bugün

binali yıldırım'ın çirkin sözleridir.

--spoiler--
KÖPRÜNÜN ADI DEĞiŞECEK Mi?

Köprünün adı değişmeyecek. Yavuz Sultan Selim Alevi kırımına dair iddialar soyut iddialardır. Bunu istanbul Üniversitesi Feridun Emecen yıllar süren çalışmalarıyla ortaya çıkarmıştır. 'Alevi katliamı bir efsanedir, gerçeklikle alakası yoktur' diye ortaya koymuştur. Bu iki Türk sultanının kaprisidir, 'sen üstünsün ben üstünüm' savaşıdır.
--spoiler--

http://haber.gazetevatan.com/Haber/554033/1/Gundem
"sadece vicdansız değilim türkçem de fikirtepe apaçisi kadar" anlamına gelen cümle...

ulaştırma ve iletişimden sorumlu bakanlığın tepesinde cümle kuramayan, kursa da doğru kelimeleri seçemeyen embesil varoşun tekine emanet olması ne acı...

vicdan kısmına girmeyeceğim bu yahudi bozması eğri dinlilerin vicdanı falan yok...
günümüzde bir çok batılı tarihçide aynı fikirdedir, anlatılan boyutta bir katliamın kanıtlayacak bir belge yoktur. osmanlı gibi imparatorluklar yaptıkları her şeyi kaydeder, fetvalara bağlar ve saklar. o devirde doğal olarak görülen isyanların sertçe bastırılması övünç kaynağı olarak görülür, diğer isyanların ayrıntılı anlatımları belgeleri arşivlerdeyken kırkbin alevi öldürülmesi için sağlam kanıt yoktur. elebaşlarının idamları ve ahalinin balkanlara ve ege adalarına sürülmesi kaydedilmiştir, ama bunlardada büyük bir boyutta öldürmeden bahsetmez.
ne o lan insanlar kendi düşüncelerini açıklayamayacak mı. evet adam öyle düşünüyor sana ne dangoz. senin gibi mi düşünmek zorunda at kafası.
bana kalırsa talihsiz sözlerdir. devletin bir bakanın herhangi bir kitleye karşı böyle birşey söylemesi hatalıdır.
yavuz sultan selim döneminde şeyhülislamlığa getirilen 'müftü el-hamza'nın osmanlı arşivlerinde mevcut 1512 tarihli fetvası'nda sarf ettiği sözler, doğrusu bu konuda herhangi bir şüpheye meydan bırakmayacak cinstendirler;

"kızılbaşlar kafir ve dinsizdirler. katledilmeleri vacip ve farzdır."

kaldı ki yavuz sultan selim'in, halifeliği osmanlı hanedanlığına taşımasından sonra kaleme alınan şeyhülislam fetvalarını, toplumda tedirginlik oluşturması muhtemel tüm kalkışmalarından önce dini bir dayanak olarak defalarca kullandığı ve kendisinden sonraki padişahların da aynı yöntemi, imparatorluğun çöküşüne kadar geçen süre içerisinde taklit ettikleri bilinmektedir.
katliam değil, soykırım efsanedir.

yahu, kızılbaş alevi manasında kullanılmıyordu ki fetvada. şah ismail yanlıları kızıl takkelerle dolaşırlardı, buna binaen kızılbaşların katli vaciptir fetası alınmıştır. kızılbaş tabiri, safevÎ hizmetkarı 'şah kulu' anlamında kullanılır ki, osmanlı diyarında çıkan isyanlar zaten 'şah kulu' isyanı diye anılırdı.

bu nedenle kızılbaşlar imha edildi ve insanlar öldürüldü. bunda aşırı da gidilmiş olabilir, bunu reddecek değiliz.

