardı, gittim iki kutu pişmaniye bi kutu kola alıp içtim. ne bileyim açlık kafama vurmuş kurban bayramı ve ben tamamen yalnız bi şekilde akşama kadar evde yalnızlığın nirvanasına ulaştım.
servisçilik yapıyorduk, araçla bir gün eve gelmedik fazla mazot yakmasın diye otobüse biniyorduk.
genelde parasal anılar düşünülmektedir.

--spoiler--
olum bir partiye gittim. en az 250 kişiye yakın yaşıtım insan var. hepsinin sevgilisi var. köşelerde hayvan gibi sevişenler felan. barda tek başıma o akşam içtim manda gibi. parasının amk sevgilin yoksa en büyük garibanlık budur. bu da böyle bir anımdır.
--spoiler--
üniversitenin ilk senesi. Para harcanmış bitmiş. Pederden de para isteyemiyorum. Paranın yatmasına da çok var. Arkadaş çevreside edinememişim tam. Birde gurbetteyim, birde evdeyim üstüne üstlük. sigaram bitti tam bir hafta çay sardım içtim. Allahtan bi dönem tütün içmeyi denemiştimde evde çarşaf vardı. O bir haftanın sonunda paramın yattığı ilk sabah -saat 7:00 gibiydi- koşarak gittim bir paket sigara aldım. Börekçide oturup börekle beraber büyüğünden bir çay içtim. Sonra bi çayda sigarayla beraber. Sonrada berbere ağzıma dolan bıyıklarımı düzelttirmeye gittim. Hayatımda unutamayacağım haftalardandır. Ve sigaradan en çok keyif aldığım zamanlardan biridir.
üniversite ikinci sınıftayken organik kimya kitabımı satıp hoşlandığım kızı yemeğe götürmüştüm.. o zamanlar sormama rağmen sevgilisi olduğu söylememişti bana.. üsteki daha önce de o kızı sevdiğimi söylemiştim ona.. çok pis koymuştu lan.
küçükken tekstil fabrikalarımız, sayısız evimiz, arabalarımız vardı. sonra bir gün beş parasız kaldık, annem le babam boşandı falan. Kışın sobası bile olmayan bir evde kaldık üç ay.

