bugün
- uludağ sözlüğün bitmiş olması8
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi19
- icardi1905 silik olsun kampanyası21
- şehirler arası aşk yaşamak10
- true'nin porno arşivi kaç gb9
- icardi190527
- suriyeliler suriye'ye dönsün12
- vatandaşlık farkı alan otel24
- bir kadının yemek ısmarlaması15
- hamas bir terör örgütüdür20
- erkeğe ne hediye alınır34
- bir sözlük yazarını kaşır mısınız11
- futbolcu ismiyle nick almak11
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız19
- anın görüntüsü12
- sözlükte ateist gibi takılan yahudiler10
- aleyna tilki10
- sözlük kızından gelin olmaz21
- herkes güncel fiyatını yazabilir mi9
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim22
- ağaç gövdesi gibi bacakları olan kadın14
- sözlük yazarlarının tatlıları8
- alınan en güzel iltifat14
- kızımın kiminle yatıp kalktığıyla ilgilenmezdim9
- cumaya gidenlerin çok azalması10
- bik bik'in balona binmesi34
- en yaşlı özelliğiniz9
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim23
- sabah aç karnına içilen bira13
- ideal duş alma sıklığı14
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız9
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım9
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı23
bu sabah yanlız uyandım die başlayan, müslüm gürses yorumundan dinlenmesi gereken muhteşem şarkıyı hatırlatan başlık.. (bkz: sensiz olmaz)
bu sabah yağmur var istanbul'da adlı mfö şarkısının, ilk iki kelimesidir.
yatağınızdan doğrulup bir şeyleri artık yerinden oynatmalıyım dediğinizde; motive edici bir şeyler arıyorsanız iyi gelecek şarkı.
fakat şarkı tek başına yeterli olmayacaktır.
bir soğuk duş...
uzun zamandır düzenli içmediğiniz için hayıflandığınız bir bardak süt... keskin olsun diyenler için expresso...
perdeleri açın. doğanın aydınlığı içeri girsin.
eski yıkılmış, arasına sizi de sıkıştırmış düşüncelerinizden ayrılın.
şarkıdaki gibi diyebilirsiniz; bu sabah ne ilk ne son diye;
düşmek sorun mu? kalmasını bildikçe...
fakat şarkı tek başına yeterli olmayacaktır.
bir soğuk duş...
uzun zamandır düzenli içmediğiniz için hayıflandığınız bir bardak süt... keskin olsun diyenler için expresso...
perdeleri açın. doğanın aydınlığı içeri girsin.
eski yıkılmış, arasına sizi de sıkıştırmış düşüncelerinizden ayrılın.
şarkıdaki gibi diyebilirsiniz; bu sabah ne ilk ne son diye;
düşmek sorun mu? kalmasını bildikçe...
...Bu sabah uyandım
Bana ait hayalleri
Bir yüreğe hapsettim
Ve benden kalan düşleri
Geçen zamana bıraktım...
Bana ait hayalleri
Bir yüreğe hapsettim
Ve benden kalan düşleri
Geçen zamana bıraktım...
Bu sabah erken uyandım.Kardeşimi dershanesine bıraktım.Eve gelince çok güzel bir uykuya daldım.Düşümde seni gördüm.Farklı farklı rüyalar kurcaladı beynimi..Ve uyandım hayat devam ediyor.Bir ucundan tutunarak yaşamak zorundasın.O da ne kadar emniyetliyse..
"bu sabah yerini kimler almış
diye düşündüm kalktığımda
hiçbiri beni hiçbiri seni
hiçbiri bizi anlamamış."
(bkz: gulki sevgilim)
diye düşündüm kalktığımda
hiçbiri beni hiçbiri seni
hiçbiri bizi anlamamış."
