bugün

görüş ve düşüncesi, ırkı ne olursa olsun kimsenin ölüme mahkum edilmemesi hele ki kendini mahkeme yerine koyanlarca.
tanım: içinde asit bulunan kuyular bütünü.
(bkz: olum kuyuları)
bulunmayan kuyular, en azından türkiye'de. pol pot rejimi mi vardı birader? tayyipçi ve kürtçü hainlerin olmadık iftiralarından biridir bu. tıpkı turgut özal'ın zehirlenmesi ve paris'teki pkk infazlarının derin devlete ihale edilmesi gibi.
2009 senesinde yayımlanan yazı.

Nihayet karanlık yanlarıyla hesaplaşan, mahzenlerini temizleyecek gücü, cesareti kendinde bulan bir ülke olmanın işaretlerini veriyor Türkiye.

Ekranlarda zuhur eden dozer, kepçe görüntüleri, toprağın derinlerinde aranan suç... Krokilere konu olan kemikler, silahlar Türkiye'nin son 25 yılını özetliyor. Belki de yetmişlere kadar giden kökleri var bu suç krokilerinin. Tıpkı Hizbullah'ın domuz bağlarıyla öldürüp gömdüğü insanların aranıp bulunduğu görüntüler gibi, bugün lav silahları, kemikler ve bombalar çıkarılıyor mahzenlerden. Türkiye'nin pek çok yerinde kepçeler toprağın derinlerinde gömülmüş olan suçu arıyor. Bunun gerçek bir cesaretin, gerçek bir hesaplaşmanın aracı olması o kadar gerekli ki. Çünkü bu hesaplaşma, yüzleşmeyi getirecek. Yüzleşme ise arınmayı. Bu hesaplaşmanın toplumda yaratacağı vicdana hepimizin ihtiyacı var.

Çünkü geçmişte yaşananlar yokmuş gibi davransak da, villalarımızın, yürüyüş yollarımızın, hafta sonunu geçirdiğimiz göllerin kıyısında, toprağın iki metre altında yatan suç orada duruyor. Bu duran suçla, bunca kirli mahzenle yaşamanın Türkiye'de bir iyilik, Türkiyeli insanda bir huzur yaratması beklenebilir mi?

Hayat aslında en adaletsiz göründüğü yerde dahi adaletini gösterir. Bir denge hep olur. Toprağın altında uyumaya bırakılmış onca suç, o suça müdahil olmuş onca vicdanı karartmışken, bir demokrasi yaratmanız mümkün mü? Düşünün, Gölbaşı'nda gömdüğü silahların açığa çıkmasını önlemek için ibrahim Şahin, hangi bağlantıları kurmuş, hangi dengelere müdahale etmiştir. Sırf bunu düşünmek dahi hayatımızda tezahür etmeyen iyiliği açıklayabilir. Ülkeler insanına benzer. Psikiyatride de böyledir. Bir insanın iyileşmesi için onun geçmişinde biriktirdiği ve yokmuş gibi davrandığı mahzenlere, bilinçaltına inilir önce. O mahzenler tek tek temizlenip anlamlandırıldığında, nelere yol açtığı fark edildiğinde, o insanın ruhsal bütünlüğü sağlanmış olur. Türkiye'nin ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Ruhsal bütünlüğünü ancak böyle kazanır. Topraklarında birikmiş suçla yüzleşecek cesareti gösterdiğinin işaretlerini alıyoruz bugün. Dileriz ki bu temizlik, siyasi hesaplaşmaların gölgesi düşmeden devam etsin.

Bu derin kuyulara inmeden asla...

