bugün

entry'ler (365)

burukluk

"Aşka, hırsa, topluma sırt çevirenlerden kendinizi sakınınız. Vazgeçmiş olmanın intikamını alacaklardır" der Cioran.

harictengazelci

(bkz: noluyo lan)

sözlük yazarlarının ilkokul numaraları

mal mısınız?

gül bahçesi

göksel baktagir'in gecelerimize fon olsun diye yarattığı eser.

mehmet amca

Bursa'nın görüklesindeki beren cafe'nin sahibi, öğrenci dostu, güleç yüzlü, candan insan.

kırşehirli ismail

incidir adlı ilk albümü bir haftadır satışta olan sanatçı.

az

hakan günday'ın sadece bu kitabının basında fazlaca yer almasından kıllanmak lazımdı sanırım. satır satır değerlendirmek lazım bu adamı. hikayeyi, kurguyu vs önemsemeden. en azından ben hep öyle yaptım. ama bu kitapta bunu yapabilmek güç. fazlanın fazlası tesadüfler çok göze batıyor. filmi çekilirse de tutar sanırım. bayılırız tesadüflere.

özkaynak

içimi sert maden suyu markası.
ekşiciler için nutella ne ise benim için de özkaynak maden suyu odur. kınık, sarıkız, uludağ, sırma, salihli, kızılay, beypazarı vs bi yana, özkaynak bi yana. özkaynak maden suyu. *

enteresan sayılar

6174 (kaprekar sabiti)

gece okunan kitaptan böceklerin akması

gregor samsa'dır o.

can öz

2006 yılında vefat eden erdal öz'ün oğlu.

(bkz: can yayınları)

heybe

facebook'ta 50000 civarı hayranı olan bi sayfa.

1) facebook'taki; edebiyat, müzik, fotoğraf vs adına açılmış olan sayfaların en iyilerinden biridir.*
2) saçma sapan bi yazı da paylaşılsa, yüzlerce geri dönüş alır.

3) kurucusu; sosyalist, komünist, faşist, anarşist, kapitalist, kemalist, hümanist, liberalist, satanist, ateist ve müslümandır.

bursa halı sahalar bize dar zirvesi sıfır

geleneksel bursa halı sahalar bize dar zirvesi'nin devamıdır.
13 mayıs 2011 tarihinde, saat 18:30'da, sandalcı spor tesisleri'nde gerçekleşecektir.

düzeltme: iptal edilmiş zirvedir.

sedat yavaş

1985 doğumlu, trt* saz ve ses sanatçısı.

http://www.youtube.com/watch?v=rd9pjoaqz-4

http://www.youtube.com/watch?v=gbegvyfh3ua

derda

hakan günday'ın az adlı romanındaki karakterlerin isimleri.
derdâ ve derda.

az

kitabın son sayfasında, "hakan günday'ın diğer kitapları" diye yazılarak; kinyas ve kayra, piç, malafa, azil ve ziyan'ın kapakları konulmuş. "zargana"ya n'oldu?

kürk mantolu madonna

--spoiler--
unutup gittiğimi zannettiğim bu hatıraların, bundan sonra beni hiç bırakmayacaklarını biliyorum... hangi hain tesadüf dün onları yolumun üstüne çıkardı ve beni, senelerden beri dalmış olduğum derin uykudan, artık yavaş yavaş alıştığım hissiz uyuşukluktan ayırdı. deli olacağım, yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. insan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. ben de yaşayacağım... ama nasıl yaşayacağım!...bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!... ama ben dayanacağım... şimdiye kadar olduğu gibi...
--spoiler--

az

dr'nin sitesinde 14 liraya satışta olan hakan günday kitabı.

kitapla ilgili, ntv-gece gündüz programından.
http://www.facebook.com/v...o.php?v=10150169871296505

radikal kitap eki'nden:

