bugün

Ben piyano çalıyorum sen orada kaç yıl,
Saçlarını at sevmeyi değiştiriyor çünkü.
Ellerini at gözlerini at dudaklarını at yoksa,
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa,
Senin gökyüzün benim gökyüzümden piyanolu.
Kirpiklerini at gözlerini öpüyorum çünkü,
Kaşlarını at ağzını at kulaklarını at,
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa,
Ben senin dişlerinle gülüyorum daha ne.
Senin yıldızların her gece Beethoven'lı,
Piyanoyu al seni düşünmeyi tutuyor çünkü,
Ben seni sevdalıyorum sen orada kaç yıl.
karışık saatlere
soyluluğumu anımsıyorum. Bir gece farkettim
sinemada mıydı bir şehirde mi bilmiyorum

önce her şeyi ben hazırlıyorum sonra geliyorlar
saat ikide mi, içkide mi, on birde mi bilmiyorum

karışıklık! Keçileri seviyorum tuz gibi
susuzlukta mı, şöyle akşamlarda mı bilmiyorum

her şey bozuktur bir öğle yürüyüşünde
günlerin akıttığı ırmaklardan mı bilmiyorum

ben tutunurum saatsiz bir yelkovana
saat ikide mi, kırılmada mı, on birde mi bilmiyorum

adın bir güzelliğe yakışır elbet yakışır
bir intiharda mı, bir şiirde mi bilmiyorum.
Bozuksam, senden gayrısına yoksam, can benim düş benim. Ellere nesi?
Hayat umduğumuz gibi olmadı,
Dert ve kederler peşimizi bırakmadı,
Olmadı olmadı hiçbir şey,
Ne umut kaldı ne ümit,
Hep boyun bükük hep bir yas,
Ne dilediysek hiçbirisi olmadı.
hem de çok başım ağrıyor sözlük, kuş vuralım isterseniz??

aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
turgut uyar'dan gidelim.

"bütün pencerelerde bekleyen benim,

ve

o çalmayan bütün telefonlarda,

aylardır konuşan da.

kabul.

bir kez yolda karşılaşalım,

onunla da avunacağım.

adımı sesince duymaktan vazgeçtim,

sesini duysam, susacağım.

yel esiyor ama

değirmen dönmüyor.

kuraklık bu,

adın ekmeğe dönüşmüyor. "

"yanyana olduk mu, el ele

aç kalsak ağlamayız, biliyorum.

bir bozuk saattir yüreğim

hep sende durur biliyorum... "
şimdi nasılsınız ruhi bey?
bomba ile turp karışımıyım deyip doğruluyorum.
başka bir arzunuz?
at, avrat, silah.
efendim?
porsche carrera, kate moss ve browning hp demek istedim. ağzımdan dökülen bu sözlerin anlamını bilmiyorum. nihayet bunadım galiba.
üçüyle de öpüşebilir, hız yapabilir ve kan dökebilirsin diye sayıklıyor.
Rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır.
kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı.
zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim.
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
Biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
Bitecek fakat...

(bkz: piraye için yazılmış saat 21 22 şiirleri)
Konuşma – Ülkü Tamer

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci…
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
O vardı bir de ben vardım. Sonra bir de sessizlik…
Öylece oturduk.
Sonra birden kaldırdı kafasını, gözlerimin içine baktı ben de onunkilere baktım…
Bir süre öylece bakıştık… Sonra dedi ki ‘Eğer insan canını sevdikleri için feda edemeyecekse bir gün… Aldığı her nefes haramdır.’
Sonra kalktı gitti.
Bense kaldım… Düşündüm… Haklıydı…
Eğer hayat varsa onun da bir anlamı varsa ölümün de bir anlamı olmalıydı.
Zaten hepimiz şu üç günlük dünyaya ölmek için doğmadık mı?
Demek ki ölüm yaşamın ta kendisi.
Benim de şu üç günlük dünyada kârım sevdam olsun.
Eskiler uçuruma boşuna yar dememişler.
Şimdi yarim için şu derin yardan geçiyorum.
Değersiz canım aşka feda olsun.
Şimdi ölümüm bütün hayatımı anlamlı kılacak.
Unutmayın.
Ölüm haktır, sevgi ise baki.
Hadi eyvallah sağlıcakla kalın.
Soran eden olursa da alemden bir Sefer geçtiydi dersiniz.

Görkem Arslan
görsel
Biraz yorgunum, kavgaları birikiyor insanın! Her uzvundan ayrı ayrı taşıyor acısı zamanla! Yaşımdan yorgun, yaşımdan telaşlıyım bugünlerde! Kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum! Belki kırklarımdayım belki otuzlarımda! Belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında! Hiç bilmiyorum! Hayat taviz vermediği hızı ve kavgasıyla akıp gidiyor! Baharın rahiyasından akıp coşan çiçeklerle hatırlıyorum lise yıllarımızı! Kimimize kış, kimimize bahar olup canıyla değen babalarımızı! Bu memlekette insanlar belki de en çok baba sancısıyla inliyor, en çok baba deyince aklımıza gelir çocukluğumuz! Mazinin araladığı perdeden sızıyor eski günler! Onlarla kavgalı onlarla sevdalı olduğumuz! En çok baba yokluğunun hüsranıyla kızıyormuş zaman ayrılığın yarasını! insan baba olunca anlıyormuş babasını!
Şilan avcı
görsel
Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış

Can Yücel

Güne en uygun şiir herhalde.
‎''Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
Ne kapanan kapılar,
Ne yıldız kayması gecede,
Ne ceplerde tren tarifesi,
Ne de turna katarı gökte...
insanin içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık . . . ''
şükrü erbaş
orta yere atılan gülümsemeler yok artık
istemsiz davranışlarla
kimse kimsenin mutsuzluğunu önemsemiyor
içine attığın yaşamın ötesi bu
dilinde tonla acı birikirken
yeni bir hayat düşüncesiyle
karşılayamazsın sabahı
her şey bozguna uğramış
dünya berbat bir baş ağrısı kıvamında
maskeler yine kuşanıldı bu sabah
kendinden bile kaçanların günü bu gün.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol,
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler,
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Bir martı göğü ikiye bölüyor
yakınlarda deniz olmalı diyorum
sonra gözlerin aklıma geliyor.
Dalgınım;
dalıp dalıp gidiyorum bu ara,
neyi nereye koyduğumu unutuyorum.

Dargınım;
kırıla döküle gidiyorum bu ara.
insanlar o kadar acımasız ki;
Kimi nereye koyduysam bulamıyorum.

Cemal SÜREYA.
Biliyorum, kolay değil yaşamak,
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...
-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hala yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil;

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.
YALNIZLIK ŞiiRi..

Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım

Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?

ATTiLA iLHAN
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede…
Sen zambaklar kadar beyaz
Ve ürkek bir düşüncede,
Sanki mehtaplı gecede,
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştu bize;
Hapsolmuş gibiydim bense,
Bir çözülmez bilmecede.
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede.

Ahmet Hamdi Tanpınar
SiTARE
“Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kenâre”

Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Seninle konuşurken Sitare
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde
Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitare
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime imrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada narin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye
Güneyden kuzeye
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama
Geviş getiriyorlar ufka bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum
“Ah minel aşk-ı ve halatihi..”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
Ve ikimizde ıslanıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Dilaver Cebeci
görsel
Ben sana bakarım
Herkesten iyi bakarım
Kimseye bakmam, sana bakarım
Sana böyle bir ben bakarım
Ben böyle bir sana bakarım
Ben sana bakarım
Sen önümüze bak
Düşmeyelim..
-Cahit Zarifoğlu