29 mayıs 2012'ye kadar tüm dünyada hak olan "grev hakkı"nın thy işçilerinin elinden alınması sonucu olan değişikliklerdir.

öncesi:
kabin ekibi aylık programına istinaden görevine giderdi.
* Eğer bir görevde değişiklik yapılacaksa bu kabin ekibine sefere en az 24 saat kala haber verilirdi. Verilirdi ki kişi kendini ona göre hazırlasın. Ona göre yatsın uyusun, ona göre yesin içsin.. ona göre dinlensin!
* göreve herhangi bir sebepten geç kalınması durumunda geç sb*'a kalınırdı. Yani havalimanında ekip odasında, gelemeyen birisi olursa onun yerine uçuşa gitmek için beklenir. nöbete gidildiğinde de uçuşa gidilir gibi id kartı okutulur ve görev bilgisinin çıktısı alınır ve ekip tahsise uğranır. ellerine bir amir ve bir memur olmak üzere iki form var. bunlara nöbete geliş saati, isim, sicil, uçuş saati, kaçıncı günde olunduğu, pasaport bilgileri ve geçersiz uçak tipi gibi bilgiler yazılır. ekip tahsis de ihtiyaç anında listeden seferine göre uygun birini seçip sefere atardı.
* boş günler boş günlerdi. baya bildiğiniz boş.
* ekip tahsiste iki kişi görev yapardı her şiftte. hemen arka masalarda da ekip planlama birimi çalışırdı. bir arada ortak planlamalar yaparlardı.
* nöbette bekleyen birisi uçuşa atanacağında ekip odasının alt katındaki ekip tahsisten ekip odasına o kişinin ismi anons edilirdi. eğer seferin mesai açılış saati geçmediyse nöbetten sefere atanan kişi kartını okutup görev çıktısını alırdı. seferin mesai açılış saatinin geçmesi durumunda ekip tahsisten bilgi alınırdı ve sefere gidilirdi.
* uçuşla ilgili düzeltilmesi gereken bir durum söz konusu olduğunda ekip odasının alt katındaki ekip tahsis odasına uğranırdı ve gerekli düzeltmeler yapılırdı...
* uçak full olduğunda bir kabin memuru ilave ekibe dahil edilirdi. 20 b/c* yolcusu üzerinde olduğunda bir kişi ilave verilirdi mutlaka.

