bugün

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür

Attila ilhan..
ben senin en çok sesini sevdim
buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
bana her zaman dost, her zaman sevgili

ben senin en çok ellerini sevdim
bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
nice güzellikler gördüm yeryüzünde
en güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

ben senin en çok gözlerini sevdim
kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

ben senin en çok gülüşünü sevdim
sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
unutturur bana birden acıları, güçlükleri
dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

ben senin en çok davranışlarını sevdim
güçsüze merhametini, zalime direnişini
haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
tüm çocuklara kanat geren anneliğini
nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini

ben senin en çok bana yansımanı sevdim
bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...

ümit yaşar oğuzcan
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
“Bu günler belki gelirim sana.
Konuşmak için değil,
Sadece yüzüne bakmak için.
Belki senin yüzünde bulurum aradığımı.
Bütün gördüğüm yüzler lakayt, hissiz.
Senin yüzün nasıl?”
ÇELiŞKi

Simit çıtırtısından ürkek ve sıcak bakışın içinde gibisin Ben parça parça olmuş zaman içindeki o anım Ardına baka baka gidişin Anımı çalan guguk kuşum sanırım Yanılmışım,yanılmışım. Git ama yine gel,gitme hep kal Ahde vefa var bilirsin Gidenin kalana bıraktığı Çek al bakışlarını benden Yanılmışım,yanılmışım. Nuh´un gemisinin üstünde durduğu dağ gibisin önümde Terk edilmiş gemiler aklıma gelir nedense çölün mavi gözünde Ölümünde tüm ölüler masumdur bilirsin Terk eden ölüm gibisin Yanılmışım,yanılmışım.

Viranşairi
KEDi

Tavan arasına kaçan çocuk
erik ağacından görünen göğü düşünür
akşamın acısı içine çökünce uyur
benim küçük bir kedim vardı
ahmak bir ayak ezdi
benim en güzel çocukluğumu
ahmak bir ayak ezdi
ağaçların arasında unutulan çocuk
yapraklarda güneşi görür
ve hareli denizlerde gezdiği günü düşünür
küçük kedim bana sürün
kediler ağlamaz
çöp tenekelerinde ölür
sıska kediler
damlardan çok mezbelelerde görünür
küçük kedim
molozlu sokakların ağır uykusundan gerin
bilirim ki sen
bu çöplükten değilsin
benim gibi garipsin
ikimizin de unuttuğumuz
kuşları bol
ağaçları bol bahçelerdensin
koca duvarlı sokaklarda sıkılmışsın
ve canından bıkmışsın.

Asaf Halet Çelebi
-Oturup konuşalım şunu.
Bulsun kelimem kelimeni,
Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse...
Bir deli akıl çırpınıyor aramızda!

-Sustum , sustukça zehirlendim.
Kasıldım sanrılar sancısından
Yüreğimde ölü ceninlerim.
ZAMAN
Zaman aynaya sürgün bir anıdır bende zaman.
Hafızamda sararmış bir yapraktır zaman.
Yaşamdaki arzudan ibarettir zaman.
Sensizliği kendimde saklamaktır zaman.
Seni bana içiren bir nefestir zaman.
Hüzün veren ölü bir taştır zaman.
Yaratılan her şeye ortaktır zaman.
"balık attım olta tuttum
yaşadım gençliğimi
masal oldu çocukluğum
gençliğim bahar seli
ve bir akşam birdenbire
bir bulvar otelinde
ince bir dal değdi alnıma
koptu sazımın teli "
Hasrettir sesin ,
Dağların ardında hani şu uzaklardaki bir kent gibi,
gurbettir kalbin,
Sıla özlemiyle yanıp tutuşan hani küçük elleriyle büyük isler başaran bir çocuk gibi,
Saattir düşlerin ,
Geri kalıp hayata geç başlayan ama hani bozuk olmasına rağmen inatla durmayan bir gizem gibi,
Hayattır gözlerin,
içinde kaybolduğum koca bir evren gibi
Sen,sen ve sen gibi..
yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
kopmaz kökler salmaktır oraya

kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

insan balıklama dalmalı içine hayatın
bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

dedi Ataol.
Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arda kalmış tut.
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.
değişir rüzgarın yönü
solar ansızın yapraklar;
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar;
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir;
ölümdür yaşanan tek başına
aşk iki kişiliktir.

