bugün

Fırtınalar cirit atar.
Bir çiçek açar kırılır kol kanadı.
Geceler kucaklar beni, güneş küskün yüzüme.
Izdırap öğün gelir bedenime, yadırgamaz yüreğim.

Keskin bakar bir kız gözlerime, kulaklarımda ateşin uğultusu
Ve yağmur yağar, çiçek duacıdır olan bitene.
insan olmak ne gariptir ki böyle,
Ecel fısıldar kulağıma.

Buz gelen, ateş olur gönlümde.
Yaralar sarar bedenim, merhem olur canan sana.
Bir nefes daha alınır son sigaradan.

Kalp ağır gelir bedenine, uzaklaştırırsın kendini.
Sevmek ne garip şeydir ki böyle.
bugün senin doğum günün, kalbimde büyük yerin varmış. halen unutamıyorum geçirdiğimiz o iki güzel doğum gününü. giderken allah cezanı versin derken ne kadar içten değilsem, şimdi de iyiki doğdun derken içten değilim.. benim için sıradan bir gün olmasını çok isterim belkide yaram daha sıcak diye böyle sıradan değil, ama biliyorum ki sende unutulacaksın, belki de hatırlanan sadece doğum günündür!..
şu koskoca kumbara içinde
sar beni çıplak kollarınla
sarki yüreğimde üşümeyesin...
bırak dağınık kalsın saçlarım
sonsuzluğun hissedelim seninle...
Git dersem ölümü seçmişimdie...
Kal dersem öldür kendini...
günlük sütler gibiydi ömrümüz...ne yapsak da olamadı ilişkimiz bi pastorize süt ömrü kadar be..anlayış istedin herşeye tamam dedim gelme üzerime fazla dedin, sadece sustum gıda reyonundaki ürünler gibi bekledim seni sensizliğimde.. bıraktın yine iade süresi geçmeden, son kullanma tarihi geçmiş bahanesi ile..yenisini isteyeceksin verecekler yakında, geleceksin yine benden almaya, yalnızlığımda sen de duyacaksın az da olsa biraz özlem..geleceksin ve ben yine karşı koyamayacağım sana alacaksın beni benden sonra yine beni senden..dedim ya günlük sütler gibiydi ömrümüz. hiç pastorize süt olamayacağız galiba tüketim tarihi çok uzun olan hep önce tüketilen...günlük sütüz biz..seninle bir haftaya razı sütler.
bitti... 7 aydır beni bulutların üstünde tutan, mutluluktan mutluluğa koşmamı sağlayan insan yok artık... ne kadar kolay oluyormuş bitti demek... anlaşamıyoruz, farklı dünyaların insanıyız klişesini söylemek... o benim yanımda bir ömür boyunca olacak elimi asla bırakmayacak diye düşünmek yok artık, sabah günaydın efem mesajları atmak yok, geceleri onun kokusunu içine çekerek uyumak da yok... sadece koca bir boşluk var bunların yerinde. bitti işte...
al bu canım senin...

ve, ne istresen yap.
Evettt.Ne güzel günler değil mi ? Sıcak, huzurlu ve geleceğe umutlu bakmamızı sağlayan günler. ikimizin daha yaşayacak çok şeyi olduğunu hissettiren günler. Bazen elime dokunursun ya ; yanlışlıkla mıdır bilerek midir ayırt edemem.. Ya da ellerin soğukmuş dersin, sıkarsın avuçlarımı , sıcacık avuçlarınla. Başımı az yana çevirdiğimde, bana baktığını görürüm. Buluşurum o gözlerinle her defa aynı heyecanla.O sert bakışlarıyla tanınan adam, bana nasıl büyük bir sevgiyle bakıyor kimse bilemez ki… Gülümserken dünyayı değiştiren…
Sen de hissedebiliyor musun
Çok yakında neler olabileceğini hayal edebiliyor musun
Artık sen ve ben yokuz.
BiZ varız!
Biliyor musun *

