bugün
- merhaba arkadaşlar gününüz nasıldı19
- anın görüntüsü50
- üstteki yazara hangi isim yakışır77
- bacaklarını açarak oturan erkek16
- kumpir14
- hayvan gibi yeyip kilo almamak9
- bozuk paralarla yapılacak şeyler14
- yaşça büyük insanlara saygı duyulması gerekliliği18
- çiçek isteyen sevgiliye çiçek dalında güzel demek12
- emdi dolar yardırur20
- klarnet calan sarapci koala 623
- eskiye özlem duymak21
- ulu sözlükte son harften kelime üretmece oynuyoruz20
- dolar daha da artar mı16
- film önerileri19
- ukrayna rusya savaşı15
- bu yaştan sonra ders dinlemek9
- bay mezuza10
- karpuzcu libos panda21
- günün sözü12
- nurettin nebati'nin kurtulunca oh çekmesi9
- mehmet şimşek13
- türkiye de yöneticilerin makam arabası düşkünlüğü8
- kitap alıntıları8
- bir şarkı sözü der ki11
- para bok huzur yok13
- recep tayyip erdoğan13
- düşün ki o bunu okuyor13
- şarkı dinlemek ama dolphini dinlememek8
- abinin travesti olmaya karar vermesi11
- libido arttıran şeyler11
- gecenin şarkısı17
- kahve içmeden yapamıyorumcular37
- otopsiraporlari'na aşık olmak9
- ben uyuyorum sözlük bir şey diyor musun15
- sözlüğe yazma hevesinin kayboluşu9
- ali koç10
- bir mekana girince hürmetle karşılanmak8
- üniversiteyi belarus ta okumak8
- özlenilen yazarlar15
- üniversiteyi ailenin yanında okumak8
- dini bütün türk milliyetçilıği9
- bir sözlük kızıyla çok fena seks yapma isteği17
- mezuza9
- sözlük kızlarının 30 yaşında olup 40 göstermesi15
- beşiktaş10
- bu saatten sonra sözlüğe yazmak9
- can sıkan şeyler10
- eksi ruyalar9
- nicolo zaniolo8


entry'ler (3988)
yarım saat önce komik diye bir turist videosu açtım, türkiyedeki yemeklerden bahsetmeye başladı. antep maraş antakya gezmiş, hiçbiri kalmadı şu an. keşke olsa da bi' künefe yesek ama muhtemelen olmayacak işte.
ben niye buradayım ya diye sorguluyorum şu an. safe alan diye sanırım. anonimlik güzel şey.
Bugün yapılması gerekeni yapıp psikologla ilk görüşmemi gerçekleştirdim. Yazmayı sevdiğim ve duygularımı dışarı vuramadığım için, olan biten her şeyi içimden geldiği gibi, samimi ve sansürsüz bir şekilde yazmamın beni rahatlatabileceğini söyledi. Burada sansürsüz yazmam mümkün olmadığı için resmen ve mecburen o kısımları ağlayarak günlüğüme yazacağım.
Bundan tam 3 hafta önce bu saatlerde Antakya’da, bir diğer evimiz diyebileceğim, şu an çok meşhur olan bir enkaz alanındaydım. Herkesin bildiği güçlendirildiği için tüm depremlerde yıkılmayan ama hemen yanında güçlendirmediği için yıkılan Belediye Kooperatif Binaları A3 blokta.
Depremin olduğu Pazartesi sabahı erken saatte depremi ve binanın yıkıldığını öğrendik ama sonrasında kesilen iletişim nedeniyle bina ne zaman yıkıldı, biri çıktı mı, neler oldu öğrenemedik. ilk iş uçak bileti almaya çalıştık. Çok sevgili Pegasus fiyat güncellemesi yaptığı için Anadolu Jet’te bulduğumuz ilk uçuşa biletleri aldık. Ancak birkaç saat sonra öğrendik ki havalimanı da yıkılmış. Uçak biletlerini iptal edip araba bulmaya çalıştık.