not: şimdi yıllık ortalama 40 bin lira vergi veren bir şirket sahibiyim. devlet tede yerim sağlam. kendinizi geliştirin gençler.
kardeşimin doğduğu seneydi, aynı zamanda babaannemin kanser olduğunu öğrenmiştik.(babaannem bizimle yaşıyordu)
şilede onkoloji bölümü olmadığından babam annemi ve babaannemi istanbula göndermişti tedavi olması için.
8-9 yaşında bir çocuktum, babam ne kadar ilgilenmeye çalışsa da annem gibi olamadı işte bitlendim o sene.
farları kocaman bir araba şeklinde olan beslenme çantam vardı. babam uğraşmasın diye kendim hazırlardım çantamı.
peynir ve ekmek. o sene sadece peynir ve ekmek yedim okulun öğlen arasında. allah affetsin babaannem ölsün de
annem çabucak yanıma gelsin diye çok dua etmiştim hatırlıyorum. boğazım düğümlenince yazamıyormuşum şimdi farkettim.
yazar profilini açıp iyi oylananlara tıkladıktan sonra son bıraktığımdan çok farklı bulmam, beni kim seri oylamış böyle diye düşünüp sevinirken aslında o profilin 1-2 dakika önce check ettiğim bir başka yazara ait olduğunu farketmem. açık unutmuşum meğersem. tüh.
Çocukken hiç bir 23 Nisan oyununa katılamam.
Herkes terlik giyerken lastik ayakkabı giymem.
Bayramlık alamamam.
Tek oyuncağım kırıldığında da çok ağlamıştım.
Bmw 5.25d almaya param yetmediği andır. 5.20d almıştım. Gözümde kalmadı değil ama.
ortaokuldayız mevsim kış ailem bana diğeri çok eskidiği içi kıt kanaat yeni bir parka alıyor kahverengi . 1 hafta sonra arkadaşlarla okul sonu maç sonrasında unuttum onu. evde annem çok kızdı. gece o soğukta ceketimle koşup baktım yerinde yoktu. bütün kış boyu her önünden geçtiğimde belki yerine konulmuştur diye baktım hep eski yıpranmış montumu giyerek. inanın hiç üşümedim ; ne zaman üşüsem kendime olan kızgınlığımdan ısınıyordum. şimdi bir sürü kıyafetim var ama o parka hala gözümün önündedir.
ilkokul 4.sınıftaydım. iri yarı, ekmek yemekten şişman kısa boylu bi tiptim.Okulda tiyatro seçmeleri vardı. Ben de o zamanlar yan sınıftan elif isminde bir kızdan hoşlanıyorum. ilk hoşlantımdı diyebiliriz. Neyse sırf onu görmek adına bende seçmeye katıldım. Gittik konferans salonuna. Tiyatronun konusu 1915 yılındaki bir aşk hikayesi ve o zaman ki savaş. Birde baktım ki hoşlandığım kız gelin rolünü kapmış, onun karşısına damadı arıyorlardı. Damatlık için aday olanları sordu öğretmen. Tam kalkacaktım ki birden ayakkabımın sağ tekinin baş parmak kısmı açılmış, yırtık çorabımdan baş parmağımın gözüktüğünü farkettim. Kafamı öne eğerek tam vazgeçmiştim ki, öğretmen sıraki rol için "topal davulcu" rolü için adayları sordu. Yırtık ayakkabımın olduğu bacağımı topal yaparak gizleyebileceğimi düşünmüş, oynamış ve rolü kapmıştım. Damat rolünü ise babadan zengin, eli yüzü düzgün bir çocuk almıştı batuhandı ismi. Neyse 1-2 hafta geçer çalışmalar devam eder. Bendeniz "Topal davulcu" daha fazla hoşlandığı kızı bu zengin çocukla görmeye dayanamaz,tiyatro grubundan ayrılır ve tüm hocaların nefretle baktığı bir öğrenci olur.

- Peki ya sonra mı? Herşeyin kıymetini daha çok anlamış, hiç olmadığı kadar hırs yapmış boyumu ve saçlarımı uzatmış,zayıflamış okulun en popüler çocuğu olmuştum. Elif ismindeki dünyalar güzeli kızı da tavlamıştım.
o zamanlar lojmanda oturuyorduk. teyzemin oğlu var, küçücüktü o zamanlar, ailenin göz bebeğiydi, herkes onu çok severdi. çok uslu bi çocuktu, hiç şımarıklık yaptığına şahit olmadım. 3-4 yaşlarındaydı yanlış hatırlamıyosam.

akşamları lojman ahalisiyle birlikte oturup çekirdek çitlerdik.

yine öyle bi akşamdı. ikinci katta oturan kuzenimle aynı yaşlarda bi çocuğun akülü arabası vardı. akülü araba zenginlik göstergesiydi o zamanlar. teyzemlerin durumu da iyi değildi. eniştem işçiydi, o parayla geçinirlerdi.

kuzenim içli içli akülü arabaya bakıyodu. binmek istiyorum da demez güzel yüreklim benim. bakıyodu öyle sadece. eniştem de "hadi gel oğlum izin alalım da binelim biraz" dedi durumu anlayıp. neyse çocuğun babasından izin alındı. kuzenim arabaya oturur oturmaz, arabanın sahibi çirkef velet bir ağlamaya başladı ki anlatamam. geldi ittirdi çocuğu, in arabamdan diye cıyak cıyak ağlıyo. kuzenim oturur oturmaz kalktı, hiçbi şey demeden uslu uslu sarıldı eniştemin boynuna, eniştem de bi şey demedi aldı kucağına. çocuğun anası da tek kelime etmedi ya içimde uktedir.

bilmiyorum böyle anlatınca pek acıklı olmadı ama aradan 15 yıl geçmesine rağmen o bakışı, eniştemin de oğlunu sessiz sessiz kucağına alışı ne zaman aklıma gelse gözlerim dolar. hep akülü araba almak istedim ona, tabi o zamanlar ben de küçük sayılırdım, nasip olmadı. şimdi de büyüdü gitti.

