bugün

6 adet bukowski romanından biri. diğer romanları için:
(bkz: charles bukowski romanlari)
''Yalnızlıkla beslenen biriydim; yalnızlığımı alırsanız yemeğimi ve suyumu almış kadar olursunuz. Yalnız kalamadığım her gün gücümden bir şeyler alıp götürür. Bununla övünmüyorum ama önemliydi benim için. Odanın karanlığı güneşti bana. ''

*************

''Amerika'da iş arayan çoktu. Kullanıma hazır sürüyle beden. Ve ben yazar olmak istiyordum. Nerdeyse herkes yazar olmak istiyordu. Kimse dişçi veya otomobil tamircisi olabileceğinden emin değildir ama herkes yazar olabileceğinden emindir. Sınıftaki elli kişiden belki de on beşi yazar olduklarını düşünüyorlardı. Herkes konuşabiliyor, sözleri kağıda yazmayı biliyordu, demek ki herkes yazar olabilirdi. Ama allaha şükür insanların çoğu yazar değildir; hatta taksi şoförü bile olamazlar ve bazıları -birçoğu- maalesef hiçbir şey değildirler.''

*************

''Serseriydik, tembeldik, günlerimizin sayılı olduğunu biliyorduk. Rahattık bu yüzden, ne kadar yeteneksiz olduğumuzu anlamalarını bekliyorduk. O gün gelene dek arada sırada birkaç dürüst saat çalışıp sistemin içinde varolmaya çalışıyor, geceleri hep beraber kafaları çekiyorduk.''

(bkz: charles bukowski)
dadafon solisti kristin asbjornsen'in sesiyle hayat verdigi bukowski $iirleri slow day ve i wish to weep'in yarattigi sayrisallikla, $arap tuketiminin tavana vurdugu bir evde seyredilmi$tir tarafimdan.

ayakcidir factotum.. hayat ayakcisi.
charles bukowski'nin kendi hayatından esintiler taşıyan romanı. bu romanından önce okunması gereken çocukluğundan lise yıllarının sonuna kadar olan yaşamını anlattığı diğer bir kitabı için..

(bkz: ekmek arası)
metis yayınları' ndan çıkan bir charles bukowski kitabı. alaycı bir üslup, alkol, kadınlar ve her zamanki gibi aylaklığa övgü. büyüksün bukowski.
lili taylor'ın hatrına bile çekilmeyecek, başarısız, aynı adlı eserden uyarlama, hollywood paketlemesi.
romanıda en az filmi kadar muhteşemdir.

--spoiler--
farkındalığın kötü tarafı insanı kayıtsız yapması sanırım. ilerde dışa dönük bir boşvermişliğe de sebep oluyor. ama içte mücadele devam ediyor. içine kapanık insanlar belki de en huzursuz olanlar.
chinaski'nin alkol problemi ve hiçbir işte tutunamaması kimilerine göre zayıflık olabilir ama bence o güçlü bir insan ve ben onun kadar güçlü değilim. istemediği bir şeyi bütün küstahlığıyla, yarını düşünmeden elinin tersiyle itebilmesi...
benim de istemediğim şeyler var ama onlara nankörlük yapacak cesaretim yok henüz, bırakıp gidecek kadar. insan büyüdükçe hayatın o olağan ama hain yüzünü daha net görüyor. aslında yalnızız. maalesef.
matt dillon da çok iyi oynamış. filmde bazı diyaloglar o kadar doğru ve acı ki! bazen komik bazen de hayatın gerçeklerini rahatsız edici bir şekilde bütün yalınlığıyla size veriyor. herkesin bildiği ama duymak istemediği şeyler...

