bugün

bkz(#354341).
gölgesi bile yeten...
kuşak farkı yada çeşitli aile içi çatışmalar sebebiyle bir türlü yakınlaşamadığınızdır. seni seviyorum diyemediğinizdir. bir gün öleceği aklınıza gelip boğazınızın düğümlenmesine neden olandır. herşey bir kenara bırakılıp geçmişte aranızda çok kötü anılar olsa dahi sımsıkı sarılıp ağlayıp dertleşmek istediğinizdir. işte böyle bir şeydir baba fakat bir türlü anne kadar hatta sevgili kadar bile yakınlaşılamayandır çoğu zaman. geceleri yatıp düşündüğünüzde gözlerinizden yaşların akmasına sebep olandır. iş işten geçmeden keşke demeden önce sarılıp öpüp koklanması gerekendir.işte böyle bir şeydir baba.
ek gelir kaynağıdır...
en çok, seni seviyorum denmek istenen, fakat bir türlü denemeyedir.
(bkz: gölge)
12 yıldır kullanamadığım kelime *
hayata karşı kendisi kadar güçlü olmanızı bekleyendir. hayatı size en doğru sekilde öğretmeye calışandır.*
kalbini ruhunun en derin en ücra köşesine saklamış ve ortaya çıkarmamakta ısrar edendir bazen. esirger şefkatini, okşamaz saçını. buz gibidir ve farkında olmadan belki de sana da aşılamıştır o soğukluğu. donuk donuk bakarsın ona. aynası oluverirsin. kendisine yönelen o bakışların bir ayna olduğunu fark etmeden ''bakma bana öyle donuk donuk'' der. sonra birgün olur çeker gider. aklında kalan son kare gisişi esnasında elini öpüşündür. sıradan bir seyehat gibi öptürür elini sana ''geri gelicem, ben gelmezsem siz geleceksiniz yanıma'' der. ama aradan 2 sene geçer ki sizi evde huzursuz eden o ayak seslerini dahi özlersiniz.

gidişine sessizlikle tepki verdiğiniz gün gelir aklınıza. boş boş elini öpüp '' hoşça kal'' dediğiniz an gelir aklınıza.
''baba nereye gidiyorsun?'' diye bağırmadığınız için birgün pişman olacağınızı bile bile susarsınız.

bütün kalbiyle ''seni seviyorum'' diyemeyen bir babanın ''seni seviyorum'' diyemen bir evladısınızdır. onun kızısınızdır. taptığınız bu yapımcıya duyduğunuz bu öfke aslında sevginizdendir de söyleyemezsiniz bunu kimseciklere. sevmiyorum dediğiniz her an da ''seviyorsuuuun'' diyenlere göz yaşlarınızla cevap verirsiniz.

gidişine sessizlikle tepki verdiğiniz gün gelir aklınıza ve başlar keşkeleriniz. '' keşke derince bir çekseydim kokusunu içime'' demekle başlar ve ''keşke baba nolur gitme'' deseydimle bitirirsiniz listenizi.

ama babadır. canısınızdır. neden saklarsınız bunu birbirinizden. geri dönüşü olmayan bir keşkeye mi gitmesi lazımdır illa ki. öldüğünde telafi edemezsiniz bu keşkeleri. bilirsiniz de yine koşup gidemezsiniz babanızın yanına.

çünkü o babadır. hata yapamaz. yaparsa affedilemez. çünkü tek dağınız olan ''o'' bile bırakıp gittiyse sizi, affedilmezdir o.

gün gelir telafi etmek ister hatasını ama izin vermezsiniz piç kurusu bir evlat olarak. hata yapmya hakkı yoktur çünkü babanın. yediremezsini o hatayı, o gidişi... kabullenemezsiniz bir türlü...

gitmezsiniz çağırdığı yere. o adam birgün ölecektir ve öldüğünde keşkelerinizle kafanızı duvardan duvara vuracağınızı bile bile kabul etmezsiniz kanatları altına girmeyi...