çok param olursa inşallah sana gerçeğini alıcam o arabanın. kuzum benim...
çocukken ne lunaparka gittim ne de benzer bir yere. sonra ergen vakitlerimde amcan alırdı beni cevahir'e götürürdü çocuklarıyla. bütün çocuklar bayramda yok lunaparka gidecem yok şuraya gidecem derken hep değişik olurum hâlâ.
dört yaşımda falanım. annem hasta, yataktan kalkacak hali yok. babam da işte. benim karnım acıktı. mutfakta dolanırken annemin iki gün önce yaptığı un helvasını buldum. yarım kase falandı. bir de vişne suyu buldum. taktım pipeti götürdüm anneme. bir fırt ben çekiyorum, bir fırt o. elimle un helvası yediriyorum anneme gıdım gıdım.çocuk aklı işte.

o gün bugündür un helvasını yerken boğazım düğümlenir.ama çok severim o ayrı.
7-8 yaşlarındaydım. eti tutkunun 750 bin olduğu zamanlardı para biriktirmiştim ve hepsi 50 bin ve 100 binliklerden oluşuyordu tam 750 bin olunca kaprimin alt cebine parayı koyup bakkala gittim ve tutkuyu alıp tüm parayı masaya koydum. ardından bakkalcı puşt bana 50 bin eksik dedi ve o an gerçekten yıkıldım. çok ufak bir şey olabilir ama çocuklukta bu ufak şeyler bile çok önemliydi. sonra getiricem dediysem de bakkalcı beye inandıramadım. eve gidince gerçekten ağladım ve bir kaç gün sonra bakkalcının mercedese bindiğini gördüm. ulan o kadar paran var her alışverişimizi senden yapıyoruz bir elli bini çok gördün bana dedim ve bana gülerek; babandan iste velet gibi bişey dedi tam hatırlamıyorum . bunu babama söylesem adamı çeker vurur heralde ama neyse. 2-3 gün sonra ise bakkalcı amca mercedesi ile şarampole uçup hayatını kaybetmişti. (bkz: mutsuz son)
ilkokulda karne alacağımız zamanlar son sınavlar yapılıyor benim kitap dökülüyor kaplamak lazım anneme söyledim gazetetle kaplarız dedi garip anam kapladık okula gittim faşo çocukları güldü böyle kapmı olur bende kendim yaptım dedim sonra söküp attım seneler geçti hayla unutamadım
Zordur hemde çok zor

parasız olan kendi memleketinde yabancı gibidir hz.Ali r.a

Hayatı film gibi izlersiniz lan bende oynayabilsem şu hayatı dersiniz seneler geçer millet yer, içer, modaya uyar, pikniklere gider, güzel kıyafetler alır manita yapar sen ise suçlu olursun sebebi fakilik birşeyi zamanında yapmak lazım seneler geçtikten sonra hiçbir anlamı kalmıyor.
Ekmek almaya giderken cebimdeki iki liradan bir tanesi yoldaki gidere kacti. Ordan onu cikarmak icin 2 saat uğraştım ve çıkaramadım. Hala uktedir, onu bulmam lazim.
yurtta çok acıkılan bir gece tüm aramalara ve çabalara rağmen hiçbir dolapta kıyıda köşede bir kraker bisküvi yahut gıda maddesi bulamayıp aç aç yatsam uykum da gelmez şimdi diye kara kara düşünmek. akabinde oda arkadaşının elinde bir poşet ceviz ve hurma*ile çıkagelmesi. uyumadan önce hurmanın arasına ceviz koyup yemek. evet gerçekten de odamızda bisküvi kek türü hiçbir şey olmamasına rağmen hurma ve ceviz vardı, böyle çelişkili bir garibanlık anısıdır efenim.*