bir anı bile kalmamıştır
geceler boyu sevişmelerden;
binlerce yıl uzaklardadır
binlerce kez dokunduğun ten;
yazabileceğin şiirler
çoktan yazılıp bitmiştir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

avutamaz olur artık
seni bildiğin şarkılar;
boşanır keder zincirlerinden
sular tersin tersin akar;
bir hançer gibi çeksen de sevgini
onu ancak öldürmeye yarar:
uçarı kuşu sevdanın
alıp başını gitmiştir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

yitik bir ezgisin sadece,
tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
düşlerinde bir çocuk hıçkırır
gece camlara sürtünürken;
çünkü hiç bir kelebek
tek başına yaşayamaz sevdasını,
severken hiçbir böcek
hiç bir kuş yalnız değildir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

ataol behramoğlu
Artik sende herkes gibisin .
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
biraz zaman alır belki de kabullenmek
yeni bir aşka yelken açmak rüzgâr ister
sen yeter ki kabul et, yeter ki iste
ben fırtınalar koparayım aşk için seve seve

ben de en az senin kadar yorgunum
ben de en az senin kadar kırgınım
aşk emek ister, aşk yürek ister
korkma sana gerçek aşkı öğretmeye geldim

tut elimi sımsıkı, titreme kıyamam sana
gözyaşın gözyaşım olur, karışır isyana
sakın bükme boynunu, küsme hayata
ben varım bundan sonra, yeminliyim sana...

-tolga tabu-
Ne hasta bekler sabahi
Ne taze oluyu mezar
Ne de seytan bir gunahi
Seni bekledigim kadar.
Yarin dudağından getirilmiş bir katre alevdir karanfil.
Gönlüm acısından bunu bildi.
Vurulmuş gibi yer yer
kızgın kokusundan kelebekler
gönlüm ona pervane kesildi.

Ahmet Haşim
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin,
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse
Elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya, boşalan bir deniz gibi
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu
Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar
Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda
Insanların koşup dolduğu bu dar yapılarda
Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar
Biz bunun için mi geldik

Erdem bayazıt.
Güneşe az kaldı,
Gün doğacak.
Belki sevgili yar içime dolacak.
Bilemez kimse sonumuz ne olacak.
Gün gelecek insan insandan kaçacak.
Belki yaradan yeni kapılar açacak.
Kalmadı mı yari için engeller aşacak ?
O kadar basit olabilir mi zirvede bırakmak ?
Peki ya kolay mıydı o dağa tırmanmak.
Yapman gereken tek şey kafanı kaldırmak,
Manzaraya dalmak.
Güneşe az kaldı,
Gün doğacak.
(bkz: ahmet hamdi tanpınar)
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç.
nefret edecek zamanım yok-
çünkü
mezar engeller beni-
ve hayat öylesine
büyük değil
sona erdirmek için -düşmanlığı-
ne de aşık olmaya zamanım var-
ama değil mi ki
uğraş gerek insanlara-
ben diyorum ki:
aşkın küçük tuzağı
fazlasıyla büyük bana-

emily dickinson
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

c.y.
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insano boğar, ateş yakarmış.
Her doğan günün bir dert olduğunu
insan, bu yaşa gelince anlarmış.
ben acının tam içine doğdum
sevgisizlik içinde büyüdü ağrılarım
işte gökyüzünün duvağı bulutlar
işte denizin dağları gemiler
hepsi gitmeleri çağırır kucağıma,