Diğer yandan bu temizliğin asıl yürütülmesi gereken yer, Fırat'ın öte yakasıdır. Ergenekon soruşturması Fırat'ın öte yakasına geçerse gerçek iyileşme başlar. Soruşturmanın, suçun asıl alanı olan Güneydoğu'yu içermesi konusu, mütereddit birkaç siyasetçinin cılız ifadeleri, bazı itirafçıların bir söyleyip, bir reddettiği açıklamalarıyla gündeme geldi bugüne kadar. Medyanın dahi üzerine pek gitmek istemediği zor bir alan, Güneydoğu faili meçhulleri. Bu zorluğu bir kader gibi yaşatan ise bölgede şiddetin hâlâ sürüyor olması. Evet, sorun ağır. Evet, son 25 yılda bölgede yaşanan pek çok ölüm başka ölümlerle de ilişkili oldu. Güneydoğu'daki faili meçhullerin Ergenekon soruşturmasının asıl alanı olduğunun bilinmesi, dileyelim ki aynı cesareti bölge için de yaratsın. Ergenekon belki batıda örgütlendi fakat, çekirdek kadrosu Güneydoğu'da palazlandı. Ergenekon'un katillerini dikkatle izleyen bir göz, aynı isimlerin izlerini Güneydoğu'da sürebilir. Faili meçhullerden uyuşturucu ticaretine, çetelerden devletin içindeki suç örgütlerine nelerin, nerelerde ilişkilendiğini biliyorduk. Ama hiçbirimiz bir gün önümüze bir şemanın çıkarılacağını, o şemanın uzandığı yerlerin hayatlarımızla bu kadar yakından ilgili olabileceğini tahmin etmezdi. Tam da böyle, o soyut görünen suç şemaları aslında o kadar gerçek ve canlı ki. itirafçıların çıkıp 'binlerce insanı öldürdüm' demeleri, bir başkasının annesinin 'oğlum şu kadar insanın katilidir' diye itiraf etmesi, Musa Anter'in katili Abdülkadir Aygan'ın '... kuyularına şu kadar ceset atıldı' demesi Türkiye'nin geçmişi ile, o geçmişin en karanlık yanları ile hesaplaşmasının giriş cümleleri gibiydi. Şimdilerde daha büyük cümleleri Tuncay Güney'den duyuyoruz. Asit kuyularından söz ediyor, faili meçhullerden...

Türkiye bu derin kuyulara eğilecek cesareti, baş dönmesi yaratacak derinlikteki bu suçlara el atabilecek gücü gösterebilecek mi? Sormamız gereken soru bu. Güneydoğu'da yapılacaklar çok daha dikkat ve çaba gerektiriyor. Çünkü Güneydoğu'da olanların izleri dahi yok edildi. Tuncay Güney'in ifadelerinde yer verip sonradan reddettiği asit kuyuları velev ki bir metafor olsun, ama çok şeyi anlatıyor. Güneydoğu'da yaşananların ağırlığı, iz sürmeyi dahi zorlaştırabilir çünkü. insanlığa karşı işlenen suçların en ağırı olan Nazi fırınları, gaz odaları iz bırakmamakta mahir oldukları için insanlığı hedeflemişti. Hedef o fırınlarda yok olan insanlardan çok, insanlığın kendisiydi. Aynı iz bırakmama yöntemini kullanan Arjantin, tarihe 'Arjantin tipi ölüm' denilen ve sayıları otuz bini bulan, havadan uçakla okyanusa bırakılan kayıpların hesabını gördüğü için bugün daha huzurlu bir ülke.

Biz asit kuyularımızla ne zaman hesaplaşacağız? Kuyu kelimesinin kendisinden dahi ürken Güneydoğu halkının bu korkusunu nasıl yok edeceğiz? 'Asidi nereden buluyorlardı?' sorusuna Tuncay Güney'in cevabı 'Uyuşturucu için asit kullanıldığından bulmak zor değildi.' olmuş. Bazı güvenlikçilerin uyuşturucu ticaretinde aktif rol üstlendiğini tekrarlamaya gerek var mı? Faili meçhullerin en çok işlendiği 'izmit, Düzce hattındaki fabrikalardan asit edinilmesi Veli Küçük'ün bir telefonuna bakardı.' diye ekliyor.

Güneydoğu'daki faili meçhullerin adresi olan asit kuyuları, gerçek değilse de, anlattığı büyük bir hakikat var; Türkiye geçmişi ve suçlularıyla yüzleşirken, Ümraniye, Gölbaşı ve Atatürk Orman Çiftliği'nde belki izler bulacak ama Güneydoğu'da işlenen suçların izini dahi bulmak kolay değil. Çünkü orada, tıpkı gaz odaları, ölüm fırınları ve okyanusa atılan insanları yok eden zihniyet gibi, yok etmeye dönük ağır suçlar işlendi. Ve o suçun hedefi, suça konu olanların hayatı değildi sadece. O yıkıcılıkta hedef alınan başka değerler de vardı. Bugün dahi Şırnak bölgesinde JiTEM ve Levent Ersöz adının yarattığı korku, BOTAŞ kuyuları için de hissediliyor. BOTAŞ kuyularında karartılan hayatların üzerine asit dökülmüş, dökülmemiş elbette fark etmez ama sayıları binlerle ifade edilen faili meçhuller ciddiyetle sorgulanamıyorsa, cesaretle üzerine gidilmiyorsa o kuyulara asit dökülmediğini kim söyleyebilir?

Kaynak: Zaman

dunyabulteni.com