bugün

hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim.
bir ara hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır.
maun tabutumda her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
bir çelişki gibi ölümsüz yaşamakta olurdum.
KAN, AŞK ve HAYATA DAiR...

Kan yağar bu şehre kan.
Birbirini boğazlayan,
Eli kanlı dizeler yazar şairler.
Aşk,
Görmeyen gözlerin çizdiği,
Bir resimdir şimdi.

Kan yağar bu şehre kan.
Kızıl şafaklarını
Yanlızlıklar törpüler.
Aşk,
Kanatları kırık martıların
Ağızlarında bir çığlıktır şimdi.

Kan yağar bu şehre kan.
Hayat, umudu olmayan devrimcilerin
Sonunda dans edemedikleri bir ihtilaldir.
Ve aşk,
Cami avlusuna bırakılmış bir bebektir şimdi.

Kan yağar bu şehre kan.
Hayat,
Kuzgunların tiftiklediği
Kokuşmuş bir cesettir.
Ve aşk,
Faili belli maktulu meçhul bir cinayettir şimdi.

Ah kan yağar bu şehre kan.
Hayat,
Başrolde ikiyüzlü yosmaların oynadığı
Sonu gelmez rutin bir tragedya,
Ve aşk,
Kendini gül dikenine saplamış
Bülbüllerin son nefesidir şimdi.

pb.
beni güzel hatırla!
sayfalarca mektup bıraktım sana.
şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
sakladım günahını, sevabını içimde
sessizce gittim...
senden öncekiler gibi sen de anlamadın
biraz yalnızlık,
biraz pişmanlık
geçmişte kaldı herşey
gözlerinin haricinde...
Hiç kimse bir ada değildir.
Ne de bütünüyle kendisi,
Her insan kıtanın bir parçasıdır,
Gövdenin bir bölümü;
Bir toprak parçası deniz tarafından alıp götürülse,
Avrupa azalır.
Tıpkı haritadaki burun gibi,
Tıpkı senin veya bir arkadaşının sahip olduğu mülk gibi;
Bir insanın ölümü de beni azaltır,
çünkü ben insanlığın kendisinde içeriğim,
öyleyse asla haber gönderip sordurma
çanlar kimin için çalıyor diye;
Onlar senin için çalıyor.

john donne, 1624
Ben sana hep üşüyordum,
Çünkü kıştım.
Nakıştım, bakıştım,
inkar etmiyorum da.
Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.
Ve lütfen inkar etme,
Sana en çok, en çok ben yakıştım.
bir gece bir siir gibi kibrit alevinde
Alemin ortasinda kimsesizligin sesinde
Bugusunda sabahin
Acimasizliginda bir ahin
Aglayan yuzunde insanligin
Ferahlatan gucuyle duanin
Incirin zeytinin ve kalbin ustune
Gulun ustune tutundugum umudun ustune
Korkunun ustune, senin ustune
hep senin ustune, hep senin ustune
Ben seni hic sevmedim ki
(bkz: göğe bakma durağı)
https://youtu.be/5nSzJjscydc

ibrahim sadri - bugün pazar ve ben seni çok özledim.
Sevdiğim
Çaresizliğimden gayrı,
Hiçbir kabahatım yok benim.
Aşına,
Ekmeğine,
Kahrına,
karanlığına,
özlemine,
umuduna kat beni!

Ahmed Arıf.
Pollyanna’ya Mektuplar

I.
Sevgili Pollyanna,
Sen bu mektubu okurken
Soğuk bir doğu sokağında,
Acılarla yüklü bir faytonla dolaşıyor olacağım
Atların boynunda ziller ve pembe orlondan püsküller
Şaklayan kırbaç ve gıcırdayan tekerlekler.

Kömürümüz bitti tam kışın ortasında
Toz hatıra ve talaş bastık sobaya
Üşüse böyle yapardı mutlaka hazreti isa da.
Aşkın yüzünden düşen bin parçayı
Toplamaktan yoruldum ben artık Pollyanna

Yolda bavulumu çaldılar
Bana hediye ettiğin o kırmızı elbise de içindeydi
Ne güzeldi
Ben kendime çilek derdim onun giydiğimde
Bakar bakar anne derdim memelerime
insanın memesi olması büyük bir çilektir Pollyanna
Güzeldi yine de o yıllar
Küçük sarı pütürleriyle
Ne çabuk geçti.

Ama zaten onu burada giymeme izin vermezlerdi
Belki artık hiç olmaması daha iyi
Çalınmış bir güzellik,
Yasaklanmış bir güzellikten daha iyidir.
Ama onu asla unutmayacağımı bilmelisin.