28 Aralık 2008
gidebilmeyi çok isterdim. çok uzaklar olmasada kimsenin tanımdağı bir yerler... yeni baştan başlayabilmeliyim hayata. sıfırdan olmasada yaşadığım acıları duyumsamayacak kadar...
artık sıkılıyorum. gözlerimi her kapattığımda seni anımsamaktan, anımsarken acı duymaktan. sıkılıyorum.
bir hayat, eğer başka bir hayatı merkezi yapıyorsa, terk edildiğinde yaşamak istemiyecek kadar üzülürmüş. birine değer vermek sadece insanın kendi değerini düşürüyormuş. ve sonrada hep "-miş"li zamanlardan cümleler kuruyormuş.
aslında sorun unutmak, unutmaya çalışmak değil. asıl sorun; harcadığın zamanın, emeğin hiçbir şeye yaramadığını görmek. gerçekten "bazen ne yaparsan yap olmuyor". istersen öldür ama karşı taraf istemiyorsa hiçbir şey etki etmez.
değişmiyor işte. hayat hep aynı. zamanın en iyi ilaç olduğunu söyleyenler aslında en büyük yalanı söylüyorlar. zaman sadece akıp gidiyor. ben ise hayata bir pencereden bakıyorum. durup öylece gidenlerin, yitenlerin, bitip tükenenlerin arkasından göz yaşı döküyorum.
ben istemedim bu kadar mutsuz olmayı. hayatın, belki kaderin ve hatta tanrının bana verdiği görevdi mutsuzluk.
neden ben demiyorum artık. o aşamayı çoktan geçtim. sadece anlamadığım insanlar nasıl bu kadar kolay mutlu olmayı başarıyor? etraftaki bütün bu pisliğe rağmen...
aşk acısı da bir yere kadar. içimde acıyla yaşıyorum artık. daha doğrusu ayakta kalma çabası benimki. bıraktım, gidenin ardından üzülmeyi. polyana değilim. güçlüyüm diyemiyorum. aslında güçsüz olduğum o kadar açık ki görmemek için aptal olmak lazım. lakin bu kadar göz yaşı, bu kadar acı çekme, mazoşistçe acı çekmek yeterli.
dur!
dur dedim kendime.
durdum...
evet, anımsarken hala güzel günleri, sonra nasıl bu hallere geldikleri sorgularken biraz akıyor yine gözümden yaşlar. biraz kanla karışık biraz da nefretle doldurulmuş... düzelmiyecek...
giden gidiyor. kalana ise hoşçakal demek kalıyor. aslında onu derken bile giden çoktan gitmiş oluyor. bir kelimelik bir zaman bile yokmuş ayrılıklarda.
bu kadar mı sıkılmış oluyor insanlar birbirinden? bir gün öncesinde birbirine hayat bağışlayacak kadar sevdiklerini söylerken, bir gün sonra tek bir sözüne bile katlanamaz hale geliyorlar. nasıl?
sorun kadın ve erkek olmak mı? gayler, lezbiyenler de ayrılık yok mu?
insanın içindeki tüketme duygusu... birbirimizi tüketiyoruz sonra çöpe atıyoruz.
ve sen de beni çöpe atarken ben çoktan tükenmiştim. *
bilmiyordun, haberin bile yoktu halimden... öyle sensizdim ki aslında ve bu senin o kadar umrun sınırları dışındaydı ki... farkına bile varamayacak kadar ıssızdın ya da farkında olmayı tercih etmeyecek/edemeyecek kadar korkaktın. birine aşık olduğunu kabul etmen demek özgürlüğünü sunmaktı senin için,birine kalbini açabilmen güçsüzlüktü, aşkı iki kişilik yaşamaktansa, yaşamamayı tercih etmiştin. mutlu olmak yerine özgür olmayı; yaşayıp görmek yerine durup bakmayı, konuşmak yerine susmayı, sevmek yerine gitmeyi tercih etmiştin.
zaman...
zaman...
zaman...
uzun zaman geçti ve ben bekledim. isyan etmeden, hani derler ya gıkım çıkmadı diye; işte öyle bekledim sessizliğinin dinmesini,sensizliğimin geçmesini, fırtına öncesi sessizliğin bitip fırtınanın çıkmasını bekledim ben... sen kelimelerini sakladıkça benden; ben biraz daha yakınlaştım sana ama sana bile belli edemeden.
umrumda olmadığını, dinlemediğimi ve en önemlisi güçlü olduğumu hissettirmek istedim sana.
ama değildim...
umrumdaydın. dinliyordum. ve en önemlisi güçsüzdüm sensiz.
zaman...
zaman...
zaman...
çok daha uzun zaman geçti ve ben değiştim. isyan etmeden, kendimi zorlamadan, duygularımın arkasına saklanmadan, sana bir şeyleri kanıtlamaya çalışmadan değiştim ben. senin fırtınanın çıkmasını beklerken, kendi fırtınamın içinde kaybolup, sonra kendim çıktım o fırtınadan biraz yorgun ama daha güçlü olarak. benim için rüzgar dinmiş, sular sakinleşmişti... kıyıya vardığımda güneş vardı yanımda... yaz gelmişti ruhumun kıyılarına.
zaman...
zaman...
zaman...
çok daha uzun zaman geçti ve sen değiştin. o melek yüzünle duruyordun öylece, gülümsüyordun bana, aşık olduğum, her anımı paylaşmak istediğim sen karşımdaydın. sessizliğin dinmişti, duygularının selinde boğulmuştun, zaman içinde duymak istediğim her hece dökülüyordu dudaklarından... zaman seni olgunlaştırmıştı sana göre, herşeyi yaşatarak öğretmişti sana. Aslında özgürlük değildi tek başına yaşamak. Yalnızlıktı...
seni değiştirmişti zaman...
ama anlamadığın, farkedemediğin bir şey vardı...
beni de değiştirmişti zaman...
gurur değildi bu, hırs değildi, intikam alma güdüsü hiç değildi.
Sadece zaman geçmişti ve beni de başka diyarlara götürmüştü giderken.
Ben değişmiştim.
Ve sen zamanın gerisinde kalmıştın...
ve bunun farkında bile değildin...
bu yazı da yine bana gelsin...