çok seviyorum seni babam. sevgim izin vermiyor seni affetmeye. affet...
sert, seviyeli, mesafeli, yakışıklı, aldatmayı seven, içinden seven, yalancı, dolancı, karanlık, uzak, çok uzak, en uzaktaki en yakın.
siz küçükken ve kocaman bir kız olmuşken bile saçlarınızı şevkatle tarayan nedendır hala bilemiyorum dökülen saçlarınızı toplayarak kutuda saklayandır.
aşk..

en güzel bakan zümrüt gözlüm.

Sen hayallerimin yaşayan halisin,

gördüğün en yakışıklı adamsın,

gülüşüyle mutlu edensin,

sen varlığı yetensin, bi tanesin..
Kızını, martıların ya da yağmurların getirdiğine inanandır. Sanattan, hayattan, müzikten anlar baba. Kısacık bir zaman diliminde tüm bildiklerini kızına öğretmeye çalışır. "Biliyorum çok acele ediyorum ama sen bana çok geç'sin" der. Kıskanır kızını, tüm gözlerden sakınmaya çalışır. "Bunu giyme, sana çok yakışıyor", "Bakmasınlar sana", "Hımm belki de bu saatte evde olmalısın" gibi korumacılık ve kıskançlığın fena halde birbirine karıştığı bir ruh halinde yaşar. Olur ya bir sevgiliniz vardır. Önce sakin sakin izler. Gün geçtikce tavırları değişir. Bazen sinirlenir bazen naifleşir. "Bu adam sana göre değil" der ve cümlesinin sonuna mutlaka ekler "inan bana seni kıskandığım için söylemiyorum bunu, koruma iç güdüsü sadece." Kız, gülümseyerek dinler babasını.

Gecenin ya da sabahın en olmadık saatlerinde mesaj gönderir. Ya çok güldürür ya ağlatır. Her birini de sevdiği için yapar. Müzikten anlar baba. Kızının ellerini tutup, diamonds and rust ı söyler. insanları, hayatı öğretmeye çalışır. "Sen çok kıymetlisin, insanların senden zaman çalmasına izin verme" der. Akılcı kitaplar önerir kızına. "Semerkant'ı okumalısın mutlaka. Ömer Hayyam tam da sana göre" deyip gözünden sakındığı kızının, gözlerinin içine sokar hayatı.

Bir küçücük kız çocuğu, babasının muhteşemliğini kelimelere bile sığdıramazken o'nun her zaman yanında olacağını düşünür. Ne yaparsa yapsın babasının onu kucaklayacağını. Babasının da aslında insan olduğunu, onun da dayanma limitinin olabileceğini, kalbinin öfkeden hızla çarpabileceğini, öfklenebileceğini unutur. Her düştüğünde ağlaya ağlaya gider babasının yanına. Kaybetmeden anlayamaz kız, babasının onu gülerken de görmek istediğini, Acısıyla beraber mutluluğu da onunla paylaşmak istediğini anlayamaz.

Haytalık, serserilik her ne denirse adına kız onların hepsini yapar. Babası da der ki, "Artık uslanman, durulman gerek". Kız her seferinde söz verip, sözlerini tutmayıp yeni felaketlere yelken açar.

Gün gelir baba, onca felakete ve tutarsızlığa dayanamaz. Alır biletini ve uzun bir yolculuğa çıkar. Tam da kızı büyümeye başlamışken, aklında soruları varken, cevapsız kalmışken... Kız bilir aslında, babasının uzaktan onu izlediğini. Sadece izlediğini... Babasından öğrendiği too little too late sözünü söyler kendine...

Baba giderken der ki; "Lütfen, sözlüğe benimle ilgili duygusal entry yazma". Görüldüğü üzere kız yine, babasının sözünü dinlemedi.
özlediğim kimse.Keşke yanımda olsada dövse dediğim kimse.
biraz sonra bulutların gotik attıgı sokaklarda bir nefes duman adına sessiz bakıslara yürümeyi planlıyorum.
içtiğim her sigarada, attıgım her adımda senden biraz daha nefret eder oldum...
belki de akşama kaçmam gereken yüksek şura toplantısı için bir çözüm yolu bulurum... o2 o2 o2...!
nihayet babamın bir türlü arka plana atamadıgı çocuklarına doğru yol aldıgı şu günlerde, bu durumdan kaytarmıs olmanın sevincini yasayabiliyorum!