sonrası:
* kız ekip tahsis görevlisiyle konuşmaya çalışıyor, içeride iki kişi yerine artık sadece bir kişi var. ekip tahsis odasının arkasındaki ekip planlama birimi genel müdürlük binasına taşındı. kız, ekip tahsis görevlisi dışında herkese anlattı derdini de bir tek ekip tahsise anlatamadı. e sıra var! herkes derdini birbirine anlatıyor ama 50 kişinin derdini bir kişi çözemiyor tabi. neyse konuya dönelim, toparlamak lazım. kız anadolu yakasında oturuyor, görev başlancıç saati 22:30 civarı. ama atatürk havalimanı'na yakın bir yerde işi varmış, erken gelmiş havalimanına. olay esnasında saat 20:10 falan. başka birisinin görev çıktısında ekibin arasında kendi ismini görüyor (seferin mesai açılış saati 20:30) ve id kartını okutarak görev çıktısı almaya çalışıyor. ekranda "görevinize geç kaldınız" uyarısnı gördükten sonra ekip tahsise iniyor haliyle. "benim seferim bu değil ki, 2 saatten fazla zaman var benim seferime" diyecek! diyemiyor. hadi tamam o da dert değil "bu sefere de giderim ben ama görevinize geç kaldınız uyarısı alıyorum imza saatini kaçırmadığım halde" diyecek! diyemiyor. sıra var! saat 20:30 olacak artık, son bir dakika... ekip tahsis görevlisine sesleniyor mesaisini açtırmak için. ekip tahsis cevap veriyor: "ben bir şey yapamam ki, ekip planlamayı ara". ekip planlamaya ulaşmak mümkün değil, hep meşgul hep meşgul. kız kendi seferinden tesadüfen de olsa çok daha erken gittiği halde, haber verilmeksizin planlandığı sefere de yetişebilecekken bunu ekip tahsise söylediği halde sefer aksaklığı yapmış kabul edildi. kızın parası kesildi, sefer açık verdi... onca işin arasında ekip tahsis görevlisi, seferin kendi ekibi orada olduğu halde ekibi sefere atayamadığı için, nöbetten başka birini sefere atamak üzere queue'sunu arttırdı.
* 4 kişi olması gereken ekipten sadece 3 kişi var havalimanında. gümrük evrakında başka bir ekibin adı var. ekranlarda sadece iki kişinin ismi var, ekip görev çıktısında ise 4 kişi görünüyor. normalde hepsinin örtüşmesi lazım elbet. ekipteki bir kişi gelmeyen kişiyi tanıdığından onu cep telefonundan arayıp soruyor "neredesin sen?" diye. gelmeyen kişinin haberi yok. kendisine sefer tebliğ edilmemiş.. yine ekip tahsiste ekibini tamamlamak üzere bekleyen bir ekip..
* bir kişi daha geliyor, "benim seferim şu saatteydi, kartımı okutuyorum, geç kaldınız yazıyor" diyor. ekip tahsis görevlisi bakıyor o kişinin bilgilerine "aaa senin bilmemkaç saat önce bilmemne seferin varmış. gelmemiş görünüyosun. sefer aksaklığı" diyor. görev değişikliği tebliğ edilmemiş!
* biri geliyor seferine geç kaldığını söylüyor ve nöbet çizelgesine bilgilerini doldurup ekip tahsis görevlisine bilgisini veriyor. "yoook, öyle olmuyor, önce arayıp teyit almam lazım" diye geliyor cevap. kabul ederek bekliyor geç kalan kişi. bir saate yakın bekliyor ve yine hatırlatıyor durumunu. "teyit almam lazım teyit almam lazım teyit almam lazım" diyen birinden başka bir şey göremiyor karşısında. ekip tahsis görevlisinin cep telefonu susmuyormuş da, ondan arayamıyormuş. "no tuşuna basıp seni meşguliyetten kurtaralım" tepkisi de yetersiz kalıyor. "arasana!" diyor ekip, "arayamıyorum görmüyor musun" diye geliyor karşılık. arada telefonda geyik muhabbetleri falan da dönüyor tabi.
* 30 b/c yolcusu olduğu halde ilave bir ekip üyesi alamayan ekip çok önemsiz kalıyor artık. ama servis yetişecek! yolcuya güleryüz gösterilecek!
* bir ekip geliyor, uçak gelmiş, hazır, uçağa geçecekler ama ekipte eksik var. ekip tahsisten ekibin tamamlanmasını istiyorlar. talimat öyle gitmişmiş öyle uçacaklarmış! yahu sen pazara pazar arabasıyla çıkmak yerine poşetle çık demiyorsun ki adama! Havacılık bu! kuralları var, yasakları var! sendikayı etkisizleştirmiş olmakla sivil havacılık kanunlarını hiçe saymayı ayırt etmek lazım bir yerde. ekip ısrar ediyor "biz böyle uçamayız, bu uçak kalkmaz!".. gönderildiler uçağa... 5 saat sonra o uçak hala yerdeydi, ekip tamamlansın da kalksın diye... beklerken ekibin mesaisi şişti, "biz bu kadar mesai yapamayız" dediler. ilave ekip toplamaya çalıştılar bu kez de o sefere. bu kez de elinde yeterince nöbetçi ekibi olmadığından ilave ekip de toplayamadı ekip tahsis.
* başka birisi geliyor ekip tahsise, nöbetten anons edilmiş. görev tebliğini almak için ekip tahsise geliyor ve soruyor görevini. cevap: "bilmem, anonsları ben yapmıyorum ki, sefer atamalarını ve anonsları genel müdürlükten yapıyorlar."
* biri yine vakitlice geldiği halde geç kalmış görünüyor kendisine tebliğ edilmeyen bir sefere ve bir önceki günkü ve o günkü durumunu kontrol ettiriyor. "dün boşmuşsun" diyor ekip tahsis. kız diyor ki "nasıl olur ya ben dün çalıştım?!"
* boş günlerinde insanlar uçuşa çağırılmaya başlandı bile..

bunlar birkaç günde değişen şeyler, daha nelerin geleceğini ise çok net görebiliyorum şimdiden.

hani 4000 tl maaş aldığı halde sırf şımarıklık olsun diye grev yapmak isteyen kendini bilmez thy çalışanları var ya, hah işte o çalışanlar 17 aydır zam alamıyor. para az mı geliyo da zam istiyorlar demeyin. hak haktır.
o şımarıklar incecik babetle karda kışta kapıda yolcu karşılıyorken it gibi titrediği için yolcularının acıma beyanlarını dinliyor.
o şımarıklar kar yağdığında "ben gelemiyorum" diyerek evde yan gelip yatacağına üniformanın altına bot giyip çizme giyip evden çıktı da havalimanında uçuş ayakkabısını giyerek göreve gitti.
o şımarıklar her gün radyason yiyor, mobbing'e maruz kalıyor, jet lag oluyor, basınç yiyor.
o şımarıklar çok büyük bir baskı altında çalışıyor.
yıllardır servisin yetişmediği belli hatlar var. ne uçak tipi değişiyor, ne ekip sayısı.. ne de servis tabi ki.
o şımarıklar bir yudum su içemeden, tuvalete bile giremeden gün geçiriyor. kimse yan gelip yatmak için daha kalabalık ekiple uçalım demedi. her şey olması gerektiği gibi vaktinde olsun diye oldu bu talepleri. hem az zaman, çok iş, az personel hem de beş yıldızlı yolcu memnuniyeti olmuyor işte!

kabin ekibinin aldığı eğitime, iş tanımına ve maaşını son kuruşuna kadar hak ettiğine hiç değinmeyeceğim (bu ifadem dışında tabi).

thy çalışanı artık, bütün dünya havacılık mensuplarının sahip olduğu grev hakkına sahip değil. oysaki her şey öncesinde kalmak içindi, sonrasını görmemek için...
grev çözüm ya da hak arayışı değildir. grev, "ben bu iş yerindeki şartları beğenmiyorum ama, hiç bir yere de gitmiyorum. iş sahibi kim olursa olsun, şartları ben koyarım, ona göre çalışır, işime gelmezse de ne gider ne de çalışırım" demenin türkçesidir. bunca uzun uzun yazacak o kadar dertli mesleğiniz var madem, dert etmeyin kardeşim. benim gibi yapar, aslanlar gibi istifa edip protestonuzu böyle gösterir, kendinize eziyet ettirmezsiniz. çok sevdiğim, 18 yılımı verdiğim mesleğimi, çalıştığım kurumla yaşadığım sıkıntıdan dolayı 4 senedir yapmıyorum.

kimsenin, kimseye iş vermek gibi bir mecburiyeti yok. kimsenin de köle gibi bir yerde çalışmaya mecburiyeti yok. arz talep meselesidir. işin adı bellidir, verilen ücret ortadadır, talip olan yapar, olmayan hiç bulaşmaz. bulaşıp da sonradan işine gelmeyen, "hadi bana eyvallah" der, madem işinde iyidir, sabırlı, çalışkan ve cefakardır, her yerde iş bulacaktır.

toplumda çoğunluk iş veren değil, çalışandır. o yüzden, çoğunluk psikolojisi, az sayıda olan iş vereni zalim görmeye meyillidir. halbuki insan günlük hayatında, dolaylı da olsa, iş veren ya da bir başka deyişle verdiği para karşılığında hizmet bekleyen insan konumundadır. şöyle bir düşünün, parasını veriyorum diye almaya çalıştığınız hizmetleri yeri geldiğinde ne kadar zorluyorsunuz? örnek mi gelmedi gözünüzün önüne? 3 kuruş vererek satın aldığımız gazetedeki yazarları, yeri gelir yerin dibine sokmaya çalışırız. bir gazetenin matbaada basılmasının bedeli bile olmayan rakamı ödediğimiz anda, o gazetenin patronu edasıyla eleştirir, o anda yetki verseler kimleri kimleri işten atmayız? 3 kuruştan biraz fazla ödeyip sinemaya gider, bütün filmi satın aldığımızı zannedip, yönetmeninden oyuncusuna hepsini insafsızca eleştiririz. para verip satın alıyoruz ya, en ufak bir kesintide, yaşanan bir aksaklıkta cep telefonu şirketimize, internet sağlayıcımıza, abonesi olduğumuz bütün herşeye öfkeyle yaklaşır, hırsımızı çağrı merkezindeki gariplerden çıkartırız. hani parasını cebimizden ödüyoruz ya, çalışsın eşekler, sonuna kadar hizmetlerimi ayağıma getirsinler anlayışı. ne de olsa, beğenmezsek onu işten atar, aynı parayı başkasına verir düzgün hizmet alırız. hatta daha ucuza daha kaliteli hizmet sunanlar da varmış bak ona göre, herkes ayağını denk alsın durumları. alt tarafı birkaç lira verip bir akşam yemeği yemeye gittiğimiz yerde, krallar gibi ağırlanmayı bekler, yediğimiz yemeğin parasını vericez diye aşçıyı garsonu satın aldık zannedip, bir aksaklık olsa, çorba azıcık soğuk, pilav biraz tuzu eksik gelse yüzümüzü ekşitip homurdanır, çalışana anlayışı falan unuturuz. sıkı mı garson biraz gönlümüzü almasın, azıcık geciksin, derdi mi var, sıkıntısı mı belli değil biraz yüzünde tebessüm eksik olsun, anında keseriz bahşişini.

ya da şöyle birşey olsa ya hayatta. mesela bir internet operatörüyle anlaştınız (ya da işe aldınız diyelim. her ay maaşını verecek, karşılığında hizmet alacaksınız) aynı şey bütün parayla alınan hizmetler için çoğaltılsın. anlaştığınız gibi her ay faturanızı (çalışanınızın maaşını) ödüyorsunuz, hizmetler aksamadan geliyor. gün geliyor, hizmet aldığınız kurumda (çalışanımızda) teknik bir arıza (hastalık) meydana geliyor. geçici bir süre için hizmet veremiyoruz (hastayım, işe gelmiycem) diyor. böyle bir kesintiye kaç gün (aslında saat demek lazım) tahammül ederiz? örnek şöyle devam etsin, o hizmet aldığınız kurum (çalışanınız) piyasada tekmiş. yani o hizmeti sağlayan başka bir kurum da yokmuş rakibi olarak. eli mahkum onunla devam yani. hatta isteseniz de, "yeter bu eziyeti çektiğim, cep telefonu kullanmıycam" deseniz de, artık bir başladınız mı bırakamıyormuşsunuz, sözleşme yapmışsınız çünkü. bu kurumun arada grev yapma, hizmet vermeme ama aynı zamanda da düzenli olarak sizden aylık ödemelerini talep etme hakkı varmış. buna gerekçe olarak da, abonelerin (iş verenin) ödediği miktar ile çok fazla hizmet beklediğini gösteriyorlarmış. mesela cep telefonları, internetler 24 saat kesintisiz açık, bunun başında bekleyen teknik personel de devamlı ayaktaymış. çalışma şartları düzenlensin, mesela cep telefonları günde belli bir saat çeksinmiş. ya da ödemeler çok yetersizmiş, yaz kış, 4 mevsim, 24 saat hizmet veren bu kurum, düzenli olarak zam istiyor, bunu da sadaka verir gibi değil, güleryüzle ve gönülden yapmanızı istiyormuş. yoksa yine hizmeti durdurur, ama ödeme almaya da devam edermiş.

yaşadığınız her sıkıntıda, kabarık gelen her faturada, yapılan zamlarda, kaç kişiye ne oranda küfür ettiğinizi şöyle bir düşünün. aslında hepimiz küçük birer iş veren konumundayız. ama iyi ki elimizde adam atma yetkisi yok. yoksa, yaşadığımız o anlık öfkelerle, hizmet veren hiçbir şirketin ne çalışanı, ne de yöneticisi kalırdı işin başında. yine bu ülkenin iş verenleri gerçekten çok sabırlı. hem para vericem, adam çalıştırıcam, hem de kuralları onlar koyup, bana bunları dayatacak, bir de tamam pes ettim istemiyorum da diyemiycem, illa ki parayı da vericem, hizmeti de parayı alanın belirlediği şartlarda alıcam. kendi paramla rezillik...
grev yapmak asla çalışanın veya sendikanın kafasına göre verebilecği bir karar değildi ve olmadı. her şeyin yasal süreçleri var.
havaiş sendikası thy ile 17 aydır tis* imzalamaya çalışıyor. sendikanın her dediğine "olmaz" diyen bir işveren var. yasal sürede tis imzalanamadı. arabulucu dönemine girildi. yasal olarak sendikanın bir arabulucu ataması gerekiyordu, arabulucu atandı. bunların hepsi yasal süreç! başka bir yol izlemek gibi bir şans yok. işveren arabulucuya itiraz etti. yetkisiz bir mahkemeye başvurarak arabulucu sürecini durdudu. havaiş sendikasının yaptığı haklı itiraz kabul edildi. ancak yasal süreçte arabulucu döneminin de sonuna gelindi. sonraki süreç ise -üstüne basa basa söylüyorum: başka seçenek yoktu!- grev kararı asma süreci idi.. yani olan koşulları beğenmeyip grev yapan bir thy çalışanı yok. olan koşulları beğenmeyip kölelik sistemi ile personel çalıştırmayı hedef almış bir yönetimin baskıcı tavırları yüzünden yasal olarak bu sürece gelindi. sendikanın grev kararını asaması grev yaptığı veya yapacağı anlamına gelmez. işverenin hala tis'i imzalama şansı vardır. ancak sendikanın grev kararı asma sürecine gelindiğinde bir gecede meclise yasa sunuldu ve bir gecede alt komisyondan geçti. sonra son şans olarak çalışan eylem yaptı ama çalışanın grev yapma hakkı gasp edildi.

--spoiler--
sen kazandın ama ben haklıydım
--spoiler--
grev hak arayışı değildir diye yazınca, toplu iş sözleşmesi haktır şeklinde anlaşılmamalıdır. toplu iş sözleşmesi denilen saçmalık, grev hakkını(?) getiren, çalışanın patronuna bir dayatma şeklidir. toplu iş sözleşmesi niçin imzalatılmak istenir ki? eğer işinizi layıkıyla yaparak çalışacaksanız, arada işinize gelmedi mi işi gevşetip, yavaşlatıp çalıştığınız kurumu sıkıntıya sokmayacaksanız, niçin iş yerinizin sizi biz sözleşmenin dayatmasıyla belirlenen süre içinde ile orada tutmasını istersiniz ki? toplu iş sözleşmesinin temel amacı, "ben buraya kapağı attım, kapı gibi de sözleşmem var, artık sen beni sözleşme süresince işten çıkartamazsın, ama ben çok sıkılırsam işi yavaşlatır hatta durdururum, bu kozu kullanarak da istediğimi alırım." demektir. böyle bir anlayış mantıklı hiçbir düzende yoktur. özel sektörde binlerce şirket toplu iş sözleşmesi olmadan gayet düzgün bir şekilde çalışmaktadır.

yukarıdaki örnekleri bu konuya uyarlamak gerekirse, yine komik durumlar ortaya çıkacaktır. tüketici olarak para vererek düzenli hizmet alacağınız hiçbir kuruma 1-2 yıllık taahüt vererek kendinizi uzun süreli ödemeye mahkum edecek bir sözleşmeye bağlamak istemezsiniz. bazı uyanık kurumların, tüketiciler hizmetlerinin aslında anlatıldığı gibi olmadığını, ya da daha iyisini daha ucuza teklif edenin olduğunu görünce kaçmalarını önlemek için dayattıkları 1-2 yıl taahütlü kampanyalar bunun en güzel örneğidir. 2 yıllığına kendinizi bir internet-telefon operatörüne, televizyon platformuna bağlar, ondan sonra da yaşadığınız onca sıkıntı, cevap alamadığınız telefonlar, kesilen hizmetler vs. gibi durumlarda, elinizi kolunuzu bağlayan, tamamı hizmet vermekle yükümlü taraf lehine, kurnazlıkla düzenlenmiş sözleşmeden dolayı, hiçbir yere ayrılamaz, sözleşme süresince belki de tam olarak alamadığınız hizmetlere eksiksiz para ödemeye devam edersiniz. bu mudur adalet? hizmet kalitesine ve sürekliliğine güvenen, ödediğiniz paranın karşılığını vermeyi vadeden bir kurum, niçin sizi bu yolla bağlamaya kalksın? ya da siz ödediğiniz parayla daha iyisini alabilecekken, imza attığınız bir sözleşmeden dolayı faydalanamadığınız hizmetlere para ödeyesiniz?

Ben de dahil burda bir çoğumuz emekçiyiz muhtemelen. ama iş kendi cebimizden çıkan pataya gelince nasıl aslan kesilip hakkımızı sonuna kadar istiyorsak, iki yüzlü olmadan, işimizi yaparken de aldığımız parayı haketmeye çalışmalı, toplu iş sözleşmesi gibi, sadece iş vereni bağlayıcı şeylerin arkasına saklanmadan, öz güvenimiz ile işimizi yapmalıyız.