aşk, arkadaslık gibi sıradan yalanlarla kendimi kandıramayacak kadar fazla zamanım geçti yerkürede...

ama yaşamın sadece bunlardan ibaret oldugu sonucuna vardım... üzülerek tabii.
ama şaşırmadım. yani aptal aptal şaşkınlık belirtileri sergilemedim...

neden bilmiyorum ama beni öldürmedi de. içimde bir cani var sanki... herkesi katleden, acıtan...

ortalarda yine kendine çok güvenen özgür hatun tribinde dolanma turları başlayabilir. her an...

sonrasını bilmiyorum. çok da umrumda değil aslında!
ne de olsa ben bana yeterim. tecrübeyle sabittir...

amaç mutlu olmak. nasıl olsa her şey bana dönecek.
bu konuda gayet iyiyim!
hiç bir zaman uzun cümleler kuramadım. paragraf paragraf olmadı söylemek istediklerim. cümlelerimde ne virgül oldu ne iki nokta ne soru işareti... ve ne de nokta!
şu anda da kurabileceğim, kurabildiğim sadece tek bir cümlem var...

çok özledim...
Şimdilik sadece kısa ve küçük şeyler söyleyeceğim. Spontane.. Anlık.. Doğaçlama..

Dinlediğim her şarkıdaki melodi, yediğim her yemekteki tat, düşündüğüm her fikirdeki tema, aldığım her nefesteki oksijen... Daha ne dersen de. Seninle yeniden başladım her şeye. Hiç olmadığı kadar.

Saat 05.05 Aşk'ım. Senden mesaj geldi şimdi. Yine güldürdün yüzümü, yine gülümsettin...