- şunu kabul edelim. ne benim sana, ne de senin bana ihtiyacın yok.
- evet biliyorum.
--spoiler--
mat dillon oyunculuğu ile biz izleyicilere charles bukowski'yi izlettirir adeta..
kitabinin arkasinda soyle yazar:

"fac-totum: herşeyi yapan.

fac, yapmak anlamindaki facere 'den.
totum, her şey, bütün anlamındaki totus 'tan.
bir işte yapılması gereken tüm niteliksiz işleri yapan kişi, kâhya, ayakçı"
filme çevrilmiştir. 12. dakikada patronu onu yanına çağırır. bir arkadaşıyla tanıştırır. arkadaşının da yazar olduğunu söyler..
patronun masasında bilgisayar monitörü vardır.
e be amına koduklarım bu adam kaç doğumlu ? o kitapta kaçlı yaşlarını anlatıyor? ne monitörü be arkadaş.. insan biraz dikkat eder ya .
Dünyaya kendinden bir adet daha sunmak istemediği için yada "babası olmak istemediği için" baba olmayan Bukowski'nin baba olmadan sahip olduğu çocuklarından biridir Henry Chinaski. Daha çok içindeki çocuktur bu Henry, Bukowski'nin. O malum masum iç çocukları gibi değil de dıştaki Bukowski'nin birebir aynısı, belki ikinci dereceden türevidir bu içteki Henry. Dıştakinin bütün dünyayı sallamaz, düzene küfrü çekmiş, ucuz hayat, ucuz kadın, ucuz şarap düşkünü halleri içte bir Henry olup yazıya dökülmüş, sonra da yazıdan Bent Hamer adlı bir yönetmen izanıyla resme dönüştürmek istemiştir onu. iyi olmuş mudur? illaki olmuştur ama sayın Hamer bu pirüpaklıkla, bu sempatik tarzla Henry'yi Bukowski'nin içinden jiletlemiş çıkarmıştır. Hani ki, bizim bu Bukowski dediğimiz adam paspal, haddince kirli, dağınık, hizadan uzak bir alemde yaşayan biri idi, bu filmde Matt Dillon ne kadar kıyıdan kenardan Bukowski'yi andırır olsa da, cici bir hayat hikayesi görünümünden uzaklaşamıyor film bundan kelli. işte, dünyayı tınlamayan bohem ve yazmaya teşne bir genç, babasına resti çekmekle birlikte özgür dünyasında şu kadın benim, o kadın senin salınımlar yapmaktadır. Aralara Bukowski kitaplarından başta Factotum olmak üzere serpiştirmeler yapılmıştır. Bir ara Henry bitlenir, o hallerine biz güleriz falan. Yani şöyle bir durum var; bu film kitabın filme uyarlaması değil, kitaptan esinlenme bir film olabilir sadece. Yönetmen bu amaçla yola çıkmış, güzel de etmiş ama her filmde olan uyarlamaların kitabın yanında numune kalma bedbahtlığı bu filmin de suratına yapışmış. Hani filmi sevmedim desem, hele ki müziklerine yanıp bitmedim desem ayıplardan ayıp beğenirim ama yönetmen efendi bizde yerini bulan Bukowski kalıbına kendi Henry'sini sığdıramamıştır. Neyse, bu mühim değil; böyle de, şöyle de, öyle de, her halde makbule geçer yine de. -Müziklerden bahsettim de Kristin Asbjørnsen bu filmde hakkı en çok teslim edilmesi gerekenlerden. Zira üç gündür kulağıma çadır kurmuş durumda.-

(bkz: I wish to weep)
na bu da senaryosunu charles bukowski'nin yazdigi film olur; barfly.
- kadının var mı?
- hayır... kadınımı kaybettim.
- üzülme... yenisini bulur, onu da kaybedersin.
bukowski' nin testeron seviyesini yükselten ilaçların yerine okunabilecek kitabıdır. Kadınların güzelliğini dünyada bukowskiden daha iyi anlatan olmayacaktır.
bukowskinin otobiyografik kitaplarından biri. 'ne iş olsa yaparım abi'nin ingilizcesi
charles bukowski'nin otobiyogrofik romanı. ayrıca bent hamer tarafından 2005 yılında sinemaya uyarlanmış, bukowski'yi matt dillon oynamıştır.
filmi için şunları söyleyebilirim:

