bugün

Saysal loto sonuclarını bana vermış dededir ama ben oynamadığımdan tutan saysaldan para alamadım.ve ak sakallı kızmıs olacakkı dahada gelmedi.
rüyada gerçek hayata dair olağanüstü ipuçları verdiği rivayet edilen dede. Bir gelmediniz. *
Fenomen olarak çok ilginçtir aslında. Noel babanın kankasi karabasanin düşmanı.

Siyah versus beyaz olayında beyazdir.
inisiyatik sırları bilen bir bilgeyi ya da bizzat inisiyatörü (öğretmeni) sembolize eden hede.
ak parti viralidir.
uyuşturucu kullanmak ve satmaktan gözaltına alınan güzide insan. bırakın içsindir.
ah be dedem yıllarca gel şu rüyama gir bir yol göster istedim o kadar gününğ gün eden ibnenin geri dönüşüne vesile oldun da benim gibi sıkışan adama yardıma gelmedin, inancım azalıyor varlığına artıyor daha çok yokluğuna.
dedeye sahip çıkalım.
görsel
kendi işinin patronudur ya da patronu sakal uzatmasına izin veren birisidir.
Zor zamanalarda bir umut beklenen ama bir türlü gelmeyen kişi.
beyaz saçlarını ve sakallarını kullanarak, dizilerde ve filmlerde rüyalara girerek, arada birde ortaya çıkarak geçimini sağlayan 5. sınıf artist. bazen takma sakal kullanılarak çakma dede olarakta karşımıza çıkabilir.
terminaldeyim.. küçük bir mahşer alanı burası, ortalık insan kaynıyor ve haliyle insan kaynayan her yerde olduğu gibi burada da insana dair her duygunun geçit töreni var gözlerimin önünde..
bütün hislerimi bir bavula özensizce yerleştirmiş, otobüsümün kalkış saatini bekliyorum,bavul demişken filmlerdeki şu bavul toplama sahnesine acayip uyuz oluşum geldi aklıma bir an, depresif bir şekilde bavul toplayan hiçbir sinema klişesinin bavuluna don ve çorap koyduğunu görmedim şimdiye kadar, halbuki insana en çok lazım olanlar bunlar değilmidir..
neyse, ne diyorduk etrafım küçük bir mahşer alanı, bir tiyatro salonu adeta ama başrol oyuncusu olmayan bir oyun ve figüranlar canhıraş bir şekilde kaptırmış kendini oyuna, yinede acemilikleri yüzlerinden okunuyor...
bu düşüncelerden muavinin haydi otobüs kalkıyor ikazıyla uyandım, sessizce yürüyüp koltuğuma oturdum, yine küçük talihsizliklerim bırakmıyordu peşimi, lan alt tarafı cam kenarı bir koltuk istemiştim neyse...
bu olumsuzluğu şimdilik yok sayarak (yolculuk çok iyi geçerse sızlanmak için opsiyonum olsun yinede) yanımda ki boş koltuğa baktım, sahibi gelmemişti daha, kim olacağını merak ederek küçük bir heyecanın beni sarmasına izin verdim, oysa niye heyecanlanıyorsam neticede ben yolculuk esnasında yanındakiyle muhabbet etmeyi seven biri değilim ki...
bu arada boş koltuğun sahibi selamün aleyküm diye geldi oturdu yerine, aleyküm selam diye karşılık verdim
çok sıradan göründü gözüme, orta boylu, orta yaşlı, hafif esmer kirli sakallı biri, yani nasıl anlatsam polise bu adamın eşgalini versen sokakta yürüyen her on kişiden yedisini çevirir...
ve başladı otobüs yolculuğumuz, nerden bilebilirdim ki yanımda oturan kişinin saniyede iki cümle kuran bir geveze olduğunu, normal de geveze sözcüğü sevimli gelir bana, ama şu an da asla...
adam birazdan ölecekmiş ve ölmeden önce son dileği doyasıya konuşmakmış gibi soluk almadan konuşmaya başladı, nereli olduğum, ismim, ne iş yaptığım, medeni halim, ailemin işi gibi bana sonsuzluk kadar uzun, kendisi için ise sadece girizgah olan kısmı geçtikten sonra ben hiç sormadığım halde kendinden bahsetmeye başladı, annesinin hastalığı, babasının meyve bahçesini, askerdeki biraderini, bu sene liseye gidecek kızının eğitim kariyer hedeflerini ve daha bir sürü şeyi dinledim bu iflah olmaz gevezeden...
başlarda sabırla dinlediysemde sonraki evrede kabalık sayılabilecek bir kayıtsızlığa büründüm bir ara lan bu adam laz mı bu kadar çok konuşuyor diye düşündüm, bir utanç dalgası kapladı ruhumu, gizli ırkçımıyım ben şimdi, niye olayı lazlıkla bağdaştırdım ki oysa ben ırkçı değilim, şu anda bütün insanlardan eşit derecede nefret ediyorum...
uyuyor numarası yaptım dinlemediğimi görünce dürttü, kitap okursam beni rahat bırakır diye düşünüp çantamdan campanellanın 'güneş ülkesi' ni çıkardım, adam hemen sormaya başladı ne anlatıyor bu kitap diye....
şimdi nasıl anlatsam güneş ülkesini, önce ütopya kavramından mı başlasam, iç içe geçmiş yedi duvardan müteşekkil bir refah ve bilgelik ülkesi desem anlar mı (laz dedim ya belki müteahhit beyni vardır adamda)
ya da siktir et ne uğraşıcam ya, bilmiyorum yeni başladım okumaya diye kestirip attım, hem zaten campanellaya da inceden uyuz olmaya başlamıştım, beyimiz kendi çağının engizisyonuna bakmadan, hz muhammed ve onun yasalarını eleştiriyordu kendince....
bu arada adam hala konuşuyordu, ben otobüse binerken cam kenarı koltuk bulamayışıma talihsizlikmi demiştim, allah çarpar adamı, ama firmayada kızıyorum bayan yanı var istermisiniz demişlerdi yok istemem demiştim, adi herifler, bu adamdan fazla bayan kimse varmıdır şu evrende...
tanrım! çıldırmak üzereyim, otobüsün yönünü kıbleye çevirin namaz kılacağım diyen amca bile gözüme normal geliyor şimdi, neyse ki otobüs şoförümüz daha makul bir adammış ki otobüsün yönünü kıbleye çevirmektense küçük bir namaz molası vermeyi tercih etti...
benim için bulunmaz bir fırsat, hemen bir sigara içmeliyim kendimi öldüresiye (ahmed arife selam olsun)i indim adamdan kaçacağım diye kuytu bir yere geçtim, yaktım bir sigara ilk nefeste yarılandı, sonra bir sigara daha, yetmedi bir tane daha böyle kaç dakika kaldım kaç sigara içtim bilmiyorum tek hatırladığım döndüğümde otobüsün yerinde yeller estiğiydi
normalde böyle bir durumda insan sinirlenir, bense adamdan kurtulmuş olmanın haleti ruhiyesiyle sevinçli bile sayılırdım...
bu sevincim uzun sürmeyecekti tabii iyide şimdi ne halt edicem...
kalsam bilinmezlik, daha buranın neresi olduğunu bile bilmiyorum ki, gitsem yine bilinmezlik nereden nereye gideceğim??
yine de gitmek fikri baskın geldi ve yürümeye başladım bilinmezliğe, ortalık zifiri olmasada karanlık, normalde insan böyle bir durumda korkar, oysa şimdi içimde korkudan zerre yok..
aslında biliyorum insan iki durumda korkusuz olur ya çok cesur olduğunda ya da aptal olduğunda, cesur olmadığımdan çok eminim, aslında aptal da sayılmam yani tamam daha önce aptallıklar yaptığım olmuştur ama bu yine de beni aptal yapmaya yeter mi, hem zaten her seferinde aptallıklarıma iyiniyet demişimdir, yoksa bu da bir çeşit aptallıkmıdır yada aslında tam olarak aptallık böyle birşeymidir, off bilmiyorum kafam karıştı neyse artık..
yürüyorum, ortalık karanlık, gecemde ki tek ışık elimde yanan sigaranın dumanı, bu halde birkaç kilometre mi, birkaç yüz metremi yürüdüm emin değilim..
biraz daha az düz adam olsaydım (ya da odun mu demeliyim) şu anda aklıma ruhani varlıkların gelmesi işten bile değildi, ben böyle düşünedururken hemen önümde bir ışık huzmesi belirdi, sanki başka bir yere açılan bir kapı gibi, aman tanrım herşey tam bir sinema klişesi şeklinde gelişiyor, ben birazdan o ışık huzmesinin içine dalıp üçüncü boyuta geçeceğim ve sanki günaşırı başıma böyle şeyler geliyormuşcasına normal davranacağım..
hayır!!
bu klişeye dahil olmayacağım deyip hiç bakmadan yürüyüp geçtim, aynı zamanda bunun zihnimin bir oyunu olduğunu telkin ederek kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama pek bi faydası olmadı..
ben böyle soluk alışım hızlanmış bir şekilde birkaç yüz metre yürüdüm ki bir kulübeye rast geldim, teklifsizce içeri girdim, tanrı misafirini geri çevirmezlerdi herhalde..
içerisi olabildiğinde sade döşenmiş, tüm eşyası bir iki ahşap sandalye ve masadan ibaret bir kulübe, içerde yetmişini devirdiğini tahmin ettiğim yaşlı bir amca...
ben hiçbirşey demeden geç otur dedi, oturdum
otobüsünü kaçırdın, yürüdün, ışık huzmesi gördün ve şimdi burdasın dedi, ben birşey diyemeden, sigara hakkaten sağlığa zararlı diye ekledi yüzünde gevrek bir gülümsemeyle..
sen bunların hepsini nereden biliyorsun diye sordum, ben başka alemlerden gelen ruhani bir varlığım dedi (bunu derken sanki şurdan bi çay koy gibi sıradan birşey söylüyormuş gibi davranıyordu)
iyi de ben bu tür varlıkları (eğer var iseler) uzun beyaz sakallı, bembeyaz kıyafetler içinde, davudi sesli nur yüzlü dedeler olarak tasavvur ediyordum, oysa senin ceketinin kolları aşınmış, pantolon giyiyorsun ve sesin yılların sigara tiryakiliğinden çatallaşmış gibi dedim..
sen çok fazla sırlar dünyası seyrediyorsun ki ak sakallı dede bekliyorsun dedi, dalga geçer gibi bir ses tonuyla..
cevap vermedim
peki dedim, şimdi ben seçilmiş birimiyim yani
siktir lan dedi seçilmişmiş, ulan kendi ayağınla geldin buraya, ben mi seni buldum dedi
(hayy amk ak sakallı dedenin bile asabisi bulur beni)
galiba egon biraz yüksek, seçilmiş olduğunu düşündüğüne göre diye devam etti, enaniyet desen daha uhrevi bir sözcük olmazmıydı dedim, anladın ya ne demek istediğimi niye uzatıyorsun diye payladı..
evet gerçekten anlamıştım, yine karşıma çıktı bu ego meselesi, hep bu nietzschenin übermeanshı yüzünden (yılmaz erdoğan şiirinde otlu peynir neyse bende de nietzsche o galiba ve sanırım her yazıda bir şekilde çıkacak karşıma) nietzsche demişken, madem öbür alemden geliyor bu dede ona nietzscheyi sorsam ya ne durumda diye, ama önce ona nasıl hitap edeceğimi bulmam gerek, ismini sordum..
ismim yok sen istesen bir isim bulabilirsin dedi, android mı16852 nasıl olur hehehe dedim, öylece baktı yüzüme, tamam dedim kötü espriydi unut gitsin, iyisimi ben sana 'metafizik dede' diyeyim, ok dedi (metafizik dede ve ok tabiri, iyiymiş)
madem öbür alemden geliyorsun, nietzscheyi anlatsana biraz ne durumda dedim
başladı anlatmaya; nietzsche 1876 da 'tanrı öldü' dedi (god is dead) diye mırıldandım) sonra 1900 de tanrı 'nietzsche öldü' dedi( nietzsche is dead)
biran sustu sonra bana dönüp, nietzsche ingilizce bilmezdi, bunları demiş olamaz uydurma dedi, bana verdiği sağlam ayarı es geçip cehennemde mi şimdi diye sordum
hayır dedi
peki cennette mi, yine hayır dedi
nerde dedim, 'araf'ta dedi, benim bildiğim nietzsche arafta olmaktansa cehennemde olmayı tercih eder, evet öyle bu yüzden tanrı onu arafta tutarak cezalandırıyor dedi..
peki cezası ne kadar büyük olacak nietzschenin diye sordum, zekası oranında cezalandırılacak dedi, şimdi anlıyordum nietzscheyi sonsuza yakın bir ızdırabın beklediğini...
sustuk bir süre, konuşmadan oturduk...
lafa girdi sonra, peki sen tanrıya inanıyormusun diye sordu, evet dedim, hangi tür inananlardansın dedi, nasıl yani dedim, hiç bi halt bildiğin yok, dur da anlatayım diye azarlayıp söze girdi;
dört tür insan vardır, birinci tür cahiller, bunlar kesinlikle inanır tanrıyı ve onun varlığını sorgulayacak kadar zeki değillerdir, ve inanmanın rahatlığı içinde yaşarlar
ikinci tür cahillerden biraz daha zeki olanlar, bunlar sorgular ancak çözümleyemez, kafaları karışır ve pes ederler,tanrısızlığın verdiği rahatsızlıktansa inanmanın verdiği rahatı tercih ederler..
üçüncü tür ise ikinci türden biraz daha zeki insanlardır, sorgularla ve çözümleyemezler ama pes etmezler, yine denerler yine yenilirler, belli bir evreden sonra çözümleyemediğim şey yoktur diye düşünüp inançsızlığı seçerler, ateistler üçüncü tür insanlardır...
dördüncü ve son tür ise en zeki insanlardan oluşur, bunlar sorgular ve çözümler, tanrının mutlak varlığı ve akıl süzgecinin çok üstündeki yüceliğini keşfederler, sağlam bir inançla bağlanırlar
metafizik dede aynı soruyu şimdi tekrar soruyordu, sen hangi tür inananlardansın, bilmiyorum dedim
lan dingil iki saattir boşuna mı konuşuyorum ben diye azarladı yine
halbuki ben dördüncü tür inananlardanım desem bu seferde egon yüksek diye azarlayacaktı, her türlü azarlanacaktım yani, kaçarı yok..
peki ölüm hakkında ne diyorsun dedim, sana tek cümleyle açıklayacağım, ben yaşlı bir adamım uzatamam öyle dedi
can kulağıyla dinliyorum dedim
'doğru zamanda öl' dedi
iyide bu nietzschenin sözü dedim, niye ben nietzscheden alıntı yapamazmıyım diye tersledi
peki ya tanrı dedim
'tanrı sevgidir' dedi
ama bu da hristiyanlık mottosu diye karşı çıktım, hristiyanlığı da gönderen aynı tanrı değilmi diye retorik bir cevap verdi...
ben daha ağzımı açmadan, kalkıp gitmek için hareketlendi, dur dedim nereye gidiyorsun, hep yanındamı oturacağım böyle dedi...
peki gitmeden son bi soru sorayım, zerdüşt ve hatta konfüçyüs içinde peygamber diyorlar var mı bunun aslı dedim???
ne bileyim ben dingil, o kadar yaşlımıyım dedi
giderayak lafı koydu gitti...
daha ilk bölümde, "ders vermek ders almaktan kolaydır yeğen" diyerek potansiyelini göstermiş dededir. onu arayan şirin'e de güzel bir kapak yapmıştır bugün.
old mac donald'ın rahmetli dedesidir.
herkesin rüyasına girip girip gömü yeri söyleyen, insanı heveslendiren bunaktır.
var olup olmadığı, "şirin" tarafından an itibariyle araştırılmakta olan dededir.
Çaresizlerin, umutsuzların, acızlerin hep düşlediği soyut bir varlık..
bu gece rüyanızda gördüğünüz takdirde kibarca def etmeniz gereken dede.
şans oyunlarına olan düşkünlüğüyle bilinen, rüyalara girip loto, altılı vb. cevaplarını veren, jilet kullanmayan dededir.
çoğu erkek rüyasında ak sakallı dede görmek yerine mini etekli dişi görmeyi tercih eder. malum son zamanlarda dedeler çığrından çıktı.
geçmişten günümüze taşıdığımız ve hikayelerini duyduğumuz bir hayali kahraman.
- selamın aleyküm evlat.
* ooooley naber dede nasılsın?
- sağol evlat ihtiyacın var diye geldim.
* yanlışın olacak dede hoş geldinde bende bir sıkıntı yok.
- olurmu evladım benden iyimi bilecen 5000 yıllık aksakallı dedeyim.
* tamamda yani hakkaten bak. yok bir sıkıntı.
- evladım dellendirme adamı şimdi. sen hede oğlu höde değilmisin?
* ha o doğru (doğrulama esnasında aksakallı hafif gururlu gülümser).
- doğru tabi borumu sandın. benim işimi bana ögretecek yumuşakmıdır nedir?
* dede tamam da benim sıkıntım neymiş onuda bir söylesen.
- lahavle evladım sen benimi sınıyorsun? insan derdini bilmezmi?
* dur bakim (düşünme modu) manita değil, iş değil, para bok. bulamadım dede.
- sabır taşımısın oğlum sen. iyi düşün vardır bişeyler.
* yani yemin içtim bak yok. olsa sendenmi saklayacam.
- tamamdır tıfılım. ben kaçar bir dahada buralara uğramam.
* iyide neden kızdın şimdi. illa zorla dert sahibimi olalım ya. adama bak.
- ağzını topla çarparım şimdi seni mahlukat.
* (hemen toparlanma) estagfurullah efendim. hayırlı yolculuklar. saygılar.
(bkz: rüyaya giren ak sakallı dedenin babanneyi sorması)
görsel
genelde rüyarlarda çıkar karşımıza bu tipler. Öğüt verip giderler.