Bir yandan haber almaya çalışıyor, bir yandan gelen “geçmiş olsun deprem olmuş” telefonlarını yanıtlıyorduk. Kimse yıkımın bu denli büyük olduğunu bilmiyordu çünkü. Haberlerde öyle bir bilgi yoktu. Çanta ve yardım malzemeleri toparlayarak yola çıkmak için hazırlanmaya başladık. Yüklü miktarda nakit para aldık belki kart kullanamayız diye, bir de bolca sigara. Paranın geçmediği bir yerde ve zamanda olacağımızı oraya gitmeden önce bilemedik. Yollar kapalı kimse gidemiyor dediler, biraz bekledik. Ama beklemek en kötüsüydü. Gece yarısı yola aniden çıktık. Salı günü tam Adana’ya vardığımızda Hatay’a girişler kapatıldı, yolu üç saat uzattık ama yine de gittik. Her zaman büyük bir mutlulukla koşa koşa gittiğimiz Hatay’a yine koşa koşa gitmiştik ama korku dolu bir endişe ve mutsuzlukla.
Başta nerede olduğumuzu sorguladık çünkü koca şehir yerle bir olmuştu ve bu bir deyim değil yerle birdi, binalar, evler, hastaneler, hepsi. Yerle bir binalar vardı ama binaların başında hiç kimse yoktu. Sanki deprem olalı 1 gün değil 1 ay olmuş gibiydi. Bu şehirden bunca insan sağ çıkacak deseler o an inanmazdım. Aynı şey A3 Blok’a vardığımızda da karşımızdaydı 13 katlı koca bina sanki 3 katlıymış gibi yıkılmış, etrafında sadece komşularımızın yaktığı bir ateş 3-5 tane insan, karanlık, enkaza ilk varan komşuların kendi imkanlarıyla çıkarttığı cansız beden. Umudum tamamen yok oldu böylece.
Eşim Onur’un annesi, babası, kardeşi, kardeşinin eşi ve halası için çaresiz bekleyişimiz de o an başladı. Sonra sabah her şey değişti. Bir kepçe makinesi gelmiş, bir de gönüllü bir ekip. Çalışacağız, deneyeceğiz dediler. 20’li yaşlarda öğrencilerin ve enkazda yakını olan kişilerin bir alevi tetiklemesiyle başladı çalışmalar. Onur, annesiyle babasının evindeki mutfak sandalyelerini kendi elleriyle çıkardı. Diğerleri kendi ailelerinin eşyalarını. Bu hangi komşunundu, hangi kattayız, burada kim yaşıyordu derken binanın normal bir şekilde yıkılmadığını tam olarak o zaman anladık. Sonra sesler duyulmaya başladı enkaz altından dedik ki bize yardım lazım, bize ekip lazım, bize makine lazım. Bize işi bilen biri lazım. Bizim gönlümüzle elimizle kolumuzla yapabileceğimiz bir şey değil bu. Yapabilsek yapardık zaten. Yemeği bulduk bir şekilde ama gerisi hep lazım. Günlerce dilendik, yalvardık, aramadığımız yer, kişi, kurum, şahıs, yetkili, eş, dost kimse kalmadı. O da telefon çektiği sürece tabi.
Geri dönüşleri de oldu. Malum yerler haricinde tüm gönüllüler, STK’lar, influencerlar, belediyeler bir şekilde geri döndü. 680 iBB gönüllüsünün AFAD yetki vermediği için yerinden kıpırdayamadığını ilk ağızdan bu şekilde öğrendim. Mazot gelmesi için konuştuğumuz yerlerin AFAD yetki vermeden mazot veremeyeceğini.
Arkadaşımızın taa Fransa’dan yönlendirdiği gönüllü ekibin gece de size yardım edeceğiz ama kalacak yer lazım dediğinde çadır istediğimde AFAD yetki vermediği için alamayacağımızı da böyle öğrendim.
9 Şubat’ta sesimizi duyurduk. Fransız ekibe çadır bulduk, geceye kadar yanımızda saklayıp başında nöbet tuttuk. Fransız ekibi askeri araç alıp götürdü. Madencilerimiz geldi, işten kovulmuşlar haberlerini herkes gördü.