benim şu kişisel maltamı, faşist güneşin ışınlarından sadece yüksek yapıların nasibini aldıgı saate devrettiğin için senden bir kez daha nefret ediyorum! baba!
(bkz: de pedro)
şu yaşıma kadar gördüğüm babam, babam değildi sanki de, bugün benim babam oldu. o gün bugündü. çok gergindim. zira evden ayrılıyordum, ne bir evlilik ne başka bir şey. sadece ayrılıyordum. bir şekilde ikna etmeliydim. ikna ederken attığım fikirlere kendim ikna olmuş gibiydim. içim acıyor.

dedi baba ve oğulların yaradılış bakımından birbirine bakışı böyledir. ters gelir birbirlerine. anlayışla karşıladı beni. lan film gibi oldu bu konuşma, hayatımda bir dönüm noktası, kendimden beklemediğim bir performans.

gözleri ağlamaklı oldu. onun da içi acıdı besbelli. ama fazla karşı koymadı. evde yalnız kalacak olması, bu hayatın yalnızlığı ve benim yalnızlığım... annemin yalnızlığı...

küfrettim hayata. ama bir şey değişmedi. yeni bir süreç, yeni bir başlangıç. yeni bir doğum. doğumlar sancılı olur. ama doğan bebek güzel olacak inşallah. seni sevdiğimi anladım baba.
Yürüdüm karanlığında sokakların
içimde hep bir umutla
çok uzakta yanıyordu ışığın
varlığını düşünmek bile içimi ısıtır...
ellerine değsem yeter...
ne bir yağmur damlası söndürebildi ateşimi
ne de kalbime düşen bir kar tanesi dondurabildi kanımı
bitmedi içimdeki özlem...
inanmıştım sana sen vardın...
denizler kadar derindi anlamın...
insanın içini rahatlatan, aşk kokan adamdın sen...
ama aşkını hiç göremedim...
güzel yaprakların eşsiz gölgesi altında bile...

hem rahatlatan hem acıtandın sen!
o yüzden seni hiç sevemedim ben!
sizin hiç babanız öldü mü?

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
söylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

CEMAL SÜREYA
her yaşta hatırlanan ve özlenen, mutlak bir güven ve huzur vaat eden, kirli sakal kokusu...
söylemeye hasret kalmanın en çok acı verdiği kelimedir.
fallusun cisimleşmiş hali.
bazen ona sinirlensekte, kızsakta arkamızda bir çınar ağacı gibi durandır, bizi sürekli koruyup kollayandır. onun yokluğu fazlasıyla hissedilir ama her şey gibi değeri gittikten sonra bilinir...
çocukluk kahramanı derler hep babalar için. hiç de öyle değil.
uçmasını bilen yakışıklı bir adam varken ne gereği var ki babadan kahraman yaratmaya. hem uçmayan kahraman mı olur allasen!

superman'in uçar gibi yaptığı yerin aslında gök mavisi bile olmadığını, göğe o kadar yakından bakılsa burdan göründüğü gibi asla olamayacağını algılar, ve ondan başka kimsenin kendini de lekelemeyi göze alarak, "erkekler bencildir, seni üzmelerine izin verme" cümlesini kurma cesaretine, dürüstlüğüne sahip olmadığını, zaten sizi kimsenin de o kadar sevmediğini anlar konuma gelince yerle yeksan oluveriyor "kahramanlık" mefhumuna dair kurdukların.
yoğurdum ekşi diyecek kadar yürekli olana kahramanım demeye meyilleniyorsun.

