bugün

Kar kıyamet, tipi fırtına, sade sokak yaşamında değil ev yaşamında da etkisini gösteriyordu. Kar ve buzlarla tıkanan saçak çevresi olukları, yer yer yırtılıp delindiği için, kiremitlerden oluklara süzülen kar suları, aşağı akacağına, çatı arasına yayılıyor ve kalorifer borularının rotasını izleyerek üst katların içine akıyordu.

Havalar düzelmeden olukları temizleyip onarma olanağı yoktu. Üst katlarda kalorifer borularının tavandan çıktığı bölmelerde biriken damlaları, borulara bağlanan huniler ve hunilere takılan hortumlarla balkonlara kanalize etme buluşları, salonda odaları, kimyacılığa merak sardırmış ecinnilerin garip imbikli laboratuarlarına benzetiyordu.

Bazı apartmanların ana ceryan kablosundaki sakatlanmalar yüzünden, kalorifer kazanları yanmıyor, hidroforlar su basmıyor, asansörler çalışmıyordu.

Böyle durumlarda imdada koşması beklenen odunla gaz sobalarına da gazla odun bulmak kolay olmuyordu.

Rıza Bey, termometrenin beş dereceyi gösterdiği odasında, kalın bir gömlek üstüne kalın bir gemici kazağı giymiş, arada bir önündeki konyağa uzanarak, ısının bazen sıfır altı elli dereceye kadar düştüğü kentlerde, nasıl olup da hiçbir şeyin aksamadığını düşünüyordu.

***

Birden telefon çaldı.

Rıza Bey, oturduğu koltuktan uzanarak açtı telefonu.

Bir ses:
- Beyefendi, diyordu, benim adım Remzi Suyugül. Yaşım altmış altı. Memuriyetten emekliyim. Esrarengiz olaylara olan merakınızı biliyorum. Son çıkan kitabınızı da okudum. Çok etkilendim. Size kendim hakkında ihbarda bulunacağım. iki kişiyi öldürmüş, bir caniyim ben. Ancak yeryüzünde hiçkimse benim işlediğim cinayetleri bulup, beni suçlayamaz. Telefonumu da, adresimi de size vereceğim. Dilediğiniz soruyu dilediğiniz zaman sorabilirsiniz. Bakalım, siz iki kişiyi nasıl öldürmüş olduğumu ortaya koyabilecek misiniz?

Rıza Bey:
- Çok şakacısınız Remzi Bey, dedi, Beni sınavdan geçirmek istemeniz de ayrıca hoşuma gitti... Cinayetleri hangi tarihlerde işlediniz?
- Sonuç almak kolay olmadı. Birincisi yirmi yıl önceydi. ikincisi de geçen yıl...
- Peki hangi amaçla işlediniz cinayetleri?
- Sırf keyif için...
- Tanıdığınız kişileri mi öldürdünüz?
- Hayır hiç tanımadığım kişileri...
- Neyle öldürdünüz?
- Bombalı saatlerle...
- Saatli bombalarla demek istiyorsunuz.
- Hayır Rıza Bey, ne dediğimi biliyorum. Bombalı saatlerle...
- Saatler mi patladı yani?
- Eh aşağı yukarı...
- Ne demek aşağı yukarı?...
- Onu da siz bulun. Birini yirmi yıl önce, ötekini geçen yıl, bombalı saatlerle öldürdüm. Telefonum 783 51 50 ...Adresim, Sahrayıcedit Kestane Sok. 16/3... Hoşça kalın, cinayetleri çözmenizi bekliyorum.

Telefon kapandı.
Rıza Bey önce:
- Deli çok bu dünyada, diye mırıldandı.
Sonra konyak kadehini avuçlayıp ağzına götürdü ve bir sigara yaktı.
Remzi Suyugül kimdi acaba? Neden böyle bir şaka yapmak gereğini duymuştu? Bu şakanın altında herhalde bir bit yeniği vardı.
Dışarıda tipi, gözgözü görmez bir boşluğa çekip götürüyordu kenti...
Rıza Bey saatine baktı. Gece yarısına kadar Remzi bey'in sırrını çözebilirse, altmış altı yaşındaki emekli okuyucusuna tam saat yirmi dörtte güzel bir sürpriz yapmış olacaktı.