10 Şubat’ta ses cihazı için gelen Koreli gönüllü ekibimizi AFAD enkazdan indirdiğinde ayakkabılarında bir gram toz yoktu, fotoğraf çektirip gitmeleri için Koreli ekip 3 saat çalışmayı bıraktı. Bunun sonucunda enkaz alanından götürüldüler. Fotoğraflarını bile çekemedim.
11 Şubat’ta herkesi bizden zorla aldıkları için yine kimsesiz kalmıştık. Üniversiteli gönüllüler geri döndü yanımıza, Orak A.Ş bir süre daha devam etti bizimle. Kepçesini çaldığımız Mesut Abi kaldı, tamir ettirdik kepçesini devam etti. TAKED son güne kadar bizimle kaldı, canla başla uğraştılar. Kader dostumuz oldular. Bosnalı gönüllü ekip yine son güne dek ellerini vicdanlarından çekmeden bize destek oldular.
Bir Arçelik yetkili servisi olarak yemek ve çay dağıttı. Bize iBB yemek gönderdi, arkadaşlarımız battaniye, powerbank, sigara, Pamukkale Üni. gıda ve battaniye, Bursa Belediyesi vinç, Enis Berberoğlu kurduğu afet yönetim merkezinden ilaç ve gıda, Shell iki tanker mazot gönderdi. Kocaeli Belediyesi çadır kurmuş, ekibe yemek ve su taşıdık, ilaç aldık. Askerler el altından odun verdi ateş yakıp ısınabilelim diye. TAKED Tire gönüllü ekibi son güne kadar emeğini gönlünü verdi, Bosnalı gönüllü ekip vicdanını eline koyup son güne kadar desteğini verdi.
Yeri geldi içmeye su, yeri geldi mazot aradık. ilaç aradık, akü aradık. Yeri geldi ekibe maske, yeri geldi çıkan ölü bedenlere ceset torbası aradık. Yeri geldi beni sağlıkçı zannettiler, yeri geldi iş makinalarından anlayan biriyim sanıp makina anahtarı teslim ettiler. Biz yakınlarımızı ceset torbasını (kendimiz) bulana dek battaniyelerle gömdük. Kendimiz taşıdık kendi arabımıza, kendi bulduğumuz mezarlıklara götürdük.isimlerini yazacağımız bir mezar taşı, düzgün bir cenaze namazı bile yapamadık. Eşimin annesini, kardeşini, halasını öyle gömdük. Eşimin babasını bulamadık. Biz gitmeden önce bulunduğu için kimsesizler mezarlığına defnedilmiş, orada bulduk. Sistemde parmak izinden kimliği tespit edilmiş ama aynı sistemde hala sağ gözüküyor. Biz ölü sayısını az göstermek için bu tarz oyunların olduğunu da bulduk.
Biz anılarla dolu Antakya’nın geldiği bu trajik noktayı, sevdiklerimizi kaybetmenin en kötü halini, bir cenazeyi bile enkazın altından çıkarmanın ne kadar mühim olduğunu hepsini anladık. Biz orada kendi kaderimize terk edildiğimizi, sahipsiz olduğumuzu; değil bir su, bir sıcak çorba için, halimize bakmaya gelen bir devlet bile olmadığını anladık. Biz orada sevdiklerimizi kaybettik, insanlığımızı bulduk. Ama ne devleti, ne kızılayı ne de afadı bulduk.
edit: fotoğraf kanıtı için bakabilirsiniz: https://twitter.com/marme.../1630670493547110400?s=20
Bundan tam 3 hafta önce bu saatlerde Antakya’da, bir diğer evimiz diyebileceğim, şu an çok meşhur olan bir enkaz alanındaydım. Herkesin bildiği güçlendirildiği için tüm depremlerde yıkılmayan ama hemen yanında güçlendirmediği için yıkılan Belediye Kooperatif Binaları A3 blokta.
Depremin olduğu Pazartesi sabahı erken saatte depremi ve binanın yıkıldığını öğrendik ama sonrasında kesilen iletişim nedeniyle bina ne zaman yıkıldı, biri çıktı mı, neler oldu öğrenemedik. ilk iş uçak bileti almaya çalıştık. Çok sevgili Pegasus fiyat güncellemesi yaptığı için Anadolu Jet’te bulduğumuz ilk uçuşa biletleri aldık. Ancak birkaç saat sonra öğrendik ki havalimanı da yıkılmış. Uçak biletlerini iptal edip araba bulmaya çalıştık.
Bir yandan haber almaya çalışıyor, bir yandan gelen “geçmiş olsun deprem olmuş” telefonlarını yanıtlıyorduk. Kimse yıkımın bu denli büyük olduğunu bilmiyordu çünkü. Haberlerde öyle bir bilgi yoktu. Çanta ve yardım malzemeleri toparlayarak yola çıkmak için hazırlanmaya başladık. Yüklü miktarda nakit para aldık belki kart kullanamayız diye, bir de bolca sigara. Paranın geçmediği bir yerde ve zamanda olacağımızı oraya gitmeden önce bilemedik. Yollar kapalı kimse gidemiyor dediler, biraz bekledik. Ama beklemek en kötüsüydü. Gece yarısı yola aniden çıktık. Salı günü tam Adana’ya vardığımızda Hatay’a girişler kapatıldı, yolu üç saat uzattık ama yine de gittik. Her zaman büyük bir mutlulukla koşa koşa gittiğimiz Hatay’a yine koşa koşa gitmiştik ama korku dolu bir endişe ve mutsuzlukla.
Başta nerede olduğumuzu sorguladık çünkü koca şehir yerle bir olmuştu ve bu bir deyim değil yerle birdi, binalar, evler, hastaneler, hepsi. Yerle bir binalar vardı ama binaların başında hiç kimse yoktu. Sanki deprem olalı 1 gün değil 1 ay olmuş gibiydi. Bu şehirden bunca insan sağ çıkacak deseler o an inanmazdım. Aynı şey A3 Blok’a vardığımızda da karşımızdaydı 13 katlı koca bina sanki 3 katlıymış gibi yıkılmış, etrafında sadece komşularımızın yaktığı bir ateş 3-5 tane insan, karanlık, enkaza ilk varan komşuların kendi imkanlarıyla çıkarttığı cansız beden. Umudum tamamen yok oldu böylece.
Eşim Onur’un annesi, babası, kardeşi, kardeşinin eşi ve halası için çaresiz bekleyişimiz de o an başladı. Sonra sabah her şey değişti. Bir kepçe makinesi gelmiş, bir de gönüllü bir ekip. Çalışacağız, deneyeceğiz dediler. 20’li yaşlarda öğrencilerin ve enkazda yakını olan kişilerin bir alevi tetiklemesiyle başladı çalışmalar. Onur, annesiyle babasının evindeki mutfak sandalyelerini kendi elleriyle çıkardı. Diğerleri kendi ailelerinin eşyalarını. Bu hangi komşunundu, hangi kattayız, burada kim yaşıyordu derken binanın normal bir şekilde yıkılmadığını tam olarak o zaman anladık. Sonra sesler duyulmaya başladı enkaz altından dedik ki bize yardım lazım, bize ekip lazım, bize makine lazım. Bize işi bilen biri lazım. Bizim gönlümüzle elimizle kolumuzla yapabileceğimiz bir şey değil bu. Yapabilsek yapardık zaten. Yemeği bulduk bir şekilde ama gerisi hep lazım. Günlerce dilendik, yalvardık, aramadığımız yer, kişi, kurum, şahıs, yetkili, eş, dost kimse kalmadı. O da telefon çektiği sürece tabi.
Geri dönüşleri de oldu. Malum yerler haricinde tüm gönüllüler, STK’lar, influencerlar, belediyeler bir şekilde geri döndü. 680 iBB gönüllüsünün AFAD yetki vermediği için yerinden kıpırdayamadığını ilk ağızdan bu şekilde öğrendim. Mazot gelmesi için konuştuğumuz yerlerin AFAD yetki vermeden mazot veremeyeceğini.
Arkadaşımızın taa Fransa’dan yönlendirdiği gönüllü ekibin gece de size yardım edeceğiz ama kalacak yer lazım dediğinde çadır istediğimde AFAD yetki vermediği için alamayacağımızı da böyle öğrendim.
9 Şubat’ta sesimizi duyurduk. Fransız ekibe çadır bulduk, geceye kadar yanımızda saklayıp başında nöbet tuttuk. Fransız ekibi askeri araç alıp götürdü. Madencilerimiz geldi, işten kovulmuşlar haberlerini herkes gördü.
10 Şubat’ta ses cihazı için gelen Koreli gönüllü ekibimizi AFAD enkazdan indirdiğinde ayakkabılarında bir gram toz yoktu, fotoğraf çektirip gitmeleri için Koreli ekip 3 saat çalışmayı bıraktı. Bunun sonucunda enkaz alanından götürüldüler. Fotoğraflarını bile çekemedim.
11 Şubat’ta herkesi bizden zorla aldıkları için yine kimsesiz kalmıştık. Üniversiteli gönüllüler geri döndü yanımıza, Orak A.Ş bir süre daha devam etti bizimle. Kepçesini çaldığımız Mesut Abi kaldı, tamir ettirdik kepçesini devam etti. TAKED son güne kadar bizimle kaldı, canla başla uğraştılar. Kader dostumuz oldular. Bosnalı gönüllü ekip yine son güne dek ellerini vicdanlarından çekmeden bize destek oldular.
Bir Arçelik yetkili servisi olarak yemek ve çay dağıttı. Bize iBB yemek gönderdi, arkadaşlarımız battaniye, powerbank, sigara, Pamukkale Üni. gıda ve battaniye, Bursa Belediyesi vinç, Enis Berberoğlu kurduğu afet yönetim merkezinden ilaç ve gıda, Shell iki tanker mazot gönderdi. Kocaeli Belediyesi çadır kurmuş, ekibe yemek ve su taşıdık, ilaç aldık. Askerler el altından odun verdi ateş yakıp ısınabilelim diye. TAKED Tire gönüllü ekibi son güne kadar emeğini gönlünü verdi, Bosnalı gönüllü ekip vicdanını eline koyup son güne kadar desteğini verdi.
Yeri geldi içmeye su, yeri geldi mazot aradık. ilaç aradık, akü aradık. Yeri geldi ekibe maske, yeri geldi çıkan ölü bedenlere ceset torbası aradık. Yeri geldi beni sağlıkçı zannettiler, yeri geldi iş makinalarından anlayan biriyim sanıp makina anahtarı teslim ettiler. Biz yakınlarımızı ceset torbasını (kendimiz) bulana dek battaniyelerle gömdük. Kendimiz taşıdık kendi arabımıza, kendi bulduğumuz mezarlıklara götürdük.isimlerini yazacağımız bir mezar taşı, düzgün bir cenaze namazı bile yapamadık. Eşimin annesini, kardeşini, halasını öyle gömdük. Eşimin babasını bulamadık. Biz gitmeden önce bulunduğu için kimsesizler mezarlığına defnedilmiş, orada bulduk. Sistemde parmak izinden kimliği tespit edilmiş ama aynı sistemde hala sağ gözüküyor. Biz ölü sayısını az göstermek için bu tarz oyunların olduğunu da bulduk.
Biz anılarla dolu Antakya’nın geldiği bu trajik noktayı, sevdiklerimizi kaybetmenin en kötü halini, bir cenazeyi bile enkazın altından çıkarmanın ne kadar mühim olduğunu hepsini anladık. Biz orada kendi kaderimize terk edildiğimizi, sahipsiz olduğumuzu; değil bir su, bir sıcak çorba için, halimize bakmaya gelen bir devlet bile olmadığını anladık. Biz orada sevdiklerimizi kaybettik, insanlığımızı bulduk. Ama ne devleti, ne kızılayı ne de afadı bulduk.
edit: fotoğraf kanıtı için bakabilirsiniz: https://twitter.com/marme.../1630670493547110400?s=20
yeni tasarımı kötü olmuş sözlüktür. yeniliğe açığız eyvallah da kurucu arkadaşlara sesleniyorum instagram satın almış facebook değiliz burada iki entry girip hayatımıza devam edeceğiz. mesaj/dm sekmesini böyle yapmanın bir gereği var mı allasen. neyse güzel sözlük yine de en azından kimse uludağcı p*ç demiyor buradaki yazarlara *
kaç yıl oldu hala var mı bu başlık dedirten başlık *
itiraf falan yok ne oluyorsabu ülkede bu ülke yüzünden oluyor. yoksa kaç yıl sonra umutsuzluğun dibinde ben niye buraya girip bu başlığa entry yazayım ki. cuma akşamı bir de...
gençliğimizi yediler bi höyt diyemedik be.
itiraf falan yok ne oluyorsabu ülkede bu ülke yüzünden oluyor. yoksa kaç yıl sonra umutsuzluğun dibinde ben niye buraya girip bu başlığa entry yazayım ki. cuma akşamı bir de...
gençliğimizi yediler bi höyt diyemedik be.
hoşgeldin dünyamıza. nasıl geldi ama... hiç beklemiyordunuz değil mi? apışıp kaldı herkes. felaket dediğin böyle olur.
sene 2008. ayı bilmiyorum. baya uzun oldu orası kesin.
iddia ettiği gibi tarafsız bir gazeteci olsa kimliğine olsa seçim gecesi yaptığı şeye bir kelime bile etmeyeceğim hatta arkasında duracağım kişi. fakat muhalif kişiliğinle öne çıkarak, muhalif çevrenle kendini tanıtarak ve bu yolda devam ederken yine bu şekilde program yaptığın esnada whatsapp konuşmasından -sırf muhalif olduğun için- cevap alabildiğin kişinin mesajını izinsiz yayınlayamazsın.
he bir de şu var eğer tarafsız bir gazeteci olsaydın yazsaydın recep tayyip erdoğana da whatsapptan. tarafsız olduğun için cevap verirdi onu paylaşırdın. ne güzel olurdu.
(bkz: bu soruyu erdoğana sorabilir misin)
edit:imla
he bir de şu var eğer tarafsız bir gazeteci olsaydın yazsaydın recep tayyip erdoğana da whatsapptan. tarafsız olduğun için cevap verirdi onu paylaşırdın. ne güzel olurdu.
(bkz: bu soruyu erdoğana sorabilir misin)
edit:imla
şunu hatırlattı: (bkz: çiftlik bank üyesi oldum çünkü bu kadar insan aptal olamaz)
şimdi ilkokul arkadaşlarımızın şiirini dinliyoruz minvalinde slogan.
üzerine de eski başbakanımızın şarkısını dinleyelim. buyrun: https://www.youtube.com/watch?v=oTGSOD5TiNc
üzerine de eski başbakanımızın şarkısını dinleyelim. buyrun: https://www.youtube.com/watch?v=oTGSOD5TiNc
coğrafyamız herhangi bir siyasi görüşün tam olarak sözlük anlamında olduğu gibi işlemesinin mümkünat vermediği için burada yazılan olasılıklar da dahil binlerce olasılık var ama dediği gibi olasılık hep, net bişey değil.
wikipedia açık olmadığı için liberalizme bakmak zor olabilir şu an tabi ama tam anlamıyla okuyabileceğiniz başka kaynaklar da var oradan bakarsanız her şeyi satmak vs. değil normalde, görebilirsiniz.
wikipedia açık olmadığı için liberalizme bakmak zor olabilir şu an tabi ama tam anlamıyla okuyabileceğiniz başka kaynaklar da var oradan bakarsanız her şeyi satmak vs. değil normalde, görebilirsiniz.
vay mizah seviyeleri biraz gelişmiş dedirten caps.
seçimi kaybedip gelenler de var. kesin genelleme yapmak için bir beklemek lazım.
ben dert dinlemeye müsaitim. buyrun bekliyorum.
sen bizim yüzümüzü güldürdün ya allah da seninkini güldürsün inşallah denilen eski vekil.
uzun bir itiraf olacak özür diliyorum herkesten.
burada beşinci nesil yazarlardan biriyim. yıllardır sözlüğe doğru dürüst uğramıyorum. etrafımdaki herkes irili ufaklı, her siyasi görüşten, kadın erkek hiç fark etmiyor aynı şeyi konuşuyoruz. içimi dökmek istedim. seçimle ilgili olmaktan çok hayat itirafıdır bu.
eski nesil olduğum için sanıldığının aksine yaşım genç. 2 haftaya 24 oluyorum. yıllardır oy verme hakkım var. ilk oyumu verdiğimde gezi döneminden çıkmış taze bir seçmendim. bazı şeylerin idrakının ötesinde, biraz daha hayalperest daha kanlı canlıydım. sonradan fark ettim ki o işler öyle olmuyor.
akşam haberi saatlerinde yemek yer ailecek masada otururduk. şehit haberlerini, kötüye giden ekonomi haberlerini, atanamayan öğretmenleri, sokak hayvanlarına eziyetleri, tecavüzleri, çocuk evliliklerini.. yılladır yemek masamızı haberlerden önce kurar olduk. çünkü yediğimiz iki lokma boğazımıza dizilir oldu.
idrak dediğim şey o zamanlar gelişti. siyaset bilincini yavaş yavaş edindim, kötü edindim. beni kim temsil ediyor, beni yeterince temsil edebiliyor mu, içerisinde beraber yaşadığımız ülkeyi kim yönetiyor... bunlar 18-19 yaşlarındaki insanların büyük bir ciddiyetle düşünmesinin gerektiği şeyler değil bana göre.
dün, daha doğrusu pazar günü, sandık başındaydım her zamanki gibi. bu sefer durmayacağım dememe rağmen sabah oy verdikten sonra dayanamayıp son dakikada gönüllü oldum. yanımda bir kız bir erkek liseden yeni mezun olduğu belli iki çocuk vardı. çocuk diyorum, her ne kadar yaşıtları meclise vekil olarak girmeye hak sahibi olsa da çocuk onlar. sandık korumaya gelmişler. partileri önemli değil, görüşleri önemli değil. sabah altıda kalkıp, pazar günü, arkadaşlarıyla gezmek ya da canları ne istiyorsa onları yapmak yerine sandığa gelmişler. ben de öyleydim.
arada esip gürlüyorum diyorum ki yurt dışına kaçmak lazım. iki dil biliyorum, bi yerden dikiş tuttursam yeter. bu öyle kolay değil. bizim için değil. bizim vatanımız cennet derken kimse edebi konuşmuyor. bizim vatanımız cennet. taşı toprağı altın derken benzetmede mübalağa yapılmıyor. cidden altın. bırakıp gidilmiyor öyle. genç dolu bir ülke bırakıp gidilemez.
yazdıklarımı nereye bağlayacağımı tam kestiremiyorum ben de. söyleyeceklerim çok fazla aslında. şöyle söyleyeyim son bir aydır gerek (bkz: muharrem ince) gerek (bkz: meral akşener) olsun ben muhalefetten aşırı umut doldum. ben bu ülkenin gençlerinden aşırı umut doldum. ben sandık başında bekleyen avukatlardan umut doldum. ben oy vermeye gelen yaşlı teyzelerden dedelerden, sandık sayımında bebeğiyle gözetmenlik yapan annelerden ben kısaca herkesten umut doldum. bu umut için onlara da inceye de, akşenere de, demirtaşa da teşekkür ediyorum.
bu kalan son umudumu beklemekle harcayacağım belki de. tek istediğim sadece benim değil milyonlarca insanın dolduğu bu umuda layık olmamız. tek istediğim artık gidişatı gerçekten görmemiz. tek istediğim cennetimizde gerçekten cennette yaşar gibi yaşayabilmemiz.
biz de artık şarkı söylemek istiyoruz biliyorum ama sahne kurulana dek bekleyeceğiz.
burada beşinci nesil yazarlardan biriyim. yıllardır sözlüğe doğru dürüst uğramıyorum. etrafımdaki herkes irili ufaklı, her siyasi görüşten, kadın erkek hiç fark etmiyor aynı şeyi konuşuyoruz. içimi dökmek istedim. seçimle ilgili olmaktan çok hayat itirafıdır bu.
eski nesil olduğum için sanıldığının aksine yaşım genç. 2 haftaya 24 oluyorum. yıllardır oy verme hakkım var. ilk oyumu verdiğimde gezi döneminden çıkmış taze bir seçmendim. bazı şeylerin idrakının ötesinde, biraz daha hayalperest daha kanlı canlıydım. sonradan fark ettim ki o işler öyle olmuyor.
akşam haberi saatlerinde yemek yer ailecek masada otururduk. şehit haberlerini, kötüye giden ekonomi haberlerini, atanamayan öğretmenleri, sokak hayvanlarına eziyetleri, tecavüzleri, çocuk evliliklerini.. yılladır yemek masamızı haberlerden önce kurar olduk. çünkü yediğimiz iki lokma boğazımıza dizilir oldu.
idrak dediğim şey o zamanlar gelişti. siyaset bilincini yavaş yavaş edindim, kötü edindim. beni kim temsil ediyor, beni yeterince temsil edebiliyor mu, içerisinde beraber yaşadığımız ülkeyi kim yönetiyor... bunlar 18-19 yaşlarındaki insanların büyük bir ciddiyetle düşünmesinin gerektiği şeyler değil bana göre.
dün, daha doğrusu pazar günü, sandık başındaydım her zamanki gibi. bu sefer durmayacağım dememe rağmen sabah oy verdikten sonra dayanamayıp son dakikada gönüllü oldum. yanımda bir kız bir erkek liseden yeni mezun olduğu belli iki çocuk vardı. çocuk diyorum, her ne kadar yaşıtları meclise vekil olarak girmeye hak sahibi olsa da çocuk onlar. sandık korumaya gelmişler. partileri önemli değil, görüşleri önemli değil. sabah altıda kalkıp, pazar günü, arkadaşlarıyla gezmek ya da canları ne istiyorsa onları yapmak yerine sandığa gelmişler. ben de öyleydim.
arada esip gürlüyorum diyorum ki yurt dışına kaçmak lazım. iki dil biliyorum, bi yerden dikiş tuttursam yeter. bu öyle kolay değil. bizim için değil. bizim vatanımız cennet derken kimse edebi konuşmuyor. bizim vatanımız cennet. taşı toprağı altın derken benzetmede mübalağa yapılmıyor. cidden altın. bırakıp gidilmiyor öyle. genç dolu bir ülke bırakıp gidilemez.
yazdıklarımı nereye bağlayacağımı tam kestiremiyorum ben de. söyleyeceklerim çok fazla aslında. şöyle söyleyeyim son bir aydır gerek (bkz: muharrem ince) gerek (bkz: meral akşener) olsun ben muhalefetten aşırı umut doldum. ben bu ülkenin gençlerinden aşırı umut doldum. ben sandık başında bekleyen avukatlardan umut doldum. ben oy vermeye gelen yaşlı teyzelerden dedelerden, sandık sayımında bebeğiyle gözetmenlik yapan annelerden ben kısaca herkesten umut doldum. bu umut için onlara da inceye de, akşenere de, demirtaşa da teşekkür ediyorum.
bu kalan son umudumu beklemekle harcayacağım belki de. tek istediğim sadece benim değil milyonlarca insanın dolduğu bu umuda layık olmamız. tek istediğim artık gidişatı gerçekten görmemiz. tek istediğim cennetimizde gerçekten cennette yaşar gibi yaşayabilmemiz.
biz de artık şarkı söylemek istiyoruz biliyorum ama sahne kurulana dek bekleyeceğiz.
kendinden ve kocasındanbrangelina yaratacağını sanan şeyma subaşı saçmalaması.
pek de işe yaramayan eylem. mesela akşam yemeğini yerken haber saatine denk geliyorum dolayısıyla tüm kanallarda haber var. şahsın sıfatını görmemek adına zap yapa yapa tlc'ye geliyorum her defasında. yaklaşık 2 haftadır her akşam buying alaska izliyorum, güzelim evleri doğayı gördükçe daha çok sinirleniyorum beton arasında yaşadığım için. ciğerim soldu be.