ancak osmanlı düşmanlığıyla kafadan sallamayalım istiyorum. libarel komünistlerden osmanlı tarihini öğrenecek halimiz yok.
osmanlı hanedanlığı'nın devlet-i ali'yi koruma ve egemenlik sınırlarını genişletme içgüdüsü ile davranarak; şah ismail'den önce, yani akkoyunlu hükümdarı uzun hasan'ın yeğeni olan babası emir haydar döneminde, kendi kültürleri ve yaşam alışkanlıklarıyla taban tabana zıt olan bedevi kültürünü ret ederek emir haydar'a biad eden türkmenlere karşı tavır aldığı, bizzat osmanlı tarihçilerinin yazmaları ile ispatlı bir gerçektir.

anadolu'daki türkmen kavimlerine mensup erkeklerin büyük bir bölümü, bektaşi dergahlarında eğitim görmüş ve o devrin anadolu'da yaşam sürdüren diğer kavimlerine göre, kuşkusuz daha eğitimli ve bilgili bir kitleyi oluşturmakta idi. esasen, osmanlı'nın en elit askerleri olan yeniçerileri de yetiştiren, türkmen kültürü etkisindeki aynı bektaşi dergahlarıdır. hal böyle iken, anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yaşam sürdüren, özellikle sivas, malatya, elazığ, erzurum'da yerleşik kimi türkmen kavimlerinin bedevi kültürünü ret ederek önceleri emir haydar ve sonraları da oğlu şah ismail'e biadları, islam halifeliğini hanedanlığına taşıma ve egemenlik alanını genişletme niyetindeki yavuz sultan selim'i ciddi biçimde tedirgin etmiştir.

aslına bakılırsa, bu tedirginliğinde yavuz sultan selim'i tümüyle haksız görmek de doğru değildir. zira, şah ismail tarafından kurulan safevi devleti'nin kuruluşunda önemli görevler üstlenen 72 emirin* 48'i türkmen kökenlidir. haliyle bu durumun, anadolu'nun içlerine uzanan yerleşik türkmen kavimlerini etkilememesi söz konusu olamaz. ancak bununla birlikte, osmanlı hükümdarının silahsız alevi-türkmen halkına yönelik gerçekleştirdiği katliama bir mazeret de olamaz.

önemli safevi tarihçiler arasında gösterilen iskender bey'in kayıtlarında, yavuz sultan selim'in şah ismail ile tebriz yakınlarındaki çaldıran bölgesinde karşı karşıya gelmeden önce, ordusuyla geçtiği anadolu türkmen köylerindeki yerleşik türkmen halkını, arkadan vurulma endişesi ile kılıçtan geçirdiği açıkça belirtilmektedir. aynı tarihi yazmalarda, asıl büyük türkmen katliamının da silahsız türkmenlere yönelik olarak bu şekilde gerçekleştirildiği ve sonuç itibarı ile 40 bin civarında türkmenin katledildiği vurgulanmaktadır.

gelelim kızılbaşlık mevzusuna;

- osmanlı hanedanlığının kurucusu Osman Bey mi? Otman Bey mi? tartışmaları süre-dursun;

O'nun hakkındaki en eski tarihi belgeler, cenevizler'e ait olup; kendisi "söğüt türkmen aşiretinden 'Othman(rosso capped)'" olarak tariflenmiştir. Yani, 'kırmızı başlıklı Othman'; aradaki 'h' harfinin avrupalıların aksanından kaynaklanan bir ilave olabileceğini düşünürsek; 'otman' gerçekte bir türkmen adıdır. kırmızı başlıklı olması da o devirlerde yaşamış ve özellikle bektaşi kültürüyle yetişmiş türkmen erkekleri için hiç de yadırganabilecek bir durum değildir. hatta, anadolu'da alevi-türkmen cemaatine 'kızılbaş' denmesinin asıl nedeni de; emir haydar'ın kendisine biad eden türkmenleri tanımak gayesiyle onlara kırmızı bir başlık giydirmesinden çok önceleri, onların zaten bu başlığı giyiyor olmalarıdır.

kaldı ki, 'osman' türkçe değil arapça bir isimdir. bunun türkçesi 'otman' dır. avrupalılar; bektaşilerin de 'kızılbörç otman' olarak tanımladıkları osmanlı hanedanlığının kurucusu'nu; ne 'rosso capped othman' diyerek ve ne de kurduğu devleti 'ottoman' diyerek yanlış isimlendirmişlerdir.