hiç tanımadığım insanları sana sesimi yükselterek ama seni sağır etmek için değil, sadece heyecanımdan, savunuşlarım var ya, hani " sen hiç hata yapmadın mı ki!" ler, hepsi senin kızınım diye oluyor.
senin susuşların, ben sana çakmak çakmak bakıp aklımdan geçeni süzgüsüz aktarırken belli belirsiz gülümsemelerin de öyle.
muhtemelen aklından benim evladım işte diye geçiriyorsun, ya da ben öyle olmasını ölesiye dilerim.çünkü farklı doğrultudaki cümleleri aynı yöntemlerle her kurduğumuzda ben diyorum işte benim babam diye.
yine de sönmüyor bakışlarım, gardım düşmüyor. sana düşürmeye başlarsam herkese düşer diye.
bir de "git" derken sesimi titretmiyorum hiç baba, senin "arkana bakmadan git, yoksa hiç gidemezsin" dediğinde olduğu gibi.
benim "git"lerim farklı oluyor yalnız genelde. istemediğimi, içime sinmeyeni yapmamam gerektiğini öğrettiğin için bana, bir de kalmanın bir hak etme biçimi olduğunu, yalnızca onlarca gerektiği için değil, bence "gereksiz" oldukları için, adab-ı muaşeretten uzak bir şekilde yol veriyorum gidene.
zaten en az senin kadar nefret ediyorum şişkin egolardan. ve en çok onlarla karşılaştığım zamanlarda özlüyorum seni. kendini ne de çok şey sanıyor baksana diye beraber güler dalga geçerdik diye belki.
bir de saman alevi gibi parlayıp söndüğümde aklıma hemen geliveriyorsun. o zamanlardaki bakışlarını düşünüyorum ve ayna gereksinimim kalkıyor ortadan. acaba sinirlenince nasıl görünüyorum diye düşünmüyorum. annemin deyimiyle "babasının kızı!nolcak!" oluyorum o zamanlarda.

kimsenin bencilliğinin beni yormasına izin vermiyorum merak etme. canımı yakacak olana gereğinden bencil olup, sesimi titretmeden "git" diyorum hep.
aklına takacak bir şey yok buralarda yani. keyfim iyi. annemden moralim bozuk olduğu dedikodusunu alıp da hiçbir şey bilmiyormuş gibi arayıp saçmalama kotanı doldurmaya çalışmana da gerek yok. kotan sınırsız zaten bende, saçmalamaların dolmuyor da tebessümlerim doluyor, aşarsam gözlerimden sızar diye korkuyorum gülümsemelerim.

masallara uzun zamandır inanmıyorum, uçan kahramanlar zaten yalan.
dürüstlüğü diline dolayıp da içine battığı kirden pastan habersizlere ve ego budalalarına inat, inandır beni.
tüm dünya gözüme baka baka yalan söylüyor olsa, sen bana kıyamazsın..di mi baba?
**
--spoiler--
arabayla yolda kaldığında, paran bittiğinde, kız arkadaşından ayrıldığında, dayak yediğinde, kötü bir rüya gördüğünde ve daha bir sürü zor anında ilk akla gelen, ilk aranandır baba. çünkü o sorunlarını halletmek için vardır. en zor anında çaresiz kalmaktan o kurtarır seni. kahraman diye nitelendirilmesi de işte bu yüzdendir. baba yarı yolda bırakmaz seni. hep güvenebilirsin ona. her başın sıkıştığında arabilirsin nasılsa...

peki ya ben ve benim gibiler... onlar ne yapacak? hiç babası olmayanlar... bir kere bile baba diyememiş olanlar. haksızlık değil mi bu ey sözlük? ben neden hayata babasız; milyon tane handikapla başlıyorum? ben neden dayak yediğimde oturup sümüklerimi çeke çeke ağlıyorum da, elin oğlu babasını arıyor?
--spoiler--

ludovico'nun yazdıklarının harfi harfine arkasındayım. ben de birkaç şey eklemek istiyorum. neden ben. bu kadar adam varken neden ben? insanlar bu şanssızlığa uğradığım için neden bana acıyarak bakıyor? neden bana babamın ne iş yaptığını sorduklarında ben kendime küfür edilmiş gibi hissediyorum? neden insanlar gerçeği öğrendiklerinde bi bok yemiş görünümünü takınmaktalar? neden? bu kadar şey bir aradayken bizlerden normal bireyler olmamızın istenmesi neden? nasıl olabiliriz ki? nasıl babası olan bireyler gibi inanabiliriz ki? neden beni seçtin diye düşünürken. kim verecek bu kadar sorunun cevabını.