(bkz: gulki sevgilim)
"bu gece" demek kadar eğlenceli olmuyor.
bu sabah sırf anlatacaklarım bitmedi, daha yeterince bıkmadım diye sabahladıktan sonra küçük esatın eski bir evinden çıktım sokağa. sabahın 7.30'unda sessizlik vardı sokaklarda, demek ki hala konuşmamanın anlamlı olduğu saatler duruyor dedim kendime. telaşla yetişilecek yerler olsa kocatepe camisine insan kusacak, insan tükürecek bir merdivenden düştüm sokağa yürüdüm. koyun avına çıkmış kurtlarla göz göze geldim, taksi kullanıyordu hepsi de. "belki binmek istersin, iyi düşün?" diyorlardı. belki ağızlarını bile açmadılar ama çok net bir şekilde içlerinden ne geçirdikleri ilk taksi icat edildiği günden bu yana apaçık belliydi ve ben apaçık şekilde, beton içine gömülmüş ağaçlara görücü usulü kendimi sunuyordum. olgunlar sokağı yine geceden kalmıştı, ağzı içki kokuyordu biraz. sokağın ucunda gece tam 3'te kahkaha atmış bir kadının gülücük izi dalgalanıyordu, bir zafer kutlaması gibi. zaferleri hastalıklı bir kaybetmişlik hissiyle karşılamaya alışkın bileklerimden güç alıp suskunlukla karşıladım geceden arta kalanları. kaçınız bilir bilmiyorum ama, sabahın ilk ışıklarında gece çok gevezedir bütün coğrafyalara..
olgunlar sahaflarına ait kitaplar gene demirden kutular içerisinde bağıra çağıra okunmayı bekliyordu. çöp tenekesinin yanına fırlatılmış "ilkokul matematik 4" gibi bir ismi olan kitabın kulağına eğilip, "sahi okunmaya değer bir şeyler birileri hala yazıyor mu?" diye sordum, "sen yazana kadar kimse yazamayacak" dedi bir panik havası gökyüzünde. evrenin dili matematik olsa da, ve pi filmi çok güzel olsa da, bir matematik kitabı hayata dair hiçbir halt bilemezdi zaten, yalan söylüyordu. yemin etmişçesine istisnasız hepsi koyu renkte hacı takkesi gibi bereler takmıştı belediye işçileri, çöp kutularından kediler düşüyordu ve büfelerin içinde adamlar vardı, adamlar bekliyorlardı, beklemenin görevleri olduğunu bilerek.
elçiliğin önündeki polis bu sabah yoktu. elçi'nin karısıyla aşk yapıyordu belki de. elçiliğin yüksek korkuluklarının uçlarındaki sivri sivri hiç insancıl olmayan çıkıntılar, uyuz sıkıcı politik ağzını bırakacak olursa açık açık, "sktir git uzak dur burdan!" diyordu resmen. "simeeethhh" diye bağırdı simitçi, hamur işi şeyler yemekten kıt zekalı büyümüş olmamız hiç umurunda değildi, benim de onun nasıl para kazanacağı hiç umurumda değildi ve gelmiş geçmiş bütün seçimlerde anarşiye gözüm kapalı oy basmaya devam ediyordum çünkü üzerinize afiyet iskenderiye kütüphanesinin yandığı günden bu yana üzüntümden kuduz olmuştum ben. kuduruyordum gecelerin üzerinde.
yürümeyen merdivenler yürüyen kuzenlerini kıskanıyor muydu bilmem ama ben her erken sabah vakitlerinde üst geçitten geçerken o dilenciyi aynı yerde bir battaniyenin altında uyur halde görürken onu acayip kıskanıyordum çünkü bir sabah uyandığında dirilme ihtimali vardı onun. bir sabah nefes alır bir şekilde kalkma ihtimali vardı betonun üstünden ve benim sıcak yatağım ve rahat bilgisayar koltuğum ve gene daha rahat bar koltuğu üzerinde artık dirilebilmem için neredeyse hiçbir umut kalmamıştı. bir zamanlar umutsuzluk bir umuttu ve çok güzeldi.
