bugün

entry'ler (111)

mesut özil

fenerbahce taraftarinin cogunlugunun futbol bilgisinin sifira yakin oldugunu bize kanitlayan futbolcu.

artik milyonlarca kere soylenen “mesut kosmaz, pas atar” laflarini soylemeye de gerek yok zira ne olursa olsun bu adam cikip her mac 5 asist 2 gol falan yapmadikca, maclara damga vurmadikca fenerbahce taraftari bu adama sinirlenecek ve en sonunda cocuklugundan beri fenerbahceli olan bir oyuncuyu daha takima kusturecek.

sorsan herkes aykut kocaman’a alex’i yedigi icin kizgin ama mesut suanda alex’ten daha cok kosuyor. alex, mesut kadar terlemiyordu bile ve kocaman gondermek istedi diye adama neler yaptik.
mesut’un suan tek kabahati alex gibi senelerce fenerbahce’ye hizmet edip kredi biriktirmemis olmasi da, bu da onun sucu mu yani? 2-3 kat daha iyi bir topcuydu alex’ten. hatta soyle soyleyelim mesut kosan bir alex’ti.

mesut ozilin form tutmasi icin en az 10 mac daha 11 oynamasi ve 90 dakika tamamlamasi lazim. bu adamin yasi 32 ve fizigi de genetik olarak oyle atletik piyangonun vurdugu bir fizik degil, ve cok uzun bir sure futbola uzakti. bu sartlar altinda cogu futbolcu futbolu birakirken mesut yeniden futbol oynamak istiyor ve bu adam 7 neslini doyuracak kadar zengin coktan, bunu sadece futbolu sevdigi icin yapiyor. o yuzden birakin da adam ritmini bulsun.

kendisinin yanindaki oyunculara kizmasi falan da gayet normal, adam en buyuk liglerde, en buyuk organizasyonlarda tozu dumana katmis, duvar pasi yapilacak bir isimken falan herifi ikili mucadeleye iten paslar atiyorlar. valbuenaya surekli kafa topu atmak gibi bir sey.

ayrica mesut gibi bir oyuncunun sahada liderlik yapmasindan daha dogal bir sey olamaz, alman disipliniyle, kariyeri ve oyun bilgisiyle elbette ferdi’ye falan basacak kalayi. kendisinin en buyuk zorlugu mental zorluk olacak burada. zira basinla ugrasmayi da, gazeteci bozuntulariyla ugrasmayi da ve rakip takim taraftariyla didismeyi de seven bir karakter. eger onlara kulagini kapatip pelkas ve gelecek olan santraforla iyi anlasabilirse fenerbahceyi cok rahat sampiyonluga tasir.

mesut ozil yaldir yaldir oraya buraya kossaydi mesut ozil olamazdi arkadaslar. modern futbolda yeri yok vs gibi hikayelere kanmayin. 10 numarayi yok eden cogu takim haril haril 10 numara ariyor ve creative eksiklikten yakiniyor.

ben mesut’un formasini terli gordukce, mesut’u helsinki macindaki gibi 3-4 tane golluk pas attigini gordukce destekcisiyim. bugun osayi, enner vs o pozisyonlari soksa mesut ozil’in asistlerinden konusuyor olurdunuz.

kosmuyor diyenler alex’in son donemlerinden bir 90 dakika izlesin, bir de mesut’un 90 dakikasini izleyin. zaten anlarsiniz ne demek istedigimi.

ferdi kadıoğlu

bugünkü beşiktaş derbisinde fenerbahçe'yi sabote etmek amaçlı oynamış, pelkas'ın attığı topa bilerek koşmamış, son dakikada caner'e bilerek pas vermeyip takım arkadaşları ceza sahasını doldurmadan rastgele bir orta açıp maçın bitmesini sağlamış çok yetenekli diye bahsedilen ama aslında yeteneksiz olan vasat topçudur.