gördüğüm en berbat uyarlama. sırf "filmi çekilir lan bunun" düşüncesiyle çekilmiş. sanırım bir kaç günde tamamlamışlar çekimleri. filmin bunalımlarından, eski zaman ve iç karartıcı sahnelerinden, monologlarından ve karakterin aylaklığından zerre eser yok. naturalizmde zirve yapmış bir kitabı, nasıl bu şekilde piç etmelerine izin verilmiş anlamıyorum. bu filmi zeki demirkubuz çekmeliydi.
bukowski'nin çoğu kitabı gibi otobiyografik kitabıdır. tabii bazı yerlerinin kurmaca olabileceği doğrudur; ama sonuçta yaşanmış olayların süslüce anlatılmış şeklidir olsa olsa. yalınlığı ve istediği şekilde yazmasıyla insana verdiği samimiyet çoğu arkadaştan üstündür chinaski'nin.
güzel bir bukowski kitabıdır. filmi de kötü sayılmazdır esasında. ayrıca bu kitap kurt cobain in başucu kitabıdır.
Okuyun, okutun. Pis moruğun kitabıdırr. Evet o pis moruğun tekidir lakin biz onu çok seviyoruz.
- ne oldu
- işe almadılar
- neden
- ibneleri işe almıyorlarmış
- boşver şarabını al yatağa gel..
herkese renkli günler
''Amerika'da iş arayan çoktu. Kullanıma hazır sürüyle beden. Ve ben yazar olmak istiyordum. Neredeyse herkes yazar olduğunu düşünüyordu. Kimse dişçi veya otomobil tamircisi olabileceğinden emin değildir ama herkes yazar olabileceğinden emindir. Sınıftaki elli kişiden belki de on beşi yazar olduklarını düşünüyorlardı. Herkes konuşabiliyor, sözleri kâğıda yazmayı biliyordu, demek ki herkes yazar olabilirdi. Ama allaha şükür insanların çoğu yazar değildir, hatta taksi şoförü bile olamazlar ve bazıları -birçoğu- maalesef hiçbir şey değildirler.''
bukowski kitabı ve kitapla aynı adı taşıyan film. Kitapla hiç değiştirilmeden olduğu gibi -elbette bazı yerleri kesilerek- filme uyarlanmış. Matt dillon harika bir bukowski performansı sergiliyor. Bukowski' nin kendisi de bu kadar olurdu yani en fazla. Ama benim asıl ilgimi çeken jan karakterini oynayan lili taylor oldu. Kitabı okurken kafamda tasarladığım jan' in aynısını gördüm ekranda. Filmin değerlendirmesine filan girmeye gerek yok. Öyle çok övülecek bir film yok elbette ortada ama bukowski' yi sevenler mutlaka izlemeli diyebilirim. Kitaplarından okuyup hayal ettiğiniz yaşamını bir de ekranda görmek hoş olur. Filmin sonundaki şarkıdan da bahsetmemek olmaz. Melankolik, bohem bir parça çalıyor sonunda ve filmin etkisini, dolayısıyla notunu da bir tık arttırıyor.
-"komşunu sev!" der incil.
- komşunu rahat bırak anlamında söylenmiş.

hayat kadar sert bir kitaptır.
okuyanın hoş vakit geçirmesini sağlayan çok da güzel pek de tatlı bir bukowski romanı. bir gece ansızın duyup hayranı olduğum slow day adlı parça hakkında bir şeyler okurken bir filmin en en sonunda çaldığını öğrendim. efendim şöyle bir film hakkında araştırma yapayım derken de kitabı keşfettim. hızlı bir şekilde okunuveriyor, hiçbir şekilde bunalma sıkılma olmuyor garanti veriyorum. hayatı sorgusuz sualsiz düşük standartlarda yaşayan ama mantalitesine ve rahatlığına aşık olunası bir adet adamın hikayesi diyelim. evet büyük olaylar olmuyor ya da sayfaları merak içinde heyecanla çevirmiyorsunuz belki ancak görüyorsunuz ki siz kitabı elinize aldığınızda bunların hiçbirine ihtiyaç duymadan sayfaları çevirivermişsiniz. filmi hakkında ise pek bir şey söylemek istemiyorum, bence sıkıcı olmuş ve kitaptaki coolluğu yok misal karakterimizin. en azından 'önce' filmi izlemeyin diye naçizane bir tavsiye vererek meydanı okuyuculara bırakıyorum.
charles bukowskinin en sevdiğim kitabı harika bir kitapdır henry chinaski efsanedir kesinlikle okunmalı.