"23 nisandan dolayı bugün uykusuz gelmedi!" dedi büfeci, "allah kahretsin bütün çocukları!" diye bağırdım yüzüne, anlamadı, "o dil hala konuşuluyor mu yeryüzünde? dikkatli ol!" dedi üzüntüyle.. tayyyip sırıtıyordu pis sırıtkan reklam afişlerinin pis sırıtkan parıldak ışıkların sırıtkan yılışıklığında, delirip kafamı sola çevirdiğimde güvercinler yürüyordu yerlerde, kaldırımları belki de kaldırım çizgilerine basmadan yürüyen bir melankolik kadar çok seviyorlardı belki de. "benden de çok seviyor musunuz kaldırımları, doğru söyleyin, kızamam size dostlarımsınız" dedim, uçtu gitti hepsi, yedikleri susamlar yarıda kaldı diye kalp krizi geçirdim adettendir diye.
adettendir diye oturup yazacaktım uykusuz uykusuz, uykusuz da bu uykusuz dergisi nerdeydi yoktu, yecüc mecüc yeryüzüne gelmeden bitmeyecek bir inşaatın yanından geçiyordum, hiç bitmeyecek bir inşaatın üzerine koskocaman atamın resmini asmışlardı. otobüsler geçiyordu yanımdan, voltran gibi birbirine geçmiş insanlar geçiyordu otobüslerin içinden. sokak lambalarından birisi babil kulesiyle yarışa girmiş gibi uzamışta uzamıştı, çok yüksekti; her gün batımında gökyüzü kızıla boyanırken "daha hala bulutlara dokunamıyorum" diye gözyaşı döktüğünden emindim namussuzun, namussuztu çünkü benim fantazilerimi çalmaya kalkışmıştı işte.. ve o direk gerçekten çok büyük, çok uzundu, neden?!
güvenpark çiçekçilerini görünce hapşurmaya başladım. hapşuruk tuttuğundan değil, sırf "çiçeklerinizden de sizden de nefret ediyorum" demek için hapşurmaya başladım. hayatımda tek bir defa birisine çiçek almıştım ve o kişi o papatyaları eve götürüp de poşetinden çıkarmayı unutunca ve aradan 1 hafta geçtikten sonra çiçekler poşetin içinde kuruyup leş gibi bir koku yaydıktan ve o kişi bana bunu güle güle anlattıktan sonra kimse çiçekleri sevmemi de bekleyemezdi benden zaten mazeretim var asabiydim.
50 kuruşa satılan portakal suyu içiyordu ulu orta herkes.. vitamine neden ihtiyaçları var ki? diye düşünüp düşünüp işin içinden çıkamadım. insan sabahın 7sinde işe gitmek için uyanıyorsa bence portakal sularına ve midede asit yapan asitsel vitaminlere de ihtiyacı yoktu. polisleri görünce kafamı önüme eğdim, biraz da alışkanlıktan ve sevdiğimden yere bakarak yürümeyi. polisleri görünce gene alışkanlıktandır diye terledim.
dolmuş, deli bir belediye başkanı gelip de kesene kadar ağaçların gökyüzünü sonsuza dek kapattığı bir yolda yürürken yıllardan beri ilk defa sokakta yürüyen liseli bir kıza baktım ve içimde hiçbir kötülük olmadan bacaklarının en derin ve lezzetli yerlerinden ısırdım, parfüm kokusu içinde kaldı dolmuş. dalgalandı kalabalık, "beyler ittirmeyin" çağırışları yükseliyordu ki, yaşlı bir teyze azarlarcasına "yapma evladım yapmayın" deyince bitti her şey. genel kurmay başkanlığı'nın önünden geçerken atamın resmi gene çıktı karşıma, bu kez ellerini arkaya atmıştı, "paşam yani ama bu ne hareketlilik, maşallahınız var, iyi gördüm sizi" dedim düğmelerimi iniklerken.
askerler nöbet tutuyordu; çocuklar büyüsün diye, büyüsünler de onlar da askere gitsinler diye, gitsinler de şanslılarsa(!) şehit olsunlar diye..