***

Eski gemi telsizcisi, yeni polisiye yazarı tatlı bir gülücükle sırtına içi kürklü paltosunu geçirip, dışarı çıktı ve kutuplarda kaybolmuş bir eski zaman gezgini gibi oturduğu Gümüşyol'dan Sahrayıcedit'e doğru yürümeye başladı.
Saat tam yirmi bir otuzda Rıza Bey yine koltuğuna oturmuş, elinde kalem kağıt birtakım hesaplar yapıyordu.

Saat tam yirmi dörtte, koltuğundan telefona uzandı ve Remzi Bey'in numarasını çevirdi. Uzun uzun çaldı telefon, sonra uykulu bir ses:
- Alo, dedi.
- Remzi Bey siz misiniz, uyandırdım galiba... Kimleri öldürdüğünüzü buldum da, onu haber verecektim.

Remzi Bey uykulu sesiyle:
- Rıza Bey, kafayı çektin palavra sıkıyorsun, dedi.
- Yok, hayır dinleyin. Yirmi yaşındayken, belediyede evrak katibi olarak işe başlamışsınız...
- Evet...
- Otuzunuzda Sağlık Müdürlüğü kalemine şef olarak geçmişsinizç
- Evet...
- Kırk ikide Sosyal Sigortalar'a girmişsiniz...
- Evet...
- Ellide PTT'de personel müdürü olmuşsunuz. Emekliye de oradan ayrılmışsınız.
- Evet...
- Size başvuranları bekletmekle ünlüymüşsünüz...
- Nereden biliyorsunuz?
- Sizin bakkalın kayınpederiyle aynı okulda okumuş ve bir daha da birbirinizden hiç kopmayacak kadar dostluğunuzu sürdürmüşsünüz...
- Nasıl öğrendiniz bunu?
- Bakkalınıza uğrayıp, kim olduğunuzu sorarak...
- Size vallahi pardon derim ben Rıza Bey... Eee sonra?
- Her gün en az yirmi kişiyi otuz dakika ile dört saat arasında bekletirmişsiniz. Bekleyenler aynı saatler arasında hep birlikte de bekleseler, kişi başına düşen beklemelerin ortak toplamı altmış saate yakın tutuyor...
- Eee yani?
- Yanisi şu, yirmi dört yıl önce memuriyetinizin yirmi beşinci yılıydı...
- Tamam, dinliyorum.
- Yirmi beş yılda, her gün beklettiklerinizin bekleme saatlerini bir birine ekleyince, altmış üç yıl çıkıyor ortaya... Bir insan yaşamı... Birinci cinayetiniz bu... Son yirmi yılda size başvuranların sayısı daha çoğaldı, bekletme süreniz de arttı. Ve son yirmi yılda insanları tek tek bekletme saatlerinizin ortak toplamı, altmış beş yılı buldu... Ve ikinci cinayetinizi de işlemiş oldunuz. iki yaşamlık zamanı, size başvurmuş binlerce insandan koparıp yok ettiniz... Doğru çözebildim mi cinayetlerinizi?

Remzi Bey kısaca:
- Evet, dedi.
Ve titrek içten bir sesle:
- Biliyor musunuz ne zaman hesap ettim bunu, dedi, emekli olduktan sonra işimin düştüğü yerlerde bekletilirken...
Telefon kapandıktan sonra Rıza Bey bir konyak daha koydu kendine ve pencerenin yanına gelerek, gecenin içinde lapa lapa yağan karlara dalıp gitti.
Kimbilir ne bilinip görünmeyen, ne kadar cani yaşıyordu şu dünyada...

çetin altan
(bkz: saatli bomba)