bugün

hayatımızdaki en iyi ve kötü anları hatırlayıp durup düşünmemizi sağlıyan derin anlamlı bir kelime.
idi eskiden diyede örnek verebiliriz
can dündar şiiri

Çember çevrilir,
Su musluktan içilir
Ağaçlara tırmanılırdı

Bebekler bezden
Silahlar tahtadan
Resimler kömür karasından yapılırdı

Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
isimleri konulur
Saatli maarif okunurdu

Komşuda pişen
Bize de düşer
Bizde pişen komşuya düşerdi

Geceler ayaz
Sokaklar karanlık
Yıldızlar parlak olurdu

Turşu, salça, mantı
Evde yapılır
Karpuz kuyuda soğutulurdu

Erik ağacının çiçeği
Pencere camımıza yaslanır
Güz yaprakları bahçemize düşerdi

Kardan adam yapılır
Evlerde soba yakılır
Kış gecelerinde masal anlatılırdı

Merdiven çıkılır
Aidat ödenmez
Yönetici seçilmezdi

Evler badanalı
Sokaklar lambasız
Mahalleler bekçili olurdu

Ajans radyodan dinlenir
Çizgili roman okunur
Defterlere kenar süsü yapılırdı

Hayat
Arkası yarin gibiydi
Kesintisizdi

Her gün yaşanacak bir şey vardı
Herkes kendi düşünü kurar
Kendi hayatini oynardı

Şimdi
Hayat tek perdelik bir oyun
Stand-up bir yalnızlık gibi

Simdi
Herkes
Yoğun
Yorgun
Ve
Tek başına
eskiden herşey eskiydi. yıllanmıştı. babadan, atadan dededen kalmaydı. antikaydı, klasikti, hatıraları vardı.

şimdi olan hiç bir şey eskimeyecek. eskimeden tüketiyoruz. daha heves geçmeden, daha tadını almadan, özümsemeden geçip gidiyor her şey. bu yüzden çabuk unutuyoruz. eskiden unutkanlık olmazdı kolay kolay. olansa yaşlılıktandı.
eskiden sokagımızdan muhallebici gecerdi,sokak cesmeleri vardı agzımızı dayayıp kana kana ictigimiz, ne msn ne counter strike vardı, annenin sepetten saldıgı yarım ekmek arası domatesi paylasan arkadaslar vardı, eskindendi cok eskiden...
Portakalda vitamin iken...
bir özdemir asaf şiiri.

Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikayeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümid yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
ister istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Hayâl içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
sararmaya başlamışsa lise fotoğrafların
yeniden düşünmelisin belki
yol yakınken.
-hayattan çalmak!-
gerçek özne kim?
yeniden düşlemelisin belki
yeni eskimeden...

sağ gösterip sol vurana
en kibar tabiriyle
yavşak denirdi
bizim köyde
eskiden.

yeni kelimeler bulmalısın belki
susmak da bir erdem
illa ki.
güzel bir attila ilhan şiiri.

eskiden çamlar vardı/şimdi ne oldular
gece gündüz gökyüzünü değiştiren
uğultularıyla gönlümüzü zenginleştiren
dalgın ağaçlardı gururlu ve kibar

eskiden puhu kuşları gizemli bahçelerde
vahim yanılmaların ürpertici çığlıkları
birden yoğunlaştırırdı yalnızlıkları
ay boğulurken/bulutlardan bir perde

eskiden hanımelleri yağmurlu balkonların
uykulara bıraktığı rüyalarla beraber
uzak çağrışımlarla o çocuk şarkı söyler
pancurların ardında/sesi hafifçe kırgın