insanlar vardı.
sabahın 7.45'inde işlerine gidiyorlardı;
kahve ve sigara içe içe sohbet ederek geçen bir gecenin ardından,
ben gene uyumaya eve giderken.. gülüyordum;
faturasını ödeyemeyeceğim günlerin çok yaklaştığının farkındayken..
bu sabah sırf anlatacaklarım bitmedi, daha yeterince bıkmadım diye sabahladıktan sonra küçük esatın eski bir evinden çıktım sokağa. sabahın 7.30'unda sessizlik vardı sokaklarda, demek ki hala konuşmamanın anlamlı olduğu saatler duruyor dedim kendime. telaşla yetişilecek yerler olsa kocatepe camisine insan kusacak, insan tükürecek bir merdivenden düştüm sokağa yürüdüm. koyun avına çıkmış kurtlarla göz göze geldim, taksi kullanıyordu hepsi de. "belki binmek istersin, iyi düşün?" diyorlardı. belki ağızlarını bile açmadılar ama çok net bir şekilde içlerinden ne geçirdikleri ilk taksi icat edildiği günden bu yana apaçık belliydi ve ben apaçık şekilde, beton içine gömülmüş ağaçlara görücü usulü kendimi sunuyordum. olgunlar sokağı yine geceden kalmıştı, ağzı içki kokuyordu biraz. sokağın ucunda gece tam 3'te kahkaha atmış bir kadının gülücük izi dalgalanıyordu, bir zafer kutlaması gibi. zaferleri hastalıklı bir kaybetmişlik hissiyle karşılamaya alışkın bileklerimden güç alıp suskunlukla karşıladım geceden arta kalanları. kaçınız bilir bilmiyorum ama, sabahın ilk ışıklarında gece çok gevezedir bütün coğrafyalara..
olgunlar sahaflarına ait kitaplar gene demirden kutular içerisinde bağıra çağıra okunmayı bekliyordu. çöp tenekesinin yanına fırlatılmış "ilkokul matematik 4" gibi bir ismi olan kitabın kulağına eğilip, "sahi okunmaya değer bir şeyler birileri hala yazıyor mu?" diye sordum, "sen yazana kadar kimse yazamayacak" dedi bir panik havası gökyüzünde. evrenin dili matematik olsa da, ve pi filmi çok güzel olsa da, bir matematik kitabı hayata dair hiçbir halt bilemezdi zaten, yalan söylüyordu. yemin etmişçesine istisnasız hepsi koyu renkte hacı takkesi gibi bereler takmıştı belediye işçileri, çöp kutularından kediler düşüyordu ve büfelerin içinde adamlar vardı, adamlar bekliyorlardı, beklemenin görevleri olduğunu bilerek.
elçiliğin önündeki polis bu sabah yoktu. elçi'nin karısıyla aşk yapıyordu belki de. elçiliğin yüksek korkuluklarının uçlarındaki sivri sivri hiç insancıl olmayan çıkıntılar, uyuz sıkıcı politik ağzını bırakacak olursa açık açık, "sktir git uzak dur burdan!" diyordu resmen. "simeeethhh" diye bağırdı simitçi, hamur işi şeyler yemekten kıt zekalı büyümüş olmamız hiç umurunda değildi, benim de onun nasıl para kazanacağı hiç umurumda değildi ve gelmiş geçmiş bütün seçimlerde anarşiye gözüm kapalı oy basmaya devam ediyordum çünkü üzerinize afiyet iskenderiye kütüphanesinin yandığı günden bu yana üzüntümden kuduz olmuştum ben. kuduruyordum gecelerin üzerinde.
yürümeyen merdivenler yürüyen kuzenlerini kıskanıyor muydu bilmem ama ben her erken sabah vakitlerinde üst geçitten geçerken o dilenciyi aynı yerde bir battaniyenin altında uyur halde görürken onu acayip kıskanıyordum çünkü bir sabah uyandığında dirilme ihtimali vardı onun. bir sabah nefes alır bir şekilde kalkma ihtimali vardı betonun üstünden ve benim sıcak yatağım ve rahat bilgisayar koltuğum ve gene daha rahat bar koltuğu üzerinde artık dirilebilmem için neredeyse hiçbir umut kalmamıştı. bir zamanlar umutsuzluk bir umuttu ve çok güzeldi.