bu adamı fenerbahçe taraftarı iki üç hareket yapıp asist yapıyor diye, bazen de gol atıyor diye seviyor olabilir, bunlar mevkisi gereği yapmaya şans bulduğu şeyler. fırıncı ekmek yapıyor diye sevinmek gibi bir şey bu adamın asist yapmasına sevinmek.

buraları okur mu bilmiyorum ama %1 ihtimal varsa bile sadece şunları söylemek istiyorum.

ulan artist. takımda yaşıtın olan diğer hiçbir arkadaşın kadar iyi performans vermiyorsun, belli seni ailendir, arkadaş çevrendir herkes sabah akşam övüp duruyor, senin tarzında yetenekli topçuların hepsi zaten dünyanın en iyisi olduklarını ama takımın kötü olduğunu, hocanın kötü olduğunu, ligin uymadığını falan düşünür. sen de kesin şimdi city'de oynasam efsane oynarım falan diye düşünüyorsundur ama oynayamazsın birader. senin her halinden zira ben avrupalıyım kibiri akıyor, tam bir hollanda eşşeğisin. ama hollandalıların kibrini, artisliğini almışsın fakat çalışma etiklerini almamışsın. forma mücadelesinin çok yüksek olduğu hiçbir ligte veya takımda sen formayı kapamazsın. seni ingiltere'de idmanda arkadaşların döver gamsızlığın yüzünden. şans eseri büyük takıma transfer olursan en fazla bir kaç maç sonra yedeğe çekilir sonra da satılma opsiyonlu kiralanırsın. geleceğin hollanda veya belçika liginde orta sıra bir takımda rotasyon topçusu olmaktan öte olmayacak bu kafayla gidersen.

takımın en genç isimlerinden biri olup senin kadar yavaş koşan, az mücadele eden adam takımda yok! ben 20 yaşımda o sahayı 2 kere koşsam kesilmezdim, sen anca saçının şeklini düşün, kaybettiğin topa koşma azmin bile yok. tuncay şanlı da bu takımda senin yaşındayken oynayıp at gibi koşardı, sen kadar yeteneği yoktu ama mücadelesi vardı, fiziği de senden zayıftı.

milyonlarca genç o formayı giyme hayaliyle yanıp tutuşuyor, hatta karın tokluğuna giyecek gençler biliyorum bu ülkede. sense tonla para kazanırken şurada iki oynasam da kapağı avrupa'ya atsam derdindesin. sen bu takıma %100 katkını ver zaten seni bu takım avrupa'ya törenlerle gönderir utanmaz herif. yeter çık şu kendi gerçekliğinden. kendini bir sik sanmaya başlamışsın ve bu senin sonun olacak. hollanda genç takımında kadroya alınman bir şeyi göstermiyor, hollanda ligi de öyle ahım şahım bir lig değil amına koduğum kafana bunu sok. kimse senin profesyonel olarak çalışmak zorunda olduğun yerde duygusallığınla, tribinle uğraşmak zorunda değil. sahada taraftar yok, olsaydı sabah akşam yuhalanırdın bugün. o pasa koşmadığında da, son dakikada o ortayı açtığında da taraftar sana küfürler edecekti. ingiltere'de falan olsan cidden 18 yaşındaki bebeler gelir senden formayı kapar, senin mevkin hırsla oynayan, sürekli koşan, her an tehlike kokan adamların oynayacağı mevki. sense kimseye korku falan salmıyorsun, bugüne kadar yaptığın her olumlu iş zaten milletin seni hafife almasından oldu, seni adam gibi markaja aldıkları hiçbir maçta markajdan kurtulup fark yaratmadın. ezilip kaldın, yere düşüp durdun veya top kaybı yapıp faul bekledin. seni üst seviye liglerde çerez gibi ezerler, genç, fizikli bi zenci gelir senden formayı kapar, sen de yine küskün bebeleri oynarsın. istediğin kadar fizik yapmaya uğraş zaten güçlü bi adam değilsin. tek şansın yere sağlam basmak pelkas gibi, onu da emotional bir beta olduğun için yapamıyorsun.