Seni çok seviyorum. Hiç olmadığı kadar. Kelimelerle tarif edilemeyecek kadar.
bir masum küçük çocuk. sevgiyi anne sevgisinden ibaret bilen. aşkı tatmamış, onun heyecanını yaşamamış bir çocuk. yaşı gelince okula gidiyor. ve bir ilki yaşıyor kendisi için. aşkı tanıyor. okulu seviyor o ilk sayesinde. saçları yanlardan kulağını, arkadan ensesinin bir kısmını kapatıyor. onu izliyor. her gün, sıkılmadan. hastalandığında bile okula gitmek için can atıyor. okumayı yazmayı az biraz bilen bir çocuk bu. ilkokulda panolardaki mevsim köşesinden adını görüyor ve taklit ederek yazıyor. durmadan yazıyor aynı kelimeyi, sıkılmadan... günler çok hızlı geçiyor belki. saçı uzuyor, hala çok güzel. sonra saçını kestiriyor, çok, çok güzel... gülümsemesi, konuşması küçük çocuğu içine çekiyor kızın. ayağını yerden kesiyor. kızın her detayını aklının bir köşesine kaydediyor çocuk. kulağını, kulağındaki memesindeki beni vitaminsizlikten kaynaklanan tırnaklarında oluşan çizgileri. ve çocuk dişleriyle sürekli tırnağını çizmeye çalışıyor, bir ortak yön yaratabilmek için. bir sene sonra aynı servisle gidip gelmeye başlıyor kızla çocuk. öğreniyor ki evi çok yakın ona. çocuk artık her eve gittiğinde hemen bisikletini alıp kızın apartmanının etrafında dolaşıyor. bir gün onu dışarda arkadaşlarıyla oynarken görüyor, kız çocuğa artık her gün gelmesini söylüyor. bundan çok mutlu olacakmış. birkaç hafta boyunca hemen her gün görüyor kızı. araya kış ayı giriyor, bisikleti bodruma atılıyor çocuğun. artık sadece okulda görecek, olsun sonuçta görecek. saçları hep aynı şekilde kestiriliyor kızın. uzuyor ve tekrar kısaltılıyor. sonra yıllar geçiyor. geçen yıllar içerisinde çocuğa cesaret verecek birçok olay oluyor. sıra arkadaşı oluyor ilk aşkıyla. kız derste egemenliği eline geçirmek istercesine oğlanın ayağına basıyor, ve öyle kalıyor. oğlan ömür boyu bu şekilde durabileceğini sanıyor her defasında. her defasında zil çalıyor.

5 yıl geçmiş artık. bu çocuğun kızla aynı okulda okuyacağı son sene. babası alacak çünkü çocuğu okuldan. beşinci sınıfın sonlarında düzenlenen gecede çocuk cesaret edemiyor ilk dansı teklif etmeye. başka biriyle çıkıyor ilk dansına. gözü kızı arıyor. buluyor, şarkı bitiyor. artık herkes yerine oturuyor. ama daha dans edilecek. sonraki şarkıları bekliyor. ama bir türlü çalınmıyor dans edilecek şarkı. aptal çocuk daha fazla bekleyemeden sonraki ilk dansta onunla dans etmesi için kıza teklifte bulunuyor. kız kabul ediyor. biraz zaman geçince dans için bir şarkı çalınıyor. çocuk kızı arıyor, piste bakıyor ve görüyor; başka biriyle dans ediyor. 'koduğumunun!' çocuğun dünyası yıkıldı. aptal... üzüntülü bir biçimde annesinin yanına gidiyor. bir şey olmamış gibi davranıyor ama olmuyor. kalabalıktan uzaklaşmak isterken, kız geliyor; dans teklifini unuttuğunu, hemen başlayabileceklerini söylüyor. salak çocuğun ağzı kulaklarına varıyor. ama şarkı bitmek üzere. belki çok uzun dans etti çocuk ama ona 10-15 saniye gibi geliyor. yok lan çok kısaydı.

neyse..

sonra bir gün...
bir sene sonra çocuk teklif ediyor. çıkma teklifi. artık o neyse? e, bir çıkma teklifine kızlar ne yanıt veriyor onu öğreniyor teklif ettikten sonra. hiçbir kızla arkadaş olmaması gerektiğini öğreniyor. alpay erdem ne diyordu? "arkadaş arkadaşa vermeli arkadaş!" haklı lan.

seneler geçiyor. çocuğun akranları kızlarla gezip tozarken, o hala aynı kızın hayaliyle yanıp tutuşuyor. osbir bile çekmiyor. onu seviyor hala. hala aşık. sonra bir gün birisi çocuğa teklif ediyor. artık unutması gerektiği için belki, kabul ediyor. sevdi bu durumu... çıkarken ilk 'çıktığı' kişiyle, başka birini sevdiğini sanıyor, onunla çıkıyor. alıştı artık çocuk, ondan da ayrılıyor. sonra saçma ve komik bir sebeple kendisinden üç yaş küçük biriyle sevgili oluyor. gerçi gönül eğlendirmek maksadı ama gönül eğlendirdiği kız onu boynuzluyor. ne acı bir hismiş arkadaş...