Dilerim sen pötikareli gömlekler gibi neşeli,
iri dişli bir mısır koçanı kadar
Mutlu ve yan yanasındır.
Belki bir gün beni ziyarete gelirsin
Sana krem fıstıklı ekmek ikram ederim
Artık çok mutlu olacağızlı ekmekler
Süte ekmek doğrar ve
Papara papara diye şarkı söyleriz.
Sen ruhumun misafir odasında uyursun,
Süt ve gözyaşı lekeli yumuşak yer yatağında.

II.
Sevgili Pollyanna,
Senin romanlarında her şey o pazartesi başlardı
Kot pantolonlu, uzun bacaklı pazartesilerdi onlar
Ben mutfakta Edith Piaf dinler,
Bir lağım faresiyle göz göze bulaşık yıkardım.
Şehrimizin aşkı ve şehrimizin şarkısı
Öfkeyle pis su borularında dolaşırdı.
Sana patates kızartırdım.
Patatesler pazartesi kadar kırmızı oluncaya kadar...
Ölüm bizi ayırıncaya kadar...
Aşkımız şehrin en güzel aşkıydı
Kolay değildi, kolay olmamıştı
Yıllarca şehrin en güzel aşkının benekleriyle yaşamak.

Kirli muşamba perdeli meyhanelerde ağlardım
Masaaltı kedileriydi benim için ağlamak,
Bazen tekirdi, bazen sarman
Kim önce fırlarsa parsayı toplardı.

Öfkem içimde emekleyen kırmızı patikli
Bir bebekti sanki Pollyanna
Her köşede nergisler satıyorlardı sokaklarda
Baygın kokulu güneşler gibi...
Onları satın almak,
Sonra bir gün yüzü çatlak intiharlarımı boyatıp
Otuzaltı numara bir hayata başlamak...
Uzun bir nekahet döneminden sonra
Nihayet ayağa kalkmak...
Öfkem
Üstü kalsın derdi ve bırakırdı hayatımı
Bayat bisküvi kokan o mahalle bakkalına
Öfkem
işi bitmiş bir çalı süpürgesi gibi
Dayamaktır kendini duvara...
Öfkem Pollyanna
Neden güzeldi?
Bütün güzeller gibi elinde bir bardak sıcak çayla

Her şey o pazartesi başlardı
Şehrimizin aşkı ve şehrimizin şarkısı
Öfkeyle pis su borularından taşardı.

III.
Sevgili Pollyanna,
Radyo tiyatrosu dinlenirdi bir zaman içimde,
içimde dünyanın en eski kedisi
Eski bir sobanın yanında uyuyordu.
Çocuklar bir köşede
Yenidünya çekirdekleriyle beştaş oynardı
Frenk elması da derler
Sarılı kahverengili bir meyve.
Annem işte öyle bir kadındı
Çocuklar gökyüzüne bakar sorardı:
Ay dede orada ne yapıyor anne?
Annem öldüğünde ay dede içimde
Yüzlük bir ampul gibi parçalandı.
Annem işte öyle bir kadındı
Aşure getiren çocuklara,
Teşekkür eder gibi yaşardı
Öldüğünde gül resimli bir takvim yaprağıydı.

Pollyanna,
Sana göre insan profiterol yer gibi yaşamalı
Bir çamur deryasının içinde
Küçük mutluluk topları yakalamalı.
Bense vücuduma şiirler saplıyorum durmadan
Sen de bilirsin ya Allah
Dayanabileceği kadar acı verirmiş insana.

Geçen yazı
Bir dut ağacının altında roman okuyarak geçirdim
Dut taneleri düşerdi sayfalara
Tıpkı tatlı bir yaz yağmuru gibi
Büyük taneli tıpırtılarıyla
Kendimi dut ağacının gölgesini yiyen
Bir ipek böceğine benzetirdim.
Ucuz teşbihler beyaz atlı prenslerdir Pollyanna
Bir şiire gelir
Ve onu bu hayattan kurtarırlar.

Ah Pollyanna,
içimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna:
Cancağızım basma perdeme bir çiçek de sen olsaydın
Kaçarken yangın merdivenlerine
Keşke grapon kağıtları assaydın.