eskiden soalarda yazın öğle sonları
sisli liman resimleri olarak görünürdü
çocuktum/ıslıklarım ne kadar hürdü
içimde özlemlerin boğuk gramafonları
vardı:
troleybüsler *,
arabalar, otobüsler *,
beyefendiler, hanımefendiler her yerde,
"56" "57" chevrolet'ler plymouth'lar, taksi dolmuş olarak,
depozitolu cam şişe coca-cola, pepsi, elvan gazozu,
bakkallarda cam kapaklı teneke kutularda finger bisküviler,
beyaz şapkalı beyaz eldivenli trafik polisleri,
motosikletli postacılar *,
dilenci vapurları,
şehirler arası çalışan 302 otobüsler,
siyah beyaz televizyon,
su akan, hatta içilen çeşmeler,
japon kale maç ettiğimiz boş arsalar,
bekçiler,
radyoda arkası yarın,
demirbank iyi günler dilerdi eskiden.
buralar da hep dutluktu *...
http://sinestezi.wordpres...sizler-iyi-cocuklarsiniz/
eskiden aşklar, sevgi ve sadakat üstüne kurulurdu.
şimdilerde, aşk evrim geçirdi.
ne sevdalar kara, ne sevgililer leyla.
ve aşk, bu toprakları çoktan terketti.
Göreceli bir kavramdır."Eskiden" olarak nitelenecek zamanla ilgili bir sayısal hesap usulü yoktur.
bu akşam yazdığım entrylerde sıkça kullandığım kelime. güzel olan ne varsa eskide kalmış.
NE GUZEL CAHiLDiK . . .

Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...

içeride kanaat...
içeride huzur...

Televizyon yoktu.

Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuy du.
Sonra illâ ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...
içeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk.
*
çok uzak; çok yakın..
Eskiden yani ben küçükken, o kadar küçüktüm ki ayağım arabanın fren pedalına yetişmezdi. bu yüzden 12 yaşına kadar ilkokula gitmek zorunda kaldım. o zamanlar arabalar 75 beygirdi. Ve şehirde yaşayan beygirler benzinle besleniyordu. köydekiler samana talim. dünya o kadar küçüktü ki haftada 1-2 kez arabaya binerdik. bazen o 75 beygir bir eşeğin çıktığı yolu çıkamazdı. saatlerce beklerdik. nedense 75 beygirden oluşan arabaya 4 -5 kişi binerdik. aslında herkes bir beygire binse 75 kişi bir yerden başka bir yere gidebilirdi.



dünya sadece yaşadığımız yerden ibaretti amerika daha keşfedilmemişti. avrupanın tamamı ise almanyada yaşayan akrabalardan ibaretti.
eskiden televole vardı nadide sultanın büyük memeleri vardı. o zamanlar salyalar akıtarak izliyorduk o evleri ama dedim ya çok gerilerde kaldı o yıllar ne televole var ne de nadidenin büyük memeleri.
"hani herkes arkadaş
hani oyunlar sürerken.."
eskiden,
yani yadigar.
hiç toz kondurmam,
hayatım eski
ve ben sokakların
tellalı.
eskiden gazete kuponlarındaki, o makas izini takip et diyen şerit işaretini nasıl hevesle takip ederdim keserken peşini. nasıl güzeldi.
eskiden,
fotoğrafların arkasına tarih atılır, nerede ve kiminle çekildiysek ismi yazılırdı. şimdilerde 'etiketle' ve 'etiketi kaldır' oyun geliyor...
ne kadar klişe, klasik bir tanım olursa olsun; her şey daha iyiydi. çok da eski değil, 15 sene öncesini düşünün... insanlar daha huzurlu, daha gerçek, daha sıcaklardı. her şey daha sağlıklıydı, sağlık sorunları böylesine yaygın değildi. belki şimdi koşullar daha iyi, ama gün geçtikçe bu koşullara muhtaç kalanlar hızla artıyor, sıkıntılar, dertler çoğalıyor.

eskiden insanın dostu insandı. belki daha cahildik, şimdi daha bilgiliyiz her konuda; ama sahip olduğumuz bilgilerin büyük bir çoğunluğu utanç verici. kendi halimizdeydik, iyiydik eskiden.

bir de bizim yetişemediklerimiz var tabii, büyüklerimizin iştahla anlattığı o eskiler. ''eski'' iyidir, ''ayna'' gibidir; geldiğin yolları hatırlatır, kendini gösterir dönüp baktığında, yıllar sonra tekrardan gülümsetir geçmişi hatırlatarak...

her geçen gün, dahada eskileri özlemek üzere merhaba diyorum her yeni güne, merhaba.
eskiden neşeli olan genç kalırdı. şimdi, kırışıklık oluşmadan gülme tekniği çalışıldığı devirlerdeyiz... hiçbir şey doğal değil artık hiç! gülmek bile...
eskiden ruhsat arabanın içinde bırakılıp gönül rahatlığı ile sokağa park edilirdi. şimdi apartmanın garajına parketsen bile ruhsatı aldım mı acaba tedirginliğini yaşıyorsun.
eskiden bizim evin perdeleri ağırdı.

