bugün

Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmakta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte....
Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil..
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil.
Umut

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar dogar günes dogarken
ve günes dogarken çöp kamyonlari
ölüleri toplar kaldirimlardan
issiz ölüleri aç ölüleri

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken köylü aile
erkek kadin esek ve karasaban
saban kosulu esekle kadin
topragi sürerler toprak bir avuç

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken ölür bir çocuk
ölür bir japon çocugu hirosima'da
on iki yasinda ve numarali
ve ne bogmacadan ne menenjitten
ölür bin dokuzyüz elli sekiz de
ölür bir japon çocugu hirosima'da
dokuzyüz kirkbes te dogdugu için

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken tombul bir adam
yatagindan çikar dalgin giyinir
'bugün kimi kime gammazlamali,
amirin gözüne nasil girmeli'

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken zenci soförü
agaca asarlar yol kiyisinda
gazyagina bulayarak yakarlar
sonra kimi kahve içmeye gider
kimi saç tirasi olur berberde
kimi dükkanini açar erkenden
kimi genç kizini öper alnindan

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken mahpus kadini
kollari masaya bagli sirtüstü
çiplak memeleri al kan içinde
sorguya çekilir bir bodrumda
sorguya çekenler cigara içer
biri yirmisinde altmislik biri
gömlekleri terli kollar sivali
ve kum torbalari elektrodlar

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günesdogarken gülyapragina
uçak alanindan sessiz pilotlar
'H' bombasi yükler tepkililere
ve günes dogarken günes dogarken
otomatik silahlarla biçilir üniversitelilerle isçiler
akasya agaçlari bulvarin
pencereler balkondaki saksilar
ve günes dogarken devlet adami
konagina döner bir ziyafetten
ve günes dogarken kuslar ötüsür
ve günes dogarken günes dogarken
genç bir ana bebesini emzirir

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken ben bir geceyi
bir uzun geceyi gene uykusuz
agrilar içinde geçirmisimdir
düsünmüsümdür hasretligi ölümü
seni memleketi düsünmüsümdür
seni memleketi dünyamizi.

isler atom reaktörleri isler
yapma aylar geçer günes dogarken
ve günes dogarken hiç umut yokmu
umut umut umut... umut insanda.

Nazim Hikmet
Ekseri sonbahar gecelerinde
Sızarken camlardan ince bir yağmur,
Düşünürüz, her şey yerli yerinde
Ama gözlerimiz niçin doludur?

Bazan ellerinde gümüş bir tasla
Ümitler yaklaşır bize, bin nazla,
“Kapa gözlerini” der, “uyu hazla!..”
Sızarken camlardan ince bir yağmur...
(bkz: Ahmet Muhip Dıranas)
ankara acıları- nurullah genç

hüznümün dudağıdır gökte açan karanfil
talih, bir cellat gibi vurdu yüreğimizi
ateşler ülkesinde o ve ben, iki mahkum
kâh bir sevda çölünde parlayan ay ışığı
kâh rüya bahçesinin zehirli sarmaşığı
uzaklardan bir rüzgar esiyor efil efil
sessizlik, acze düşen bir hayal kadar sefil

şimdi gül, ey korkular şehrinin yelpazesi
hasretin o en uzun, acının en tazesi
neden hala tütüyor burnumda karanlığın
ruhum neden yıllardır kahrının pervanesi

bu esrar senin midir, yoksa gemilerin mi
hemen hergün bir yıldız kayıyor gözlerinden
gözlerin kan ağlayan deniz kadar derin mi
yoksa habersiz misin ruhumun kederinden

ah, bağrımda pütürlü bir bıçak kadar keskin
tabutumu bekliyor ankara acıları
bu ne bir aşk masalı, nede heyula ve kin
dumanlı bir çöküşün en kara acıları..
Yürü bre ehli deve endamını göreyim
Sensiz geçen gecelerin ecdadını sikeyim
Mecnun gibi top muyum bir am için öleyim
Mecnunu da sikeyim Leylayı da sikeyim