Didem Madak
ses

kan ter içinde kalmış habercinin
getirdiği zehirli bir haberle,
atarlar seni garip bir sahneye
gülecektin hani bir söze
başlayacaktın her günkü işe…
bir goong sesi!
devran döner tersine!
devran döner tersine!

kalırsın ışıkları kör tünellerde
gözyaşları nasıl da çoğalır ellerinde,
yürürsün bıçak uçlarında, kanayan içinle
yok mu dönüş eskiye! nafile!
her şey bir bela kabında
karışıvermiştir çünkü birbirine.
bir çığlııık sesi!
tek başınasın!
tek başınasın!

nasılda güvenilmez, kayganlaşır
ayaklarımızın altındaki zemin!
deli zaman durur ama niçin?
boğarmış ya adamı
geniş zannettiğin mekân...
bilmek, sormak istersin
bir çekiiç sesi!
susarsın!
susarsın!

o an,
en yırtıcı atlarına binip kan isteyen,
vahşi düşmanlar gibi gelecekken,
yemin olsun ki gelecekken!
derin bir nefes al ve yürü kaderinin üstüne
kanasın aldırma ayaklarına, ellerine.
sal zihin kafesinden tutsak kuşlarını!
sal gelecek ve geçmiş kaygı çocuklarını!
sal siyah yüzlü ucube korkularını!
ve tutun,
başlangıcı, yolu ve sonu yaratana
ve güven kaderini yaratana...
bir dalgaa sesi!
sığın ona!
sığın ona!

sahnenin büyüklüğü,
rolünün küçüklüğü!
senarist boşa söylememiştir çünkü
hiçbir sözü! hiçbir sözü!
bir neyy sesi!
“mâ veddeake
rabbuke
ve mâ kalâ.* ”

*rabbin seni terk etmedi,
darılmadı da!

MAZK
ulaşınca herkes sever seni
ben ulaşamayınca da sevdim
yıldız tozu gibiyken sen
ya da kaf dağı çiçeği
olsun dedim ne yapayım
yatıp en erken uykulara
rüyalarımda göreyim diye
karıştırıp varlığını yokluğuna
yokken de varmışsın gibi sevdim..
(bkz: Ali lidar)
Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parça uzaklaş kederlerinden.
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden,
Mehtabın ördüğü saatler nerde?

Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin,
Yağmur ince ince toprağa sinsin,
Bir başka alemden gelmiş gibisin,
Dalmış gözlerinle pencerelerde.

Bir Ahmet Hamdi Tanpınar şiiridir.
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin


(bkz: Nazım Hikmet Ran)
Ona seni anlattı, sana onu anlattı.
Başı ona anlattı, sana sonu anlattı.
Yarım yarım yaşayan darmadağın evlere
Birin ne kadar bütün olduğunu anlattı.
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

(bkz: cahit sıtkı tarancı)
sen benim hiçbir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiçbir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz...demiş usta şair a.ilhan

hiçbir şeyi olmayan insanın her şeyi, hiçbir şeyidir aslında.
"her şeyin" olan yoksa artık ve bir var gibi ve bir yok gibi yoksa bu hiçlikte,
"hiçbir şeyin" vardır her şeyiyle. "var" olan her neyse,
"o" olsun ki varsın yok olsun zahirde...
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin, duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya..
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım..
Anlayacaksın.

Özdemir Asaf
(bkz: sensiz)

sensiz de denizi seyredebiliyorum
hem dalgaların dili seninkinden açık.
ne kadar hatırlatsan kendini boş.
sensiz de seni sevebiliyorum.

hep boş konuşurduk hatırlar mısın, bula bula,
karşılaştığımız zamanlarda.
sen, sevgiden şımaran çocuk,
ben şaşıran budala.

(bkz: Özdemir Asaf)
görsel
Gözlerin kaç gece eder ?
Dudakların kaç karanfil ?
Gülünce sehpalar devriliyor,
Kızgınlığın kaç yanardağ ?

Attila ilhan
görsel
sakallarına başka gülüşler sinmiş adam!
Gülüşünde başka izler okudu kalbim
Dudaklarında gizlenmiş itiraf cümlesi
Gözlerinin kaçışına şahit oldu gözlerim...
Yorulma!
Çabalama!
Kıvranma!
Gözümde daha fazla ufalma!
Git uzaklaş benden alabildiğine
Ne ellerim dolanır artık sakallarında
Ne de gülüşünü severim deli aşk yanımla..
Gülme!
Gözüme gözükme
Beni sevme!
Vaktinde bana cenneti vaat ederken sesin
Şimdi sanki soluğumu kesme hevesindesin!
Bedduam odur ki yüreğim sakinlesin
"Boş saçma hevesler de kesilsin nefesin..!"
Ah deli yüreğim..
Bu kaçıncı inanışın kaçıncı affedişin?
Bilmem kaçıncı ihtihara meyledişin?
Artık yamalı bir hırka üstümde ayrılık
Harap bir viraneyim şimdi, solyanım dağınık..!
Bulutsuz günde yağan yağmurumdun sen
Göklerdeki bulut ardında ki güneştin sen
Tenimi ıslatırdın yokluğunla varlığınla benliğinle
Özlerdim nefesini ille de sen sen sen.

Şuan yazdım benden olur mu yazardaşlarım.