--spoiler--
derdâ
altı yaşındaydı ve altı yaşında ölecekti. korkudan titriyor, gözlerini böcekten ayıramıyordu. ay çekirdeği tarlası kadar bir tavana bakıyor ama sadece onu görüyordu. ay çekirdeği
kadar bir böcek. sivri ayaklarının etrafındaki tüyleri paça gibi duran, antenlerinin inceliği kirpik kadar olan bir böcek. bir böcek resmi kadar hareketsiz gövdesiyle, koyu bir loşluğun koyu griye boyadığı betonda simsiyah bir leke. küçük kızın korkudan sulanmış gözleriyle aynı renkte.
çenesine kadar çektiği battaniyeyi terli avuçlarının içinde sıkıyor ve böceğin ne zaman yüzüne düşeceğini düşünüyordu. merdivensiz bir ranzanın üst katındaydı. tavanla arasındaki mesafe, yarım metreden azdı. elbet uyuyakalacaktı. elbet uyurken ağzını açacak ve böcek kendini boşluğa bırakıp dişlerinin arasından geçecekti. ya da önce battaniyesinin üzerine düşüp bir süre orada duracak, karnı acıkınca da küçük yüzüne ayak basıp burun deliklerinden birine girecek ve önüne ne çıkarsa kemirecekti. bir saniyeliğine başını sağa çevirip uzattı ve yerden ne kadar yüksekte olduğunu anlamaya çalıştı. ama bunun için bir saniye yeterli değildi. tam olarak zemini görememiş, böceği gözden kaçırmamak için bakışlarını yeniden tavana çevirmişti.
daha önce de böcek görmüştü. kendi evinin duvarlarında da, başka evlerin duvarlarında da. hatta içine adım attığı her evin duvarında en az bir tane böcek görmüştü. “dereden geliyorlar” demişti babası. dereden gelip tavanlara tırmanan, sonra da kendi ağırlığına dayanamayıp sobaya düşen daha büyük böcekler de görmüştü. saçlarının kesilmesine neden olan bitler kadar küçüklerini de. duvarların içine hızla kaçıp yok olanları da görmüştü, şekerpancarı çuvallarının altında sakince öldürülmeyi bekleyenleri de. fare bile görmüştü. bir defasında bir kurt bile görmüştü. gözlerini karartmış böcekten yüz kat daha büyük bir kurt. ama hiçbirinden korkmamıştı. hiçbirinde titrememiş, hiçbirinde ağlamamıştı. çünkü hiçbirinde yalnız değildi. aslında yine yalnız değildi. altında yatanla birlikte, çevresinde otuz beş çocuk vardı. ama onlar sayılmazdı. çünkü hiçbirinin adını bilmiyordu ve öğrenmek için artık çok geçti. uyuyorlardı. uyku seslerini duyabiliyordu.verdikleri nefeslerin tıkanmış burunlarına çarpıp kırılma gürültüsünü duyabiliyordu. uykularında hırlayan çocuklar bir omuzlarından diğerine dönüyor, serin yüzlerini denk getirebilmek için yastıklarını başlarının altında çeviriyor, bir ayaklarını diğerinin topuğuyla kaşıyor ve böceği zerre kadar umursamıyorlardı.
kaçması gerekiyordu. böcek üzerine düşmeden önce yataktan inmesi gerekiyordu. ama nasıl inebilirdi ki? merdiven olsaydı! çıkması bile altında yatan çocuğun itmesiyle olmuştu.
“bir dahakine kendin çıkacaksın!” diyen çocuğun. kızgın çocuğun. ani bir hareketle üzerindeki battaniyeyi yüzüne çekti. yıllar içinde katılaşmış battaniyenin dikenleşmiş tüyleri yanaklarına batmaya başladığı anda ne kadar büyük bir yanlış yaptığını anladı. çünkü böceği göremiyordu artık. oysa o hâlâ oradaydı. insanın görmediği şeyler yok olmazdı ki! hem düşmanı gözetleyemedikten sonra gizlenmenin ne anlamı vardı? hatta artık her şey daha tehlikeliydi. böcek istediğini yapabilir ve kimsenin bundan haberi olmazdı. çıkmıştı göz hapsinden.
ter damlaları belirdi yüzünde. şakaklarında su çiçekleri açtı. nefes alışverişi kalp atışlarını geride bıraktı. kurtulacaktı oradan! kurtulacaktı o böcekten! kurtulacaktı yalnızlıktan!
bir yolunu bulacaktı. o yataktan inmenin bir yolunu bulacaktı. bir yolu olmalıydı. bir tane yeterdi. araması uzun sürmedi. yollardan en kısa olanı seçti. “ne olursa olsun!” adında kestirme bir sokağa saptı. sol eliyle battaniyeyi savurup, sağ eliyle kendini boşluğa doğru itti. “nereye olursa olsun!” adındaki bir yere atladı.