bir sene sonra, tam da 'unuttum gari ehahaeyt be' derken ilkokul buluşması yapılıyor. çocuk artık büyümüş ayı olmuş. sesi borudan farksız, sakalı ile 25 yaşlarında gösteren bir ayı. buluşmada onu da görüyor. etkilenmemesi gerekiyordu. çünkü unutmuştu, unuttuğunu sanıyordu. yine çocuğun aklını başından alıyor götürüyor kız. imkansız bir aşk onunki. hala aynı mahalledeler. akşam kızı eve bıraktıktan sonra anlıyor.

aşkın o olduğunu, o olacağını...

--------

kızdan ayrılır ayrılmaz sabahtan beri tuttuğu ossuruğunu bırakıyor ve rahatlıyor. zigerim lan aşkı deyip burnunu karıştıra karıştıra evine dönüyor. ve o akşam çocuk yıllar sonra ilk defa osbir çekiyor...

edit. aşk o değilmiş, o olmayacakmış.
elma şekerim yine elimde kaldı sevgili.

1 yıl yaralı kalbim elimde korumaya çalıştım senden ama hep yeni yaralar eklendi sayende. biraz daha fazla hırpaladın hep ama bu sefer ilk kez tam tedavi etmeye başlamışken, tam içimde çiçekleri yeniden açtırmışken içimde benliğine geri döndün sevgili. soldurdun yine çiçeklerimi.

nolur bana biraz değer verdiysen, bırak artık şu kopamıyoruz yalanlarını bırak da ben de yoluma gideyim. bırak sıyrılayım senden ve bir yıl çektiğim kabir azabından.

yorgunum. omzuma yüklenenleri kaldıramayacak kadar yorgunum. bir gün yıkılmadan tamamen hayata dönmem gerek.bir yerlerde beni bekleyen "o" na içimde bir şeyler bırakmalıyım. hayatın başında, klişe tabirle kaderin onca tokadını yemişken son umutlarımı öldürme.

biz hiç "biz" olmadık, bırak olmayalım. izin ver gideyim ki baharlarıma kavuşayım.
çekilen onca acıya, onca uykusuz geceye, katedilen onca yola rağmen bir gün biteceğini biliyorum. bu sefer güzel bir birlikteliğin değil benim için sırtımda kambur olmuş bir yükün sonu. bazen kötü şeyler de son bulur ya onun umuduyla yaşıyorum.

aramızdaki ilişkide tek çaba sarfedenin ben olduğumu biliyorsun, sense önüme engeller çıkarıyorsun hep. biliyorum bitmesini istemiyorsun birşeylerin, ama sana direniyorum. o kadar istekliyim ki sıyrılmakta bunca yükün altından..

yastığa başımı koyduğumda düşünüyorum seni,
arada sırada gittiğim okul koridorlarında geliyorsun aklıma,
kimi zaman masada duran bir kitap seni hatırlatıyor,
bazen de bir ilkokul çocuğunun sırt çantasında can buluyorsun...

evet sevgili yüksek lisans tezim ben bu yazıyı sana yazdım. bir gün bitersen eğer açıp gülebilmek için ve bana çektirdiklerini unutmamak için...
uzaklardasın beni ne görecek, ne duyacaksın. biliyorum bunları sana anlatsam gene anlamayacaksın. uzakta kla o zaman. yaklaşıp ateşinle daha fazla yakma beni. saçma sapan çocukça şeyler için bitirdin beni... Ben yetmedim bizi harcadın, ben kendimi seni sevdiğim kadar sevemedim. bizi sen olmazsan diye sen kadar sevemedim belki... ama seni çok sedim biliyorum. tanrı şahittir. hayatımda kimseyi sen kadar sevmedim, sevemedim. ve işte yemin ediyorum, and içiyorum, senide benim kadar hiç kimse sevmedi, sevmiyor, sevemez. ne annen, ne baban, kardeşin, ya da başka bir insan evladı! ulan diyorum bir tanrıya yol verip sana tapmadığım kaldı. kabe diye sana secde ettim, sana tavaf ettim! insanlığımı bıraktım, ruhumu verdim sana, kalbimden öte! neyin değerini bildin?! sen sana verilen değeri bile farkedemiyecek kadar kördün!
Şimdi kendini harcıyorsun hemde hiç için! ben yetmedim. biz yetmedik, şimdi kendini yok ediyorsun! aferin sana! tanrı bir gün belanı verecek diyordum ya! işte o gün gelmiş sanırım...
Yaşadıklarımdan pişman değilim. gene sen olsan gene seni severdim! hala seviyorum. ve yazık ki seveceğim!..
Ben bu yazıyı sana yazdım;