böyle sanki yorgan asılmış gibi. gram ışık geçirmezdi. bok rengi gibiydi, kahverengi. üzerinde şekilsiz şekilsiz gül motifleri vardı. kanaviçe derdi annemler sanırım. dışarıdan nasıl gözükürdü bilmem ama içeriden bakıldığında; altında kalsan nefessizlikten öleceğin kadar ağır gözükürdü gözüme.
küçüktüm ben eskiden.

promosyon bir saatimiz vardı. ne markaydı bilmiyorum ama eve ilk geldiğinde duvara asmıştı annem ve karşısında uzuuun süre oturup izlemiştim. çünkü saniyesi yoktu. yelkovanı yavaş yavaş ilerliyordu. hatta bir keresinde duvardan güç bela indirip halıya koyup karşısında uyuyakalmıştım. saati izlerken uyuya kalmıştım ben eskiden.

evimizde soba vardı eskiden. hoş, hala var da; o zamanlar daha bir 'vardı'. ben küçüktüm ve etrafımdaki her şey dikkatimi çekiyordu eskiden.

soba boruları nasıl devrilmiyor diye düşünürdüm. annem demir tellerle bağlardı onları birbirine, sonra bacaya doğru yok yapardı. öyle çok zengin bir familya değildik. almanya'dan halamlar getirene kadar lego'nun ne olduğunu bile bilmiyordum. ama işte bu soba borularını yapmaca; lego'dan daha eğlenceliymiş. legoyla ilk tanışmamda anlamıştım bunu eskiden.
o soba borularını tellerle sarar sarmalar, duvardaki çiviye tuttururdu.
benim annem çok yetenekliydi.

eskiden ben anahtar taşımazdım. babam da taşımazdı. ev ''anahtarla girilen bir yer'' gibi değildi benim gözümde. annem hep evde olurdu. ne zaman kapıyı çalsak annem açardı. sanki kural buydu eskiden. herkes dışarıda olacak; anne evde onları bekleyecek. işler böyle yürürdü eskiden.

mutfak kapısını söktürmüştü annem bir keresinde. giriş çıkış daha rahat olsun diye. hiç unutmuyorum; çok sevinmiştim. çünkü kapılara tırmanmayı severdim ben eskiden. ayaklarımı iki yanına dayar, çıkabildiğim kadar yukarı çıkar; geçmek isteyenlerin de altımdan geçmeleri gerektiğini, yoksa üstlerine atlayıp onları yok edeceğimi söylerdim. ben çok çizgi film izlerdim eskiden.

he-man izler, gölgelerin gücü adına konuşurdum. şirinler izler, uslu bir çocuk olurdum. red kit izler, suçlulara savaş açardım. ninja kaplumbağalar'ı izler, splinter usta olur ya da donatello olurdum.
televizyonun önünde diz çöker, annemin elime tutuşturduğu salçalı ekmeği tırtıklardım. nedense yemek yemeyi sevmezdim eskiden. sanırım çocukların çoğu da böyle. o yüzdendir annem ne zaman ben başka şeye konsantre olsam verirdi elime yarım ekmeği.

çocukken mesela en çok patates kızartmasını severdim. anneannemin yaptığı en güzeliydi. yuvarlak olurdu. bir tanesi incecik olurdu mesela, diğeri kalın. biri pişmiş olurdu, biri çiğ; biri yanmış, biri kıvamında. anneannem pek beceremezdi yemek yapmasını çolak olduğu için. ama ben en çok onun yaptığı yemekleri severdim.

eskiden mesela düşürürdüm başımı dizlerine onun. bit ayıklarmış gibi yapardı başıma. masaj gibi olurdu. eskiden ben yataklara sığardım, anneannemin de dizlerini acıtmazdım.
eskiden her şey çok daha güzeldi.

sokakta oynardık. oyun parklarımız yoktu. tüm sokaklar çocuklarındı eskiden. tüm apartman çocukları hep birlikte giderdik okula, dönüşte de yine birlikte dönerdik. bazen çantalarımızı eve bırakır, üstümüzü bile değiştirmeden koşardık sokağa; bazen de çantalar sokakta bırakılır, cebimizde ne varsa o an için çantaların üzerine kor, başlardık bir topun peşinden koşmaya.