"23 nisandan dolayı bugün uykusuz gelmedi!" dedi büfeci, "allah kahretsin bütün çocukları!" diye bağırdım yüzüne, anlamadı, "o dil hala konuşuluyor mu yeryüzünde? dikkatli ol!" dedi üzüntüyle.. tayyyip sırıtıyordu pis sırıtkan reklam afişlerinin pis sırıtkan parıldak ışıkların sırıtkan yılışıklığında, delirip kafamı sola çevirdiğimde güvercinler yürüyordu yerlerde, kaldırımları belki de kaldırım çizgilerine basmadan yürüyen bir melankolik kadar çok seviyorlardı belki de. "benden de çok seviyor musunuz kaldırımları, doğru söyleyin, kızamam size dostlarımsınız" dedim, uçtu gitti hepsi, yedikleri susamlar yarıda kaldı diye kalp krizi geçirdim adettendir diye.
adettendir diye oturup yazacaktım uykusuz uykusuz, uykusuz da bu uykusuz dergisi nerdeydi yoktu, yecüc mecüc yeryüzüne gelmeden bitmeyecek bir inşaatın yanından geçiyordum, hiç bitmeyecek bir inşaatın üzerine koskocaman atamın resmini asmışlardı. otobüsler geçiyordu yanımdan, voltran gibi birbirine geçmiş insanlar geçiyordu otobüslerin içinden. sokak lambalarından birisi babil kulesiyle yarışa girmiş gibi uzamışta uzamıştı, çok yüksekti; her gün batımında gökyüzü kızıla boyanırken "daha hala bulutlara dokunamıyorum" diye gözyaşı döktüğünden emindim namussuzun, namussuztu çünkü benim fantazilerimi çalmaya kalkışmıştı işte.. ve o direk gerçekten çok büyük, çok uzundu, neden?!
güvenpark çiçekçilerini görünce hapşurmaya başladım. hapşuruk tuttuğundan değil, sırf "çiçeklerinizden de sizden de nefret ediyorum" demek için hapşurmaya başladım. hayatımda tek bir defa birisine çiçek almıştım ve o kişi o papatyaları eve götürüp de poşetinden çıkarmayı unutunca ve aradan 1 hafta geçtikten sonra çiçekler poşetin içinde kuruyup leş gibi bir koku yaydıktan ve o kişi bana bunu güle güle anlattıktan sonra kimse çiçekleri sevmemi de bekleyemezdi benden zaten mazeretim var asabiydim.
50 kuruşa satılan portakal suyu içiyordu ulu orta herkes.. vitamine neden ihtiyaçları var ki? diye düşünüp düşünüp işin içinden çıkamadım. insan sabahın 7sinde işe gitmek için uyanıyorsa bence portakal sularına ve midede asit yapan asitsel vitaminlere de ihtiyacı yoktu. polisleri görünce kafamı önüme eğdim, biraz da alışkanlıktan ve sevdiğimden yere bakarak yürümeyi. polisleri görünce gene alışkanlıktandır diye terledim.
dolmuş, deli bir belediye başkanı gelip de kesene kadar ağaçların gökyüzünü sonsuza dek kapattığı bir yolda yürürken yıllardan beri ilk defa sokakta yürüyen liseli bir kıza baktım ve içimde hiçbir kötülük olmadan bacaklarının en derin ve lezzetli yerlerinden ısırdım, parfüm kokusu içinde kaldı dolmuş. dalgalandı kalabalık, "beyler ittirmeyin" çağırışları yükseliyordu ki, yaşlı bir teyze azarlarcasına "yapma evladım yapmayın" deyince bitti her şey. genel kurmay başkanlığı'nın önünden geçerken atamın resmi gene çıktı karşıma, bu kez ellerini arkaya atmıştı, "paşam yani ama bu ne hareketlilik, maşallahınız var, iyi gördüm sizi" dedim düğmelerimi iniklerken.