Şimdiye kadar kimse sana böyle bir yazı yazmamıştır, yazmayacaktır da...

Yan odada uyuyor olman beni çıldırtıyor.

Bir gün de kalkıp çayı sen demlesen ne olur lan!

ev arkadaşım olacak hıyara hitaben yazılmıştır.

bu hıyar için de birileri bir şeyler karaladı ya dünyada şahsına yazı yazılacak kimse kalmadı demektir. *
belki artık bir zamanlar en katı din kuralları gibi bağlı olduğun aşkımız şimdi seni bir ateist yerine koyuyor.
ya da sadece sen öyle diyorsun.

insanların neden yaşadığını düşündün mü?
neden pokerde son elde kaçılamadığını merak ettin mi?
bir oyunda ikinci bölüme geçememek ne kadar acı verir bilir misin?

insanlar aslında sadece bir sonraki günü görebilmek için yaşarlar.
son kart açılır çünkü merak ederler ya.
ikinci bölüme geçmek isterler çünkü birinci bölümün başarısı hakettiklerini gösterir.

nefes aldığın zaman bir tane daha istersin ve bir tane daha ve bir tane daha...
yaşadığın birgünden sonra diğerini de görmek istersin eğer ölmediysen hala.
öldükten sonra diğer bölüme devam etmek istersin 2 canın daha varsa.

bütün canlarım bitti gene aslında ama cebim jeton dolu.
kalbimde aşkın ve sen varsın hala/daima.

senden sadece küçük ve yaramaz bi çocuğu bağışlamanı istiycem, çünkü o senin için önce komşusunun camına taş attı, sonra bahçesinden portakal çaldı, aşağı mahallenin çocuğunu dövmek istedi çok, eli ayağı titreyerek.
Ama bulamadı, çünkü aslında hiç olmamıştı o aşağı mahalledeki yavşak çocuk. Tıpkı aynı mahallenin şıllık kızı gibi. Hep ortalarda oldular ama o çocuğa ya da kıza dokunamadılar. (bkz: ertem şener gibi aşk mektubu yazmak)

Şimdi sana soruyorum ki hala herşeye inanan ben kendi kafamın üstündeki elmayı okla vurabilir miyim?..

Yoksa bu sadece postmodern bir intihar denemesi mi?

Hadi boşver sen sıkma canını, yorma kafanı. Gel sarıl bana veya gel de öp beni ki yorulan parmaklarımdan akan kelimeler yerine sen dudaklarımdan ak.

Ya da istersen sen saklan ben buliym ama sonunda kendini ordan çıkart.

Yok ama yok artık sen sadece benimsin, gerisini aklından çıkart.

Ama artık konuşma konuştukça yaralama-yargılama, gerekirse sus, susman bile idam.

Hergün idam etme fakat, cezalı olsam da sen de yaşat.

Uzun lafın kısası seni deli gibi seven varken gel mutlu olalım etme inat!!

Seni aynı o son kart gibi hırsla bekliyorum,
Sonraki nefesim gibi ihtiyaç duyuyorum,
Ertesi gün gibi istekle yaşamak istiyorum,
Ve oyunun 2.bölümünde devamlı yenilmek ve oyunu bitirememek istiyorum...

