bugün

atatürk ü etten kemikten bir insan olarak görmediği için hatasız olacağını düşünen insanın sıkıntısıdır. tabi bu kimseye doğuştan gelmemiştir, daha çocuk yaşta beyin yıkayan eğitim sistemi bunun baş sorumlusudur.
şimdi bunu yazdığım için eksiler yağdıracak kesimin durumudur.
tayyibin eleştirilmesine tahammül edemediği gibi onu ulu önder ilan edenlerin gülünç söylemidir.
atatürk'ü eleştirmenin moda olduğu bir dönem de , atatürk'ün neydiği belirsiz yeni sıçılmış sabah bokları tarafından eleştirilmesine tahammül edememe durumudur .
çünkü kemalizm eğitime ve bilgilenmeye açık olmayı değil biat etmeyi gerektiren bir ideolojidir. özgürlüklerden ve demokrasiden yanadır fakat hiç bir eleştiriyi kaldıramayacak kadar da bağnaz ve antidemokratiktir.

oysa ki her düşünce zamana, teknolojiye, kültürel ve sosyal yapıdaki değişikliklere yenik düşüp eskir ve geçerliliğini kaybeder.
türk hapishanelerindeki 4 binden fazla muhalif atatürk'ü ve türklüğü eleştirdiği için içerde zaten.

(bkz: şu laikler çok rerörö)

(bkz: kürtçü cemaat yalanları)
öncü açıklama : bu yazı hiç bir şekilde Atatürk ü eleştirmeyecektir!

euzü besmele tadında önden açıklamayı yaptım çünkü ahmak çok, koskoca entrynin sadece 1 paragrafını okuyup fikir edindiğini sanan "kıvrımsız beyinlerle" uğraşmayacağız. (ama sizi itin götüne sokmak var elbette!)

bir süredir feci şekilde patlak veren "Atatürk büstü parçalama" furyası var... bu gelinen noktanın aslında ne kadar da trajik olduğunun kanıtı.

"bir kaç yobazın yaptığı şerefsizlik" deyip geçerseniz, her konu üzerine yaptığınız sığ yorumlar gibi, "Atatürk nefretinin" sebebini bulamazsınız.

bu noktaya gelmesinin 2 suçlusu vardır;

bir... cumhuriyetin kurucusuna olan nefreti 16 yıldır belli dönemlerde körükleyen ampül beyinlilere karşılık hükümetin hiç bir yaptırım uygulamaması.

iki... Atatürk ün eleştirilmesine dahi tahammül edemeyip, onu tabulaştıran, ilah seviyesine çıkartan, aslından Atatürk ün kim olduğunu, neler yaptığını öğrenmek yerine, sadece onun hakkında belli kalıpları anlatıp, "Atatürk de kemalistti" diye saçmalamaya kadar varacak bağnaz zihniyetli güruhun varlığı.

birincisi, ikincisinden daha tehlikeli mi görünüyor sizce? hayır.

çünkü birinci grup gelip geçici! ılımlı islam son demlerini yaşıyor. 80 lerde birilerinin pompalamaya başladığı ve günümüze kadar devam eden akım bir 10 yıl daha sürmeyecek. ve ampül söndüğünde yobazlar ağzını bile açacak cesareti bulamayacaklar artık...

ikinci grup ise bağnazlık hegemonyasını 1938 yılından beri devam ettiriyor ve hiç değişmediler! Kemalistler için adeta "yarı tanrı" olarak görülen "Atatürk" insandı. daha şimdiden yüzünü buruşturanları görür gibiyim...

eğer insanlara "neden Atatürk ü sevmeleri gerektiğini" anlatmak yerine eleştirilmesine bile tahammül edemeyip, buna yeltenenlere küfür ederseniz, onu ilahlaştırıp halktan koparırsanız, nefret tohumu atanların ekmeğine yağ sürersiniz...

mesela Atatürkün özel hayatı hiçbir zaman anlatılmaz, anlatılanlar da ya yarım yamalak uydurmalar, yada bile bile, halk bunları bilmesin diye çarpıtmalardır.

bilmezsiniz ki mustafa kemal ile annesi arasındaki sıkıntıları (her insanın annesiyle arasında olabileceği gibi)

Çünkü gümrük memuru Ali Rıza Bey'in erken ölümü üzerine Zübeyde Hanım yeniden evlenmiş, küçük Mustafa ile küçük Makbule'ye üvey baba gelmişti... Selanik Gümrük Başmüdürü Ragıp Bey... Babalarının amiriydi!

Ali Rıza Bey'in bir dönem memurluğu bırakıp kereste ticaretiyle iştigal ettiği de bilinir.

Hani bir aralar kamuoyumuzda dağları taşları inleten Fikriye Hanım var ya, Atatürk'ün üvey babasının kardeşinin kızıdır! Yani hısımıdır, üvey kuzeni sayılır...

Atatürk'ün bu olaydan dolayı Zübeyde Hanım'ı "hiç affetmediği" ve evden kaçarak askeri okula yatılı öğrenci yazıldığı da bilinir.
Sonra da ara ara, az görüştüler... izinli çıktığı sıralarda...

Suriye cephesinden döndüğünde de Atatürk, annesinin Akaretler'deki evinde kısa bir süre kaldı. Oradan annesiyle "tartışarak" ayrıldığı, arkadaşı Salih Fansa'nın Tepebaşı'ndaki evine geçtiği, birkaç gün de o evin tam karşısında yer alan Pera Palas'ta kalıp Fansa'nın eşinin bulduğu bir kiralık eve, Şişli'de dul bayan Madam Kasapyan'ın evine çıktığı bilinir. Ünlü ev... Bahçe içinde, "müstakil", kirası çok yüksek, tam on dört lira! (Bahçe bugün kaldırımmış bende yeni öğrendim.)

Ev sahibesi bazı kaynaklarda Madam Osepyan, bazı yerlerde "Rum madam" olarak da geçer. (Atatürk'ün bir Ermeni'nin evinde oturduğunun bilinmesi istenmemiş galiba!) Bu dönemin bilgileri epey karışıktır, "bilinçli" olarak mı karıştırılmıştır, ahmaklıktan dolayı mı, emin değilim.

Annesini ve kız kardeşini de Şişli'ye, yanına almıştı, sonra Samsun'a gitti (Zübeyde ve Makbule Hanımlar tekrar Akaretler'e döndüler, çünkü oranın kirası bir liraydı), annesini ancak üç yıl sonra görebildi. Bu kez Ankara'ya aldırdı. Zübeyde Hanım orada da fazla oturamadı, izmir'in kurtarılışından hemen sonra izmir'e (biraz da "kız bakmaya", yani Latife Hanım'ı yakından tanımaya) gitti... Bu izmir gezisine de sonradan "sağlık nedenleriyle" diye bir kulp takılmıştır, bu kez Latife Hanım'ı tarihten silmek için... (Kemalistler iş başında)

Fakat oğlunun evlendiğini göremeden vefat etti. Atatürk, Zübeyde Hanım'ın ölümünden on beş gün sonra Latife Hanım'la evlendi. Her şey çok çabuk olup bitmişti.

Ertesi yıl da Fikriye Hanım intihar etti.

Eskiden bunlar konuşulamaz, yazılıp çizilemezdi bu ülkede...

En basit bir tarih kitabından bile kolaylıkla okunabilecek bu basit bilgiler unutturulmak isteniyordu, çünkü Atatürk "uzaydan gelmişti" ...

Küçük yaşta kuşpalazından ölmüş Fatma, Ahmet ve Ömer adlı bir ablasıyla iki ağabeyi, bir de veremden ölmüş küçük kız kardeşi (Naciye) olduğu bile titizlikle saklanmış yeni kuşaklardan, yeni yeni öğreniyoruz.

Eee, bunları bilmek ya da hatırlamak neyi değiştirir diyecek olan dangalaklara cevabım;

Atatürk'ü daha çok sevmemizi sağlar. insanlar onun "halkın içinden gelmiş bir kurtarıcı" olduğunun farkına varırlar.

Gerçi Atatürk hayatının ilk döneminin fazla kurcalanmasını istememiş, Nutuk'ta her şeyi 19 Mayıs 1919 günü başlatmıştır ama, üvey baba getirdiği için anasına kızan bir yetim çocuk, bana çok daha candan, çok daha sıcak geliyor.

içki içen, seven, sevilen, yürekler yakan, evlenen, boşanan bir Atatürk, insan atatürk'tür.

Olimpos (pardon, Çankaya) dağında oturan bir tanrı değil, sabaha karşı üst kattan eşinin "çok içtin Kemal, yat artık" diye seslendiği bir önder benim önderimdir. neden? çünkü bizden biri!

insanlar, Selanik'te "Atatürk'ün doğduğu ev" olarak yutturulan o evin aslında üvey babası Ragıp Bey'in evi olduğunu öğrenince ne yapacaklar?

Böyle böyle soğuttunuz insanları Atatürk'ten, böyle yaparak yobazların eline fırsatlar verdiniz! Yalan üzerine kurulu her şey bu ülkede.

hayatında nutuk okumamış insanların, rakı sofralarında "ben kemalistim, oyum elbette cehapeye" diye çığırtkanlık yapmaları, onların Atatürk ü benden daha çok seviyor olmaları anlamına gelmez.

ama siz en fazla imzasını dövme yaptırırsınız! anladığınız tek şey bu çünkü!
lozan yüzünden,
içki içtiği için
sigara kullandığı için
yobazları astığı için
harf devrimini yaptıgı için
kadına seçme ve seçilme hakkı tanıdıgı için
hilafeti götünüze soktugu için
yok sünnetsizmiş
yok annesi genelevde çalışıyormuş
yok yunan tohumuymuş
diyerek eleştirirseniz tabi ki tahammül edemez kimse sayın yavşak ötesi sığırlar.
dikkat, (bkz: yobaz) var.