- 'otman' ismini yanlış değil! kasıtlı olarak 'osman'a dönüştüren; bedevi dini ve kültürüne hayran; osmanlı ulemasıdır. aynen, 'hace'yi 'hacı'ya, 'şah ede balı'yı 'şeyh edebali'ye dönüştürdükleri gibi.

xvı.yüzyıl metinlerine baktığımızda görmekteyiz ki iş; takılan başlığın kızıllığından çıkarak bu kelimeye "ahlaki yönden bozuk" manası yüklenmiş ve bir aşağılama aracı olarak da kullanılmıştır. Türkmenler için bir dönem şaşalı laflar eden Hoca Saadeddin Efendi gibi çok değerli(!)osmanlı tarihi yazıcıları, bir zaman sonra Türkmenleri,"bi-asıl Türkmen","bi-had Türkmen","bed-fiil harami Türkmen" olarak nitelendirirler. Kızılbaşlar ise çoktan yolunu yitiren sapık bir kavim, onların deyimi ile "dall-ü gümrah" olarak tarihe yazılırlar.

yavuz sultan selim'in 'türkmen kıyımı'na kadar geçen süreçte, osmanlı'nın en elit askerleri olan yeniçerileri yetiştiren bektaşi dergahları; bu tarihten sonra, halifeliğin getirilmesi, şeyhülislam atanması, kadıların; bilge insanlar yerine hacı-hoca takımından seçilmesi ve nihayet, islamiyet'in ve bedevi kültürünün anadolu'ya hakim kılınması sonucu, eski etkinliğini hızla yitirmeye başlamıştır. Buna mukabil, ataya saygıyı yansıtan; mezar yapımı ve mezar ziyaretleri gibi bir bedevi'nin tahammül dahi etmekte güçlük çekeceği bazı türkmen gelenek ve görenekleri anadolu'da yok edilememiştir.

sonuç itibarı ile tarih, döneminin yazılı ve güvenilir kayıtlarına dayanılarak çok yönlü ve çok uluslu incelemeyi gerektiren bir bilim dalıdır. dönemin iktidarının görüş ve düşüncelerine binaen çarpıtılmış, tahrif edilmiş bilgilerle dolu lise tarih kitaplarından tarihi öğrendiğini sanan kimi uydum akıllılar, haliyle ellerine verilen kitaplara dayanarak ahkam kesmekten öteye bir icraatta bulunamazlar.

- bu başlık altındaki kimi entry'lerde gözlenen durum da bundan pek farklı değildir.
iki devletin karşı karşıya gelmesi sonucu ortaya çıkan siyasî gerilim içerisinde, c mezhebine mensup, x devletinin içinde yaşayan a soyuna mensup b mezhepli insanların; b mezhebine mensup olan ve planları dahilinde kendisine bağlı olacak x devleti içerisindeki bir bölge öngören y devletine karşı; x devleti tarafından, x devleti içerisinde bulunup, y devletine biat eden b mezhepli kişileri öldürülmesi olayıdır.

bu olay dinÎ bir olay değildir. eğer dini olsaydı, yavuz sultan selim'in sancağında hz. ali'nin kılıcı zülfikar figürü olmazdı, topkapı müzesinde kerbela toprağı muhafaza ediliyor olmazdı.

tabii ki bu olayı kullanıp, islam'ın içerisinde fitne düşürmeye çalışan komünist özentileri de, islam'a bedevi kültürü demekten ve her daim faşist dedikleri ülkücülerin mabadını ''türkmen de türkmen'' diye yalamaktan başka bir icraatta da bulunamazlar.
konu, alevi katliamının bir efsane olup olmaması konusudur ve binali yıldırım'ın sözünü ettiği gibi efsane olmadığı diğer entry'lerde tarihi belgeleriyle ve detayları ile ispatlıdır.