umarım şu dakika menajerine söyler ve takımdan ayrılmak istediğini iletirsin. bakalım seni almak isteyen çıkıyor mu? gittiğin yerde napacaksın. fenerbahçe'yi rüyanda görürsün. bunu da buraya yazıyorum.

seyma şubası

seyma subasi bu ulke tarihinin en basarili gold diggeridir. dunyada ornegi coktur, hatta belki ulkemizde de vardir ama magazinsel yonunden dolayi onu artik herkes biliyor.

bunlarin hepsinin sorumlusu da acun ilicalidir. o ayri mesele.

ancak benim seyma subasi ile ilgili soylemek istedigim baska bir sey var, seyma sadece ucuz bir gold digger degil, seyma aslinda gumbur gumbur gelen toplumsal bir felaketin cehresi. seyma’yi begenin, begenmeyin, ancak turk kadini hakkinda kendisi maske dusuren pozisyondadir.

artik bizim kadinlarimizin, ataturkun ovdugu, caliskan, vefali ve cefakar kadinlar olmadigini bize gostermistir. nasil mi? takipci sayisina bakiniz, rol model oldugu genc kizlara bakiniz, onu oven ve destekleyen profillere bakiniz.

kendisini soyle oven de var. ne olursa olsun kendi oluyormus, partisine bakiyormus, enerjisini dusurmuyormus. arkadaslar, ne yapsin, intihar mi etsin, kendisini silip bastan mi yazsin? elbette yasamak zorunda ve mutlu olacagi seyler yapmak derdinde. boyle bir kulturde, boyle bir egitimde buyudu. kendisi olmaktan baska bir sey yapmadigi icin alkislanmasina gerek yok. bana da ailem cogu seyi yapma derdi, yapardim, kimse de bravo lan sana demezdi. bizim seyma’dan nefret etmekle veya onun pisman olmasini beklemekle kazanacagimiz hicbir sey yok, seyma bitmis bir urun, tamamlanmis bir karakter. bizim seyma’nin rol model olmasini saglayan kosullarla, kizlarimiza yerlesen fikirlerle savasmamiz lazim. bakin cok tehlikeli, asiri tehlikeli bir sosyal yikimin habercisidir seyma...

turk kadini guzel genetigi olan kadindir, cogunlugu seyma kadar spor yapsa ondan daha guzel olur, bu guzelligi zengin erkek avlamak icin kullanmaya baslarlarsa, orta sinifin zaten yokoldugu ulkede seyma gibi fakir aileden gelen her kiz solugu bir zengini evleyip bosamak ve yurtdisindan erkek avlamakta alacak. bu trend ulkeye yerlesirse maalesef evliliklerde ask ve sevgi kalmayacak, ekonomik bir amacla, kariyer adimi olarak gorulecek. bir toplumun sonu boyle gelir. kadinin is gucune katilmadigi, emek zincirine girmeyip parazit olmayi kariyer saydigi bir ulkede %50 potansiyeli kaybedersin nufustaki.

seyma’dan cok dersler almamiz lazim.... demek ki bir yetenegi var da zengin buluyor diyenler var... zengin bulmak yetenek degildir arkadaslar. acun bu kadini kapatmasi yapmasa ve kadina sirketler acmasa, hayalini bile goremeyecegiz paralari nafaka vermese kadin bugun en fazla akpli bir galericiye kapatma olurdu. o gordugunuz zenginlik de acunun basarisi. ovuyorsaniz dogru insani ovun.

ve seyma olmaya calismayin, acun olun abi ya. o kadar iyi projelerim olsun ki sevdigim insanlari bile zengin edeyim, bosansak, ayrilsak bile onlara guzel bir hayat kurayim diye hayal edin. seyma gibi paraya coksem de sagda solda gezsem demeyin.