askerler nöbet tutuyordu; çocuklar büyüsün diye, büyüsünler de onlar da askere gitsinler diye, gitsinler de şanslılarsa(!) şehit olsunlar diye..
insanlar vardı.
sabahın 7.45'inde işlerine gidiyorlardı;
kahve ve sigara içe içe sohbet ederek geçen bir gecenin ardından,
ben gene uyumaya eve giderken.. gülüyordum;
faturasını ödeyemeyeceğim günlerin çok yaklaştığının farkındayken..
bu sabah 8 de yağmurun sesiyle uyandım.gece 3 te yatmıştım.uykumu alamamış gibi hissetsem de,yağmuru kaçırmak istemedim.yürüyüşe çıkmak için giyindim.mp3 de taktım kulağıma.sokağa adımımı atar atmaz yağmur kesildi.tanrım dedim nasıl bir şanssızlık bu.kimden nasıl bir ah aldım da, yağmuru bile benden esirgiyorsun.
ben yinede yürüdüm.yürüdükçe yürüyesim geldi.yani baya yürüdüm.
ben yinede yürüdüm.yürüdükçe yürüyesim geldi.yani baya yürüdüm.
Bu sabah uyandım
Sana ait eşyaları bir kutuya doldurdum
Ve senden kalan izleri akan suyla yıkadım
Bu sabah uyandım bu sabah senden ayrıldım
Bu sabah uyandım
Bana ait hayalleri bir yüreğe hapsettim
Ve benden kalan düşleri geçen zamana bıraktım
Bu sabah uyandım bu sabah yeniden başladım
Ne ilk ne son bu sabah
Ne çok öğrendi bu gönül ne ne çok söndü ne çok yandı
Her defasında kanatlandı bu son sandı ama aldandı
Boyun eğmedi bu gönül ne alıştı ne uslandı
Bu gönül uyandı bu sabah yeniden başladı. olan candan erçetinin bu sabah şarkısının sözleridir.
bilirsiniz bu sabah o son sabah olmaz ama sabah umuttur. yenidir.yeni bigündür. umut etmek bitmez. her yeni gün işte bu sabah dersin. bana ait eşyaların olduğu kutuyu istiyorum ben senden. ki bu sabah dediğin sabah son sabah olsun.
Sana ait eşyaları bir kutuya doldurdum
Ve senden kalan izleri akan suyla yıkadım
Bu sabah uyandım bu sabah senden ayrıldım
Bu sabah uyandım
Bana ait hayalleri bir yüreğe hapsettim
Ve benden kalan düşleri geçen zamana bıraktım
Bu sabah uyandım bu sabah yeniden başladım
Ne ilk ne son bu sabah
Ne çok öğrendi bu gönül ne ne çok söndü ne çok yandı
Her defasında kanatlandı bu son sandı ama aldandı
Boyun eğmedi bu gönül ne alıştı ne uslandı
Bu gönül uyandı bu sabah yeniden başladı. olan candan erçetinin bu sabah şarkısının sözleridir.
bilirsiniz bu sabah o son sabah olmaz ama sabah umuttur. yenidir.yeni bigündür. umut etmek bitmez. her yeni gün işte bu sabah dersin. bana ait eşyaların olduğu kutuyu istiyorum ben senden. ki bu sabah dediğin sabah son sabah olsun.
bu sabah adını boş kağıtlara
yazdım astım duvarlara.
yazdım astım duvarlara.
candan erçetinin melek adlı albümünde kıyıda köşede kalmış, harika sözleri ve harika bir melodisi olan şarkı.
sözleri de şöyledir:
Bu sabah uyandım
Sana ait eşyaları bir kutuya doldurdum
Ve senden kalan izleri akan suyla yıkadım
Bu sabah uyandım bu sabah senden ayrıldım
Bu sabah uyandım
Bana ait hayalleri bir yüreğe hapsettim
Ve benden kalan düşleri geçen zamana bıraktım
Bu sabah uyandım bu sabah yeniden başladım
Ne ilk ne son bu sabah
Ne çok öğrendi bu gönül ne ne çok söndü ne çok yandı
Her defasında kanatlandı bu son sandı ama aldandı
Boyun eğmedi bu gönül ne alıştı ne uslandı
Bu gönül uyandı bu sabah yeniden başladı
sözleri de şöyledir:
Bu sabah uyandım
Sana ait eşyaları bir kutuya doldurdum
Ve senden kalan izleri akan suyla yıkadım
Bu sabah uyandım bu sabah senden ayrıldım
Bu sabah uyandım
Bana ait hayalleri bir yüreğe hapsettim
Ve benden kalan düşleri geçen zamana bıraktım
Bu sabah uyandım bu sabah yeniden başladım
Ne ilk ne son bu sabah
Ne çok öğrendi bu gönül ne ne çok söndü ne çok yandı
Her defasında kanatlandı bu son sandı ama aldandı
Boyun eğmedi bu gönül ne alıştı ne uslandı
Bu gönül uyandı bu sabah yeniden başladı
bu sabah anlamsız bir arabeskle uyandım, şu saatte orhan gencebay dinliyorum. hatta acaba alkollü bir şeyler içsem mi diye bile düşündüm, oha dedim ve kendimi dizginledim. üzerimde anlamsız bir acı var. acının elbette bir anlamı var da, ben üzerine hangisini yükleyeyim bilemedim. baktım olmadı, hepsini birden yükledim. üzerinde güzel durdu, bugün böyle kullanmaya karar verdim.
(bkz: zaman geçmiyor zamanın içinden bizler geçiyoruz)
(bkz: zaman geçmiyor zamanın içinden bizler geçiyoruz)
yalnız uyandım sensiz olmaz sensiz olmaz...
Her cümlesinde bir anlam yatar şarkının. Kimi zaman içiniz dağılırınız, toparlanır, kalkar, sırtınıza hayat yükün yeniden alır, yolunuza devam edersiniz.
Yorgun anların, ilaç niyeti şarkısıdır aslında.
Yorgun anların, ilaç niyeti şarkısıdır aslında.
sizi kendime maruz bıraktığım için özür dilerim diye bitirilmesi gereken başlık .
bok kafalı sabah.
pazar sabahı, ailecek kahvaltı, aile büyükleri ziyareti.
ne güzel bir sabah!
ne güzel bir sabah!
göksel in sen orda yoksun albümünden en iyi şarkılarından biri .
https://www.youtube.com/watch?v=l5YO6ukEWQI
https://www.youtube.com/watch?v=l5YO6ukEWQI
yaklaşık dört beş yıldır dinlemediğim kenarda köşede kaldığını düşündüğüm şarkı. ama işte öyle bi an geliyor gidiyorsun çok eskiden dinlediğin şarkıyı açıp tekrardan dinliyorsun. bu gönül uyandı bu sabah yeniden başladı demek istiyorsun çünkü.
içinde bulunduğumuz tarihin, günün erken saatleri/ sabah saatleri.
dün sabah bu saatlerde rahhhhaaaattt rahaaaaattt mışıl mışıl uyuyordum.
bu sabahsa işteyim! hem de pazar günü. hem de iki saatlik uykuyla.
hayırlı olsunu falan yok uyumak istiyorum ühühühühühühü.
dün sabah bu saatlerde rahhhhaaaattt rahaaaaattt mışıl mışıl uyuyordum.
bu sabahsa işteyim! hem de pazar günü. hem de iki saatlik uykuyla.
hayırlı olsunu falan yok uyumak istiyorum ühühühühühühü.
güncel Önemli Başlıklar