Çünkü cebim jeton dolu.
Çünkü kalbim hep aşk dolu.
Senin aşkınla dolu.
sensiz geçen zamanlarda, yine aslında sen ve ben varız benim için. ben seni hiçbir zaman kaybetmedim ki...senin hatıraların, senin resimlerin ve sana ait olan herşeyde ben de varım; çünkü sen ve ben bir yapbozun parçalarındaki bütünselliğin sembolüyüz.
haklıydın.
bu yazıyı sana yazsam ne değişirdi ki. okuduğun yazı sende ki beni geri mi getirecekti.
sayfalar dolusu içimi döksem sana ne farkeder ki? zaten sen anlamak istediklerinden oluşmuyor muydun? bakmadan, görmeden, dinlemeden verdiğin kararlardan değil mi bu üstündeki nefret? bakışlarındaki sis perdesi.
senden yana hiç cümlem yok artık içimde.
bundan sonra sade seni silme çabası...
biz buralarda yorganları yeni çıkardık.

hava orası kadar olmasa da soğuk. deniz kenarında bir şeyler içmeyi hiç sevmedim, denizi de öyle . bu şehri pek tanımıyorum, sevmiyorum. seni tanıyorum oysa. yalnızlığını, herkesin içinde kendine düşkünlüğünü, başkalarında kendini arayan halini biliyorum.

bir çocuk olduğunu biliyorum, her daim saçların birinin ellerinin sıcaklığının garantisinde olmalı belki de.

önlüklerimi ve beyaz yakalarımı atalı çok oldu.

oysa biliyorum, ihtiyacı olan birine vermeliydim onları; oysa çok istedim kurtulmak çocukluğumdan, çocukluğuma ihanet etmek en büyük arzumdu hep. lise fotoğraflarım duruyor hala, henüz atmadım. fark edemedim henüz liseden mezun olduğumu her ne kadar mezun olmama az kaldıysa da üniversite denen bu elit hapishaneden.

elimde senden kalan tek şey birkaç satır yazı, onları da ben yazmışım.

bir dost üstüne , bir toprak üstüne , bir sevgili üstüne,

her ölümden önce edilen o kutsal sözcük üstüne

ben bu yazıyı sen üstüne yazdım ve bu yazıda seni tanımadığım için bana bende var olan hatırlattığın her şeyden bahsettim.

saçının bir tutamını kızıla boya bu gece, saçlarını bir başka gece okşarken ben buluşmak üzere...
günledir aynı fotoğraflara bakıyorum...
hergün bilgisayarı açıyorum ve oturup her ayrıntısıyla kafama kazıdığım fotoğraflarına bakıyorum... tekrar tekrar...
sıcacık iki damla yaş düşüyor ellerime...silip o yaşları tekrar ilk fotoğrafına dönüyorum.
sonra dayanamayıp telefonu elime alıyorum.. arasam n olur ki diye kendi kendime sorup duruyorum. arasam, anlatsam aklımdan geçenleri, fotoğraflarına değil sana sarılmak istiyorum desem, ben seni seviyorum desem dinler misin beni ya da gerçekten anlayabilir misin? yoksa yine her zaman yaptığın gibi umursamaz davranır daha mı çok acıtırsın canımı?
var mıdır gerçekten hayatında birileri? bağlanmaktan,sevmekten hala o kadar korkar mısın?
değişmiş midir gözlerin,ellerin, sesin? değişmiş midir o acımasız halin? gelsem beni bu sefer gerçekten ama gerçekten sevebilir misin? ya da gelmemi ister misin?
bu böyle bilmem kaç aydır bilmem kaç gündür, bilmem kaç saattir devam edip gidiyor. tüm bunlara son vermeyi, gerçeğim olmayı ister misin? keşke istesen... istesen ve beni çıkarsan bu karanlık çukurdan... ben bu yazıyı san yazdım. adam olamasan bile... adam olmadığını bilsem bile... sevmemem için gereken herşeyi yaşatsan bile...
gerçekleşmeyecek bir düşün civarlarında dolanıp duruyordum.. farkındaydım.. kurmaya çalıştığım hayal imkansızlıklarla kuşatılmıştı.. düşeş gelmemeke ısrarcıydı zarlar.. yarım kalan bir aşk öldürücü olabilirdi, biliyordum.. her şeye rağmen hafımdan silinmeyecek bir şey vardı; ben seni tanıştığımız ilk andan beri istemiştim..

hayat, her zaman siyah beyaz değildir. bunun böyle olduğunu sen dünyama girdikten sonra daha iyi anlamaya başlıyorum. hikaye aslında çok basit, aniden çıkıveriyor biri ve gülümsemelerin anlam kazanıyor. avuçlarından akıp gidiyor zaman, durduramıyorsun. durdurmak da istemiyorsun zaten. her yeni an yeni bir renk ekliyor yaşantına. hayat her zaman siyah beyaz değildir, öğreniyorsun..

tüm bu olanlar oyun mu, yoksa ben mi inandırmaya çalışmışım kendimi çok güzel bir rüyaya, ayırt edemiyorum. sana bir nefes kadar yakın olma düşüncesi beni titretmeye yeterken, bazen bir nefes kadar yakın duruyorsun bana. ve insan yürüyebilirmiş bulutların üzerinde, geç de olsa farkına varıyorum. seni hayal ettiğim zaman dilimlerini saymak imkansız gibi, seni düşünmediğim bir an bile sanki yok. bir tek seni düşünmek yük olmuyor sırtıma. daha neler neler.. nasıl tarif etsem, bilemiyorum..

aslında her şey düşündüğün kadar kolay değil..

seninle aynı şehrin sınırları dahilinde nefes alıp vermeye zorladı beni hayat. çekip gitmek, bayağı ve korkakça olacaktı. kalıp tahammül etmek ise, işkenceden farksız. burnumun ucunu bile göremediğim yollarda dolanıp duruyordum. doğru olduğunu düşündüğüm her seçim, daha bir karmaşık yola sokuyordu beni. düşünebilme sınırlarımı zorluyordu içine kısılıp kaldığım kapan.. çırpınmalarım hiçbir işe yaramıyordu. bana ait olmaman düşüncesi kemiklerimi sızlatmaya yetiyordu. daha sonra bir başkasına ait olduğun düşüncesi gelip yerleşiyordu aklıma ve ben bana ait olmaman düşüncesini özlemeye başlıyordum.. ellerin, tahmin ettiğimden çok daha uzaktaydı..

zor, bilmiyorsun çok zor.. inan bana, tahmin ettiğinden daha zor..

hala iyi bir şeylerin var olabileceğine inandırmaya çalışıyorum kendimi. en güzel rüyaların içine koyuyorum seni, sığmıyorsun. gülümsemen o kadar kocaman ki.. sen her güldüğünde bir başka dünyanın içinde uyanıyorum. hayatımın her karesi, en parlak ışıklarla yıkanmış sanki. ne geceler uzun geliyor artık, sen dünyama geldiğinden beri, ne de gündüzler bu kadar boğucu.. aklımdan seni geçirmek yetiyor kalbimin daha hızlı çarpması için. en olmadık zamanlarda parlayan yıldız gibi vuruyorsun dünyama. yanıbaşımda duruyorsun ve kokun başımı döndürmek için gayet yeterli bir sebep gibi geliyor. her yeni dokunuşunla can buluyor vücudumdaki tüm ölü dokular. sana sarılabilme ihtimali gelip oturuyor sonra aklıma. saçlarına dokunabilmek.. bu ihimalleri aklımdan çıkarabilmek için fazla mesai yapıyorum her gün. yine de beceremiyorum. dedim ya, zor.. tahmin ettiğinden daha zor..

gerçekleşmeyecek bir düşün civarlarında dolanıp duruyordum.. farkındaydım.. kurmaya çalıştığum hayal imkansızlıklarla kuşatılmıştı.. düşeş gelmemekte ısrarcıydı zarlar.. yarım kalan bir aşk, öldürücü olabilirdi, biliyordum.. her şeye rağmen hafızamdan silinmeyecek bir şey vardı; ben seni tanıştığımız ilk andan beri istemiştim..

aralık-08, bursa
önce yüzünün en aydınlık hali değdi gözlerime,
berraktı,
katışıksız..
insan fikri değmemiş henüz alnının kırışmaya yüz tutmuş gölgesi..

sonra boynunu gördüm, yüzün gibi ışıltılı, öpülmeye yüz tutan bakışlarının altında...

bir gün nerden aklıma geldiyse
aynanın sırlı yüzünden baktım tüm rengine;

karanlığında boğuldum...