acun, yarin istese seymayi 100 kere satin alir, ikisinin mal varligi arasinda 100 kat fark yoksa hicbir sey bilmiyorum. seyma eglenmeyi biliyormus... bir meslegi olmayan insana verin milyonlarca lira, bakin nasil geziyor. eglenmeyi herkes bilir arkadaslar. cahil bir okuz degilseniz miami’ye falan bilet alip taksiciye beni beach cluba gotur diyebilirsiniz.

neyse, seyma simdi de misiri bir arap bulmus. misirlilar gecenlerde dusman ulkeye futbolcu satmayiz falan diyorlardi, akdeniz’e donanma cikariyorlardi, simdi yatlar ustunde turk kizi kucakliyorlar. seyma, milli bir utanc ayrica benim icin. bir de paylasim yapmis. para degil, ask, sevilmek falan... bu yuzden birlikteymis... fakir olsa da eminim bu adamla olurdu. bakin bu zorlama asklari da cok goruyorum, inatla kendini asik gostermeye calismak ya da kendini bile inandirmaya ugrasmak... icten ice bir bilinc var cunku. eski degerlerimiz, kulturumuz, milli bilincimizin kadinimiza koydugu sorumluluklar onu icten ice yiyor, kendi de biliyor halisinden bir para avcisi oldugunu...

acun, fakir ve cirkin bir kiza asik oldu. onu zengin etti. seyma, fakir ve cirkin bir adama asik olmayacak. zengin etmeyi birakin, zengin adam az fakirlesirse birakacak... acun dogru olani yapti ama eminim seyma’nin bunlari yapacagini tahmin etmiyordu, etse de inanmak istemedi, insan sevince gormek istemez. ama onunla da konusabilsem takma derdim, bugun seyma yarin melis, sorun kisisel degil, bir hastalik gibi, toplumsal bir sorun. kadinlarimizi acilen is gucune sokmamiz, calismaya itmemiz gerekiyor... egitimlerine onem vermemiz gerekiyor...

arkadaslar, ben istanbulda okudum, universite mezunuyum, arkadas cevrem epey genistir ve maalesef tanidigim kadinlarin %70 i issiz, erkeklerin iste %90 i calisiyor. ama instagramlarina bakacak olursak, eglenmeyi kizlarimiz biliyor... bunu gecin, erkeklerin %60 i ingilizce biliyor mesela, kadinlarin ise %10 u belki catpat... anliyor musunuz? egitimsiz, kultursuz, issiz gucsuz bir kadin nufusu geliyor. acilen bununla savasmazsak seyma gibi yuzlerce profil olacak, kucaktan kucaga gezecekler, intiharlar edecekler, depresyona girecekler, oldurulecekler... erkegin omzunda yukselen degil, kendi ayaklarinin ustunde duran, caliskan kadinlara ihtiyacimiz var.

seyma bunlarin tam tersi. lutfen arkadaslarinizla seymayi konusursaniz sen de mi oylesin demeyin savunurlarsa, tatli dille burada bir yanlislik oldugunu anlatin.

kadın erkek ilişkileri

Türkiye'de ve belki halkın cebindeki kapitalin azaldığı çoğu ülkede çağımızda modernist bir yozlaşma çemberine hapsolmuş ilişki türü. Buna modernist bir yozlaşma dememin asıl sebebi esasında bu durumun yüzyıllardır süregelen belki evrimsel bir zincire dayalı olmasına rağmen modern zamanlarda orta sınıfı daha acımasızca vurmasıyla alakalı.