hatırlayın, eskiden kavga etmezdik. bıçak, soğa, döner bıçağı, sustalı yoktu. bir insana nasıl yumruk atılır, nasıl sopayla vurulur bilmiyorduk. bir kavga olduğunda mahalleden geçen biri ayırırdı. kim olduğunun önemi yoktu. bizleri tanıyıp tanımaması da önemli değildi eskiden. herkes asayiş gibiydi, herkes polis. yaşı büyük olan biri, kim olursa olsun, bize seslense hemen yanına giderdik. çekinmezdik kimseden.

maç yaparken çok susadığımızda, o an en yakın ev hangi arkadaşımızın eviyse ona girerdik. annesi annemiz gibiydi. ''ayakkabılarınızı çıkarmadan girmeyin çocuğum, durun koşturmayın, acele etmeyin.'' derdi. çaldığımız hiçbir kapı yüzümüze kapanmazdı eskiden.

bir poğaça yapardı mesela annem ya da elmalı kurabiye. o gün eğer bizim eve gittiysek su içmeye; o kekler, pastalar, kurabiyeler yenmeden çıkmazdık.

apartmanda kapanmazdı sokak kapıları eskiden. herkes birbirini tanırdı. karşılıklı iki kapı arasında kalan yere kilim serilir, orada çaylar içilir; dedikodu yapılırdı. sahi, o kadar çok konuşacak konuyu nereden bulurdu eskiden kadınlar?
eskiden meyve nasıl soyulur onu bile bilmezdim neredeyse. annem vardı. hem kapı açacağı, hem meyve soyacağı gibiydi annem. elimde elmayla çıkardım karşısına; hoop, tek hamlede soyardı. kabuğunu ayrıca yerdim. ne de olsa eskiden ''vitamini kabuğunda'' idi.

eskiden bir koltuk/kanepe vardı evimizde. nasıl anlatsam; vitrini vardı, kitaplıklı. ön tarafında iki uçta iki büyük kapağı vardı. altında da bir tane 'çekyat' misali bir yatak. ama hep açıktı o. sırtınızı işte o kitaplığa dayayabiliyordunuz. her neyse, öyle bir koltuk/çekyatımız vardı. dedem yatardı eskiden üzerinde. ben, dedemin ayakları ucunda ders çalışırdım. annem elma soyardı, kardeşim televizyon izlerdi.
bir çalar saatimiz vardı. horozlu. o çekyatın üzerinden hiç inmezdi. pili de mi bitmezdi ki? biterdi elbet. sanırım eskiden benim annem ayrıca pil takıcıydı.

babam gelmeden sofra kurulmazdı eskiden. akşam ezanıydı eve giriş zilimiz. ezandan sonra sokaklarda kimseler kalmazdı. sokaklar daha güvenliydi ama. serindi. yazın o sokaklardan itfaiye arabaları geçerdi. sulardı sokakları. itfaiye arabasından fışkıran suların üzerinden atlardık çocukken biz. sinek arabasının peşinden koşardık.
mahalleye gelen dondurmacıdan alırdık dondurmamızı. turşucu gezerdi sokaklarda, beş kuruşluk cipslerle doyururduk karnımızı..

eskiden hayat daha güzeldi.
evde zigon sehpanın üzerinde oturan biblo dede ile nine vardı. otururlardı eskiden orada.
şimdi bakıyorum, hiçbir şey kalmamış eskiye dair.
sezen söylemiş zaten benim için yıllar önce:

''hani erken inerdi karanlık,
hani yağmur yağardı inceden,
hani okuldan, işten dönerken,
işıklar yanardı evlerde,
eskidendi, çok eskiden.

hani ay herkese gülümserken,
mevsimler kimseyi dinlemezken...
hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
eskidendi, çok eskiden.

hani hepimiz arkadaşken,
hani oyunlar tükenmemişken,
henüz kimse bize ihanet etmemiş,
biz kimseyi aldatmamışken,
eskidendi, çok eskiden.

hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
daha biz kimseye küsmemiş,
daha kimse ölmemişken,
eskidendi, çok eskiden.

şimdi ay usul, yıldızlar eski
hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
geçen geçti,
geçen geçti,
geceyi söndür kalbim
geceler de gençlik gibi eskidendi
şimdi uykusuzluk vakti.''