alnı zemine değdiğinde tek alkış kadar ses çıktı. boynunun kırıldığınıysa kimse duymadı. o ana kadar bir sinekkuşunun kanatları gibi atan kalbi betona çarpınca durdu. altı yaşındaydı. loşluğun ve korkunun böceğe benzettiği tavandaki çatlaksa ondan sadece bir yaş büyüktü. yedi yıldır orada duruyor ve yedi yıldır, ışıklar kapanınca bir böceği andırıyordu. ayaklarındaki tüylerin belirmesi içinse koridordaki ampulün yanması ve koğuş kapısının açık kalması gerekiyordu.
gözlerini alkış sesine açan derdâ, yerde yatan çocuğun katlanmış ensesini gördü. yüzü karanlığa gömülmüş olsa da, tanıdı. birkaç saat önce, gözlerine bakıp “sen üstte yatacaksın!” dediği çocuktu. bacaklarından itip tırmanmasına yardımcı olmuş, sonra da “sesini duyarsam, keserim dilini!” demişti. hatta diğer çocuklar duysun diye bağırarak söylemişti. şimdiyse yerde yatıyordu çocuk. hemen yanında. belli ki düşmüştü. atlamış olamazdı ya!
yastığının altından çektiği elini uzatıp çocuğun koluna dokundu. yetmedi, parmaklarıyla yakaladığı omzunu sarstı. başını kaldırıp ranza demirlerinin arasından koğuşa baktı.
uyanık birini aradı. dikilmiş bir başa rastlamayınca rahatladı. yavaşça yatağından kalkıp, çocuğun yanında dizlerinin üstüne çöktü. bir kedi kadar hafif olan çocuğu omuzlarından
tutup çevirdi. küçük yüzü kan içindeydi. derdâ başını kaldırıp çevresine baktı. hâlâ kimsenin uyanmadığından emin olunca ağlamaya başladı. ağzını, dişlerinin arasındaki alt
dudağıyla örttü. kimseyi uyandırmayacak kadar sessizce hıçkırdı.
var olmayan bir böcekten korkup ranzasının üst katından atlayan küçük kız yatırcalı’ydı. korucu köyü yatırca. itirafçı köyü yatırca. çocukların dediği gibi, ajan köyü yatırca, hatta
orospu çocuğu yatırca. ve yatırcalılara yardım etmek yasaktı. ölü bile olsalar onlara el uzatılmazdı. bu yüzden derdâ, o gece, ne nöbetçi öğretmene haber verdi, ne de başka bir şey
yaptı. sadece ağladı. sonra da kızın bedeninden yavaşça sıyrılıp sessizce yatağına girdi. çünkü kendisi de yatırcalı’ydı. ve bu gerçeği okuldaki dört yüz otuz çocuğa unutturmak dört yılını almıştı.
ranzanın solundan üçgen biçiminde sarkan ve tek köşesi yere kadar uzanmış battaniyeyi, karanlığın içinde bir yelkene benzetti. yatağını da bir tekneye. gecenin içinde giden bir
yelkenliye. resimli bir kitapta görmüştü. içinde masmavi denizler olan bir kitapta. rengârenk teknelerin direklerinde bembeyaz yelkenlerin uçuştuğu bir kitap. tekne güvertelerinde sarı yağmurluklu küçük kızların ufka bakarak gülümsediği bir kitap. bütün kızların mutlu olduğu bir kitap. ama sadece bir kitap. aptal bir kitap. hatta dünyanın en aptal ve en yalancı kitabı! çünkü o kızlar gerçekte yoktu. eğer olsalardı, o sayfalara fotoğraflarını koyarlardı. suluboyayla yapılmış gibi duran resimlerini değil… fısıldadı:
“allahım, inşallah rüyamda ölürüm.”
“uykumda” diye düzeltecekti ki, içinde yattığı tekne sessizce uykuya battı. on bir yaşındaydı. hem on hem bir.
--spoiler--

türklerin dünyanın en vicdanlı ırkı olduğu gerçeği

evet.
biz; en misafirperver, en vicdanlı, en akıllı, en zeki, en çevik, en kuvvetli, en duygusal, en süpersonik ırkız.
kafatasımız da şahane.

rıza kılıç

Sivas'ın Banaz'ından bir bağlama virtüözü. 31 aralık 2010 günü, 30 yaşında, kalp krizi nedeniyle vefat etti.

ne güzel işler yapmış genç yaşına kadar. maalesef hasret gültekin gibi çok erken göçmüş.

http://www.facebook.com/v...19216&oid=61485497190
http://www.youtube.com/watch?v=hztj0ktu_r8