Kadın erkek ilişkilerinde erkeğin ekonomik gücü, kas gücü ve avlanma kabiliyetinin değer kaybetmesinin yüzyıllardır birlikteliklerin mutluluğunda en büyük pay sahibi. Bazen dolaylı, bazen ise direkt olarak para ve mülk sahibi olmak ilişkilerin kaderini belirleyen en büyük payda. Bunu kadınların köle olup pazarlarda soylulara satıldığı zamanlardan, bir çok kadınla evlenmeyi mümkün kılan dinlerden, haremlerden veya gönüllü olarak zengin ailelerin oğullarına 12. eş olarak gitmeyi dahi kabul eden toplumsal kabullenmelerden rahatça okuyabiliriz. Bunların çoğu kadının iş gücünde şu veya bu sebepten yeralmamasından, aldırılmamasından kaynaklı. Ekonomik kaygı bir çok zaman ele alınırken hor görülen, ciddiyeti asla farkedilmeyen ve çoğu zaman toplum nezdinde bencillik, vatan hainliği, çıkarcılık vs. olarak görülen, birey nezdinde ise para için yaşıyor olmakla eleştirilip ötelenen bir korku. Günümüzde bir çok insan dolaylı yoldan ekonomik sebeplerle birbirleriyle olan duygusal ilişkilerini sonlandırıyorlar, birbirine aşık ve paracı olmayan iki erkek ve kadın bile, öyle veya böyle ekonomik zorluklar sonrası yollarını ayırabiliyor. Ekonomik kaygılardan dolayı evlerde keyifler kaçıyor, azami mutluluğu getirebilecek ufak tefek kahve kaçamakları, tatiller, hediyeler dahi erişilemez hale geliyor.

Türkiye'de ve bir çok ülkede orta sınıf belkemiğidir, toplumun büyük yüzdesini, milletin kaderini, çehresini orta sınıf oluşturur. Başarılı bir işçi orta sınıf olmayı, orta sınıf ise zengin olmayı hayal eder. Ancak hepsinin mutluluğunu kendi sınıflarındaki yaşam kalitesi belirler. Sınıf farkından inanılmaz beklentileri olmasını sağlamadığın bir fabrika işçisini ömür boyu işçi tutabilirsin, evinde yemeği oldukça, mutlu bir aileye döndüğünde her gün fabrikada gülümser ve çalışır, onu asla "ben üniversite okudum, beyaz yaka olacağım, olamazsam çalışmayacağım." derken görmezsin, iş seçmez. Bir beyaz yakalı da ofisindeki diğer arkadaşlarının arkasından kuyularını kazıp terfi almak için uğraşmaz. Çünkü artık üst sınıfa atlama beklentileri yoktur, bir sınıf atlama arzuları varsa bile bu sadece şahsi mesleki hedeflerinden dolayıdır. Ben bu ofisi daha iyi yönetirim motivasyonu ile müdür olursam maaşım %50 artacak ve böylece hayal ettiğim arabayı alacağım motivasyonu çok başka şeylerdir. Türkiye, bu yönden maalesef artık acımasız bir survivor yarışmasına döndü. Büyük bir ormanda, hayal ettiğimiz ve aslında hakettiğimiz standartlar için aç kalmış kurtlar gibi savaşmaktayız. Ülkemizde asla ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk icraatlerinin çoğunda aktörler gerçekten aşağılık insanlar oldukları için değil, bu fırsat bir daha gelmeyecek diye düşündükleri için bu işlere bulaşıyorlar. Kanunen suç olan bir şeyi hiçkimse hobi olarak yapmaz, bir Alman'ı asla kısa süreliğine internette bedava dağıtılan bir oyunu 50 farklı abonelikle alıp 1 ay sonra bedava olmaktan çıktığında satmaya uğraşmakla görmezsiniz, zira alım gücü vardır, bırakın büyük çapta yolsuzluğu, alım gücünüz varsa bunu bile yapmazsınız veya yaptıramazsınız. Biz bu ülkede orta sınıf olarak yok olduk. Önümüzde koskoca Sovyetler örneği varken, göz göre göre de toplumsal olarak aynı bataklığa yuvarlanıyoruz.