Bana yar olmayan karının izetti itibarını sikeyim
Yansın karıların alayı su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim

Düşmüşüz bir orospunun belasına
Koymadık diye ta amının ortasına
Kader böyle yazmış hatırasına
Ben böyle hatıranın hikayesini sikeyim

Kerem dağları deler bir amcık uğruna
Aslı gitsin de ona buna vurdura
Bir karı için değer mi hiç bütün bunlara
Her taraf amcık dolu mala iyi vurana

Fuzuil am peşinde düştün gurbete
Am serindir am derindir şifa verir millete
Ye kebabı iç şarabı vur karpuz göte
Bu gidişler yarrağımı gidersin cennete

Neyzen Tevfik.
Ah!

ah! ben bundan sonra bir karı sevmek
başkasını sevmek*
-burçak’a evet

işte sen gülüyorsun
ve beni daha geniş bir salona almış oluyorlar
gözlerim dönüyor sevdadan, merkezden değil
tam beş milyon park oluyorum, mavzerler caba
defterime tartışmasız bir kuzu çiziyorum da!

şehri ispatlamaktan geliyorum heykeller hala bitmiş
bak ben sana ay aldım al ay aldım bak ben sana
hem fischer de sebt günü çekilmişti galiba
bir defterime kuzu tartışmasız çiziyorum da!

sana bir gülü olmamanın biyolojisinden soruyorum de ki:
‘sanmıyorum bu, bir beygirin metale meylettiğini bildirsin’
kalemi kurdelayla dersem babam annemi dövmesin
defterime çiziyorum bir kuzu tartışmasız da!

rimbaud okumuşuz gibi soluyor şurdaki tank bak
hiç sevişmediğimiz için doğruluyor matbaa
haydi gel şapkamızı türkiye’ye gömelim
defterime bir çiziyorum tartışmasız kuzu da!

Ah Muhsin Ünlü
Seni Öyle Seviyorum Ki Condeleezza, Bebeğim

“bu hayvanlar müslüman mı söylesene bebeğim
şu öküz müslüman mı bu sakallı sünepe?
bir zalimin köpeği bak allah’ı zikrediyor
bak gazete ne yazıyor türklerinmiş türkiye”

yahudiler bombaları kucaklayıp bebeğim
düşlemiyor intiharlar, işlemiyor karakol
al götür bu yumruğu akşam çocuklar yerler
başbakan meşgul namaz
kılıyor ayol

bana kolpa malzemeden putlar yontma bebeğim
sezen aksu’dan mesela, kanarya’dan, tanrı’dan
allah’tan demiyorum çarpılmış gibi korkma
kork putların ellerinde patlamasından


“emmeyince sencileyin akmıyor bebeğim
kan ağzıma gürül gürül – alnımda süt dişleri…
seni öyle seviyorum ki condeleezza, bebeğim
ağzına veresim geliyor
ağzımdaki dişleri.”

Ah Muhsin Ünlü
Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür.
Çocukçadır ve ondan dolayı saftır,
Yalansızdır.
Küsmek "seni seviyorum"dur,
Vazgeçememektir.
Beni anlatır küsmek.
"Kızdım ama hala buradayım"dır, "gitmiyordum"dur, "gidemiyorum"dur.
Küsmek nazlanmaktır, yakın bulmaktır, "benim için değerlisin"dir.
Küsmek, "Sevdiğini söyle!"demektir, "Hadi anla!"demektir.
Küsmek umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır.

Yani, diyeceğim o ki:
Ben sana küstüm!

(Nazım Hikmet)
neresinden düğüm atsam hayata
ilk oradan kopuyor bağım.
''hayat!'' diyorum;
rüya neyse o.
neye yorulsa avunmak için
sonunda ona yorgun yaşanıyor.

nedensiz bir soğuma evresine duruyor dünya,
kördüğüm hislere dolandırıyor kendini,
çözmeye korkunun korkusu peyda!
benimse durmuyor aklım,
durmadan koşuyor kalbime yetişmek için.
''kalbim!'' diyorum;
ellerim neyse o.
neye tutunsa bırakmamak için
sonunda ona yorgun düşüyor.

soluğumdan kor sözcükler taşıyorum,
topraktan havaya, ordan muammaya.
ey çakılmaya müsait zemin
ayağımın altından çekil
dizlerim hiç olmadığı kadar esrik
algım, elmadan değil
üzüm taneciğinden evrik!
sahih bir yanılsamadır artık cemrenin düşüşü
boşluğa ilk çığlık sesimle düşüyor çünkü
''boşluk!'' diyorum;
bilincim neyse o.
neye meyletse tamamlanmak için
sonunda ona yorgun yalnızlaşıyor.

uyandırın beni artık şu kabustan
yoruldu el, yoruldu bilinç
uyandırın beni
yoruldu çivi, yaşasın umut!
Uyu artık

Yorgun musun?
Yattın mı?
Uyu?
Düşünme beni.
Ben ki
Hiç düşünülmedim senden önceleri.
Senden öncesi:
Düşüncesi kızgın kumlara serpilen
Azgın yellerle savrulan
Bir damla gibi?
Bir söz gibi:
Sağır kağıtlara serilen
Sessiz dudaklardan dökülen.
Ben, zaten
Hiç söylenmedim ki senden öncesi.
Uyu artık?
Söyleme beni.
Yattın mı?
Yorgun musun?
Biraz kıpırdasan uyumadan önce?
Bilemesen
Nereye koyacağını ellerini,
Biraz oynatsan bileklerini
Düşünürken beni
Uyuyamadan önce?
Bilsen
Nasıl özlediğimi ellerini
Bileklerini.

Oruç Aruoba
Çoktan unuttum ismini
Arada bir aklıma düşer gülüşün
Belli belirsiz birkaç anı
Gözlerimi kaparım
ince bir sızı olursun içimde
Kanadıkça kanar hasretin
Akar yüreğime
Gözyaşlarıma karışmış rimelim
Gözlerimi açsam korkar karanlıklar
Dudaklarımda kurudu cümleler
Anlatsam da anlamaz beni aynalar
Sır küpü dostlar yok
Yapayalnızım duvarlarla
Eve sinen bir koku var
Ama ben
Çoktan unuttum ismini..
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. işin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. inan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.
Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Küçük iskender

https://youtu.be/QZzG930irog
ne garip degilmi sevgi
ne ucu belli nede sınırı
hem koşmak istiyorsun
açık denizlere okyanuslar

kapını acsan misafirdir
alırsın içeriye istemesende
güzel hediyelerle donatır
içindeki yalnızlığı

yalnızlık demisken
sensiz yalnızlık zordur
öyle ki elimde iğneler
bagrimda annesiz aslan

pusuda mayın tarlasi
gönlümde yıkık konaklar
gökyüzünde siyah yelpazeler
ne garip değil mi sevdiğin olması

Buda benden olsun.
hep bir ümit uğruna yaşıyoruz hepimiz
mutluluğun ardından koşuyoruz hepimiz
kimi pulda parada aşkı arar kimimiz
düşünür kara kara ağlar çaresiz

ağlama arkadaş ağlama aşk için
şu kısacık hayatta bu yaşlar niçin
ağlama arkadaş ağlama aşk için
bu günler geri gelmez gider gençliğin

boşver boşver arkadaş başka bulursun
bütün kalbin sevinçle neşeyle dolsun
en kötü günlerimiz hep böyle olsun
mutluluklar bizimle elem yok olsun

kapılma hayallere birgün dönecek diye
haydi sil gözlerini bakma maziye
sakın kanma bir daha kanma tatlı sözlere
bu ders olsun sizlere yaşlı gözlere.
içkiye benzer bir şey var bu havalarda
Kötü ediyor insanı, kötü...
Hele bir hasretlik oldu mu serde;
Sevdiğin başka yerde,
Sen başka yerde.
Dertli ediyor insanı, dertli.

içkiye benzer bir şey var bu havalarda,
Sarhoş ediyor insanı, sarhoş.

Orhan Veli Kanık
24 Eylül 1945

En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...

Nazım Hikmet Ran
http://www.uludagsozluk.com/e/4846005/
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?

(bkz: Necip Fazıl Kısakürek)
Diyelim ki Humeyni’yi de seviyorum Jack Daniel’ı da
Diyelim ki ev kirasından muaftır bütün şehir
Diyelim ki zalimler de centilmen olabilirler…
Bana duyduğun sevgiyi azımsasana!

Lira bana Alper borç bugün verdi 700.
Hemen iki paket Malbora, biraz mızrak, biraz kuz.
Bilhassa ecnebi reyonundan seçtim bunları sevgilim.
Fosforun pişirdiği çocuklarda bulunsun tuzumuz.

Ah evet biliyorum demode lakırdılar bunlar
Demode irrasyonalizm, antikapitalizm demode.
Dünya kocaman bir köy, en iyi sigara Malbora
Araplar arkadan vururlar, meşru bir ülke israil.

Eğer bir gemi dolusu hayvan haksız yere böğürüyorsa
Ölen her zaman suçludur ne yapabilir ki katil? (bkz: Ah Muhsin Ünlü- Ah o gemide bende olsaydım)
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır

Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce'm uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
Yar yüzünde infaz

Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz'dan
Deccal’dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum


Ömer Lütfi Mete.
...
Bu deli eden uğultu nerden geliyor
Kim kırdı bu aynaları
Toplayın yüzümüzü görelim
Çirkin değiliz artık
Bir kapı açıldı önümüzde ölümsüzlüğe
Güzeliz
Sabahlar bizimle dolu
Işık diyordun al işte
Kör kuyular kadar ışıdı yeryüzü
Renk diyordun al işte bak
Çarşılar dolusu kırmızı
Süt beyazından geceler
Sarı güneşler ortasında turuncu bir gün
Yitirilmiş saadetlerin bahçesinde mor çiçekler

Kardeş değiliz diyorum inanmıyorsun
Yalan bunca faziletler yalan
Bizi bu ciğeri beş para etmez insanlar mahvediyor
Aldırma diyorum sana
Dünya ikimiz için yaratıldı
Üç milyar insan iş olsun diye geldi yeryüzüne..

Ümit Yaşar oğuzcan
Günlerimiz olacak
Daha nice yıllarda.
Hep beraber seninle,
En güzel bir baharda,
En uzun yazda.
Günlerimiz… kâh Ada’da kâh Boğaz’da.
Kuytu bir yolda -bütün böğürtlen, kocayemiş-
Dudaklarımız birleşivermiş…
Akşam, Köprü üstü kalabalık,
Başın, omuzumda artık.
Ufukta hilal, gökte yıldızlar.
Günlerimiz olacak
Mesut, bahtiyar.

ziya osman saba
uzaklarda kara gözden bir selam vardı
saramadim, soramadim ömrüm zarardı
artık bu ayrılıklardan kalbim usandı
bir gökyüzü, bir duvar, bir resmin kaldı

oysa dünya ne geniş koğuşum dardı
bıraksalar martılarla randevum vardı

cömeldiğim avlularda düşler sarardı
O muhteşem dostluklardan şimdi kim kaldı
hancerlendim akşamların alacasında
Ne yaşadım ne öldüm ömrüm talandı

oysa dünya ne geniş koğuşum dardı
bıraksalar martılarla randevum vardı...
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutsam pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

attila ilhan
önümde bir çağlayan var,
öleceğim birazdan.
sürükleniyorum hızlıca
ne korkuyorum,
ne de kurtulmak için bir çaba
ölüyorum, mutluyum
çünkü seni seviyorum...