tabii ki bu belgelere karşıt bir belge bulamayan, araştırmayan, soruşturmayan, inceleyip-analiz etmeyen, sırf sahip olduğu engin bilgi hazinesini* kullanmak suretiyle ve yer yer muhtelif argumentum ad hominem yöntemlerini de deneyerek mevzuyu başka mecralara çekme gayretinde olan fetbazlar da çıkacaktır.

bunlar gün gelecek, komünistlerin "türkmen! türkmen!" diyerek ülkücülerin mabadını yaladığını da iddia edeceklerdir. aynı komünistlerin, berlin'deki cami yapımında müslümanlara en büyük desteği ve avrupa'nın dört bir yanından akın akın gelerek verdiklerini, alman polisi önünde insandan bir duvar olduklarını da unutarak üstelik.

- tarihi tespitler; kayıtsız-belgesiz, hedefsiz-nişangahsız sallamalarla yapılmaz. tartışmalara belgeler ve kanıtlarla gelmek esastır.
"abi o olay süperdi ya efsana bişi" anlamında da söylenmiş olabilir.
ulusalcıların katlettiği 40 bin alevi olayı gerçektir.
unutmayız.
Yavuz Sultan Selim Dönemi için ilk elden kaynaklar; arşiv belgeleri ve Selimnâmeler'dir.

Osmanlı tarihçileri, genel anlamda Osmanlı Tarihi'ni yazmaya devam ettikleri gibi, sadece Yavuz Sultan Selim dönemini kapsayan ve "Selimnâme" denilen eserler de yazmışlardır. Bu eserlerden bir kısmı Yavuz dönemi'nin tamamına, bir kısmı ise bu dönemin belli bir bölümüne ait olayları içerir.

Selimnâmeler, çağdaş olayları içerdiği için verdikleri bilgiler daha doğru ve daha tutarlıdır. Ancak hepsi için aynı şeyi söylemek de mümkün değildir. Mesela, Arifî'nin Farsça manzum eserinde ayrıntılı bir bilgi bulunmaz.

Selimnâmeler ile ilgili olarak gerek Türkiye'de ve gerekse Türkiye dışında yapılmış çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Bunların içinde en derli-toplu çalışma Agâh Sırrı Levend'in "Gazavâtnâmeler" ve Mihaloğlu Ali Bey'in "Gazavâtnâme" sidir.

"Tevârih-i Al-i Osman" gibi genel nitelikteki bazı belgelerin el yazması kopyaları hazırlanırken, her bölüm ayrı bir cilt içinde toplanmış ve bunlardan ı. Selim dönemini kapsayan kısmı kimi kütüphane kayıtlarında ve araştırmalarda Selimnâme sanılmıştır ki bunlardan biri de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yazma Kütüphanesi'nde "Dâsitân-ı Hazreti Sultan Selim" şeklinde kaydedilen eserdir. Bu yazma, ilk bakışta Selimnâme gibi görünmekte ise de incelendiğinde Hoca Saadettin Efendi'nin "Tacü't-tevârih" adlı eserinin el yazması bir nüshası olduğu anlaşılmaktadır.

Gerek Selimnâme gerekse başka adlar altında Yavuz Sultan Selim dönemi olaylarını anlatan çağdaş yazma eserler çoktur. Ayrıca, 'ibn-i iyas' gibi yabancı çağdaş yazarların eserlerinde de aynı döneme ait önemli bilgiler bulunmaktadır.

akademisyenlerin ya da tarih bilimine gönül vermiş kimi araştırmacıların dışında yukarıda sayılan belgeleri incelemek ve haklarında doğru yorumlamalar yapmak; yazım dillerini çok iyi bilmenin yanında tarihsel olaylar hakkında bağlantılar kurma becerisi gerektirir ki bu, her yiğidin harcı olan bir iş değildir. işte! bu nedenle bizler, bu ağır ve sorumluluk gerektiren işleri uzmanlarına bırakır ve onların konu ile ilgili hazırladığı bilimsel kitapları, ders notlarını, teknik metin ve makaleleri okuyarak, birbirlerine göre mukayese ederek belli bir kanıya varmaya çalışırız.

Yavuz Sultan Selim'in padişahlığı sırasında geçen olayların önemi ve kendisinin otuz altı Osmanlı padişahı içindeki gerçekten seçkin yeri göz önüne alındığında, konuyla ilgili araştırmaların yetersiz olduğu söylenebilir. Gerçi, daha Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren ı. Selim'le ilgili kitaplar yazılmıştır ama bunların büyük bölümü bugünkü anlamda metodik ve bilimsel araştırmalar değildir. buna mukabil, başarılı çalışmalar sonucu yazılmış eserler de vardır ki bunlar arasında dr. Selahattin osman Tansel'in ve prof.dr. Ahmet Uğur'un "Yavuz Sultan Selim" adlı kitapları ilk sıralarda sayılabilir.

konu ile ilgili akademik değerdeki diğer çalışmalara gelince, 3 temel eser ön plana çıkar ki bunlardan birincisi AÜDTCF öğretim üyesi prof.dr.yavuz ercan'a ait ve aynı üniversite basımı olan "yavuz sultan selim dönemi" adlı ders kitabıdır.

ikinci eser; selçuk üniversitesi öğretim üyesi prof.dr. mehmet ipçioğlu tarafından hazırlanıp 2003 yılında 'nobel yayınları'nca ankara'da basılan "kanuni sultan süleyman'ın nahçıvan seferi" adlı kitabının, yavuz sultan selim dönemi ve safeviler ile ilişkilerini geniş bir perspektifte ele alan ı.bölümüdür.

3. temel eser olarak da yitik hazine yayınlarınca 2011 yılında basıma giren prof. dr. feridun emecan'ın "yavuz sultan selim" adlı kitabı gösterilebilir ki bu eser, binali yıldırım'ın birden bire heyecana kapılıp "alevi katliamı efsanedir!" şeklinde boyundan büyük tarihi tespitlerde bulunmasına sebebiyet vermiş kitap olarak daha bir ün kazanmıştır.

- hemen 3. kitap ile başlayalım!

feridun hoca'nın konu ile ilgili ifadesi aynen şudur;

"Alevi katliamı iddiasından bahseden ilk kaynak idris-i Bitlisi'nin "Selimşahnâme" adlı kitabıdır. Bitlisi'nin Yavuz Sultan Selim dönemiyle ilgili bilgileri topladığını ancak yazdıklarını temize çekme ve düzenleme imkânı bulamadan öldüğünü biliyoruz. Oğlu, Ebulfazl Mehmed Çelebi, babasının notlarına kendi edindiği bilgilerle de eklemeler yaparak Selimşahnâme'yi tamamlamıştır.

işte! bu eserde, Çaldıran Seferi öncesinde ı. Selim'in 'Kızılbaş taifesinin kökünü kazımak için' memleketteki idarecilere bir emir yolladığına dair iddia yer alır. O yazara göre bu emre dayanarak 'katliam' yapılmıştır. Bu bilgi daha sonraki tarihçiler tarafından okunmuş ve Osmanlı tarihçileri bu bilgileri esas alarak bir yanlışın daha da yayılmasına yol açmışlardır. Ancak, Bitlisi'nin iddia ettiği teftişe dair herhangi bir arşiv belgesi veya o dönemde yazılmış bir kaynak yoktur. Geç tarihli kaynaklarda bu bilgilerin abartılarak nakledilmesinde Safevi ve Osmanlı arasındaki siyasi-dinî çekişme yatar."

şimdi siz çıkın! bu metne dayanarak "alevi katliamı efsanedir!" deyin. bir kitabın üzerine mal bulmuş magrebi gibi atlamak, bununla da yetinmeyip "bu olay artık çözülmüştür" , "emecan hoca, yavuz sultan selim adlı kitabında katliam rivayetlerine son noktayı koydu", "tarihin karanlık bir perdesi artık aralandı" gibi biraz da kitabın lansmanını yapar nitelikte ticari sözlerle ortaya çıkmak olacak iş midir!

kaldı ki, feridun hoca bu eserinde, tarihçilerden görmeye pek de alışık olmadığımız bir üslupla fakat günümüzdeki ayrı-gayrılıkları da yok etmeye yönelik bir katkı sağlanması adına, değerlendirmelerinde 'pozitif inisiyatifler' kullanmış ve oldukça sivri yorumlar hatta tespitler yapmıştır. örneğin; iddia olunan 40 bin alevi'nin katli bahsinin 'selimnâme literatürü'nde de geçtiğini fakat yalnız bir kaynakça bahis edildiğinden güvenilemeyeceğini bildirmiştir. idris-i bitlisi hakkındaki düşünceleri ise yukarıdaki kendi metninde mevcuttur. safevi tarihçi iskender bey'in "yavuz'un ordusu ile çaldıran'a yürürken ardını sağlama alma babında kıyımlar yaptığı" yönündeki açık kayıtlara ise idris-i bitlisi'den alınma oldukları gerekçesi ile hiç itibar etmemiştir.

bu konuda ilk kaynak eser olarak gösterdiğimiz yavuz hoca'nın kitabında detaylara girmeden fakat şu önemli ifadeye yer verilmiştir,

" Yavuz Sultan Selim, sefere çıkmadan önce, Anadolu'daki Şah ismail taraftarlarını tespit ettirdi. Kaynakların verdiği 40 bin sayısı biraz abartılmış görünmektedir. O zamanki dünyanın ve Osmanlı Devleti'nin nüfusu göz önüne alındığında, bu sayıyı doğru kabul etmek zorlaşmaktadır. Kesin sayı ne olursa olsun, Yavuz Doğu'ya giderken, ordunun arkasını güvence altına almak için gerekeni yapmıştır."

bunların yanı sıra, kültür ile tarihin birbirlerinden bağımsız düşünülüp yorumlanmaları da mümkün değildir. pir sultan abdal gibi aklı, kalemi ve yüreği aynı kuvvetteki alevi bir ozan'ın "kalkın dostlar şah'a gidelim!" demesinin ardındaki nedenleri de detayları ile araştırmak gerekmez mi?

konuyla ilgilenenlerin, bu uzun yazımda bahsi geçen ve aşağıda yeniden sıralayacağım şu 5 temel eseri temin edip okumalarını salık veririm.

- Prof. dr. yavuz ercan / yavuz sultan selim dönemi / aüdtcf yayınları.
- prof. dr. mehmet ipçioğlu / kanuni sultan süleyman'ın nahçıvan seferi (1.Bölüm yavuz sultan selim safevi ilişkileri) / nobel yayınları / ankara-2003.
- prof. dr. feridun emecan / yavuz sultan selim / yitik hazine yayınları / 2011.
- prof. dr. ahmet uğur / yavuz sultan selim / erciyes üniversitesi yayınları-1992.
- dr. selahattin tansel / yavuz sultan selim / milli eğitim basımevi-1969.
alevi toplumu yavuz sultan selim'in alevi katliamı yapan bir sultan olduğuna, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiler sayesinde vakıf iken, bu gerçek bilindiği halde bir köprüye o sultan adının verilmesi, haklı olarak kasdi bir hareket olarak görülür ve böyle görülmesinin önüne asla geçilemez.

bu ifade, yapılan fanatikliğin üzerine tüy dikmekten başka anlam taşımaz.
her türlü etnik ayrışmayı ve düşmanlığı körükleyen bir hükümetin ulaştırma bakanına ait söz. insanların sağ-sol diye birbirini yediği dönemlerde bile bu kadar ayrışma olmamıştır.
edebiyat meraklısı bir hükümetin eski ulaştırma bakanı beyanı. polisi destan yazar, bakanı efsane sever.
Tabii canım senin gibi soysuzlar kalksın yüzyıllar boyunca Alevilere sataşsın sonra da sen kalk şöyle şöyle masaldır böyle böyle masaldır de.
Bunu yedi sene önce de söylemiş olsa bu acizliktir cahilliktir.
hiçbir insanın ölümü efsane değildir, hüzünlüdür. utan!