10-15 sene öncesine bakalım, ben el ele tutuşmayı sevgili olmak addaden, bir çay içmeye çıkıldığında yüzleri kızaran, sevdiği kızı görmek için mahallede 10 tur atan insanların hikayelerini biliyorum. Peki internetteki bir sitede "sponsor, sugar daddy, tek gecelik ilişki" aradığını yazan insanların hikayesini hatırlıyor musunuz 10 sene evveliyatından?

Bugün dünyanın en meşhur partner bulma uygulamalarını açtığınızda 1 saat içinde onlarca kızı bu tarz arayışlar içinde görebilirsiniz. Veya paranız olduğunu belli eden fotoğraflar attığınızda daha fazla partnerle eşleceğinizi artık hepiniz biliyorsunuzdur. Bunun uçağa binip Türkiye'ye gelerek Natasha olmaktan farkı nedir? Ben size söyleyeyim, bu olay, Natasha olmaktan 2 durak öncesidir. Veya bir erkeği böyle bir uygulamada her kadına sevişmeye hazır varlıklar gibi yaklaştıran, karakterleriyle, kim olduklarıyla asla ilgilenmeyen hale getiren nedir? 10 sene önce hangi erkek tanıştığa kıza 5 dakika içinde hadi bize geçelim diyebiliyordu? Peki, siz bir birey olarak 1 saatte böyle 5 kız veya erkek görebiliyorsanız, bunu şimdi nüfusa oranlayalım. Ortaya inanılmaz büyük bir payda çıkıyor. Nedendir? Devir mi kötü? Kızlar mı bozdu? Adam gibi adam mı kalmadı da kızlarımız bozmadıysa bile biz onları bu yollara ittik? içinize siniyor mu böyle kestirip atmak? Benim sinmiyor. Kızlarımızın, erkeklerimizin bu hali ne cinsiyetleriyle, ne karakterleriyle, ne devirle alakalı. Toplumun %50'sini ele alırken aslında artık cinsiyet diye bir şey kalmıyor, insaniyet öne çıkıyor. Her insan mutlu olmak, gezmek, güvende hissetmek, iyi giyinmek, iyi yemek, kaliteli zaman geçirmek ister. insanoğlu keyifçi bir canlı.
O zaman şöyle düşünelim, orta sınıf bir kadın ve orta sınıf bir erkek, 20-28 yaşları arasında Türkiye'de ev, araba sahibi olup, senede 1-2 kere yurt dışına çıkabilecek geliri elde edebilir mi? Bir Mini Cooper Almanya'da 3.000 Euro, 3.000 Euro maaş alan bir erkek, 6 ay içinde rahatlıkla bu aracı alıp, sevgilisiyle şehri turlayabilir, Türkiye'ye tatile gelip sahillerde dans ederek gençliğine güzel anılar bırakabilir. Bir Alman kadını da aynısını sevgilisi ile yapabilir veya yalnız başına da yapabilir elbette. Bir Türk erkeği ise bu arabayı onlarca yıl kredi ödeyerek alabilir, Türk kızı ise böyle bir erkeğin kendisini bulmasını bekleyip "arabası olmayan adamla çıkmam" vs diyebilir. Elimizdeki opsiyonlar bunlar. Bırakın ev almayı, evlenmeyi, aile kurmayı, sadece iki gencin yaşaması gereken güzel anılardan bahsediyoruz. imkansız.

O halde geriye ne kalıyor? Erkeklerin kendisinden çok daha yaşça küçük kızlara yöneldiği, kızların ise kendilerinden yaşça büyük yahut farklı ekonomik sınıftan erkeklere yöneldiği bir ilişkiler sistemi. Bu çıkmazda ise erkeklerin kadınlara verdiği değer azalıyor, parasının kıymetini gören erkekler kadınları aşağılama özgürlüğüne erişiyorlar, kadınlar ise kendileriyle eş değer ekonomide veya biraz üstündeki erkeklere dahi yüz vermiyorlar. Verseler de kısa dönemlik, eğlenilecek ve evlenilecek diye ayırdıktan sonra.
Bugün itibariyle şahsen hiçbir ayrılığa duygusal ayrılık olarak bakamıyorum. Sevgilisinden ayrılan erkek arkadaşlarım sevgililerini paracı olmakla itham ediyorlar veya kıskançlık hikayeleri ile geliyorlar. Bir erkek, bir kadından kıskançlık sebebiyle ayrılıyorsa bu erkekteki özgüven sorunudur, özgüven sorunu kimsenin kabahati değildir, özgüven sorunu özgüven kırıldığında olur, bir erkeğin özgüveni kırıksa özgüvenli yetişmediğindendir. Biz erkeklerimizi özgüvenli yetiştiremiyoruz. Zira güven dinamiklerimiz yok. Kız arkadaşlarım ise erkek arkadaşlarından ayrıldıklarında ya zaten gelecek olan bir ilişki olarak görmedikleri için ya da saygı görmedikleri için ayrıldıklarını veya özensizliğin sebep olduğunu söylüyorlar. Bu özensizliğin arkasında çoğu zaman erkeğin ekonomik güçsüzlüğü vardır, bu da aslında sanki gizli bir toplumsal sözleşme varkmış gibi taraflar arasında asla açık açık konuşulamaz. Kızlar kalp kırmak istemez, erkekler ise gururuna yediremez. Partnerde gelecek görmemek de aslında evlenip bu insanla üreyecek ekonomik güven olmadığının ifadesidir. Saygısızlık ise erkeğin kadının toplumsal dinamiklerinde kendisi kadar söz hakkı olmamasından aldığı bir güçle gelir. Yahut kendisinden yaşça ufak kızlara yaş büyüklüğünden ötürü saygı duyamayan partnerlerden kaynaklıdır, ki kabul edelim 10 yaş küçüğe saygı duymama eğilimi biraz doğaldır, 10 yaş büyük bir erkekle birlikte olmak da kadın için risklidir, zira jenerasyon farkı bariz görülür. 95 ve 90 doğumlular arasında bile bariz fark bugün okunabilmekte.

Bunun sonu nedir? Zannaedersem 20 yıl içersinde bir çok yalnız anne ve ıssız adama sahip bir toplum olacağız, şuanda boşanma oranlarının inanılmaz arttığı, dönemsel birlikteliklerin popüler olduğu kısmı yaşıyoruz. Zenginleşen erkek arkadaşlarım birden çapkınlığa bürünüyor, kadın arkadaşlarım ise erkeği cinsel objeye dönüştürüyor. Zira onların kafasına göre erkek çoğu zaman iyi vakit geçirmek için oradaydı, gerçekten sevmeye olan inançlarını çoktan yitirdiler. Erkekler ise nasılsa sevilirsem param için sevileceğim veya yaşıtım kadınlar zaten birilerini sevmiş olacak gibi özgüven problemleriyle bir genç kızdan diğerine zıplıyorlar. Gerçekten sonu nedir? Eskiden bunun birbirini seven iki insanın her zorluğu aşacağı düşüncesiyle hareket edilirse sonlanacak bir ilişki problemi olduğunu düşünüyordum, ancak bugün matematik bu birlikteliklerin bile minimum mutluluğu ve gelecek garantisini veremeyeceğini söylüyor. 20-30 yaşları arasındaki iki gencin neredeyse 1 milyon lirayı bir kaç yıl içinde toparlamaları imkansız, yani bir ev ve araba parası.

prof dr erbay bardakçıoğlu

en basit ve reddedilemez tarifiyle ırkçıdır.

perihan mağden

survivor izlemediğini söyleyip akabinde survivor'daki bir yarışmacı hakkında sayfa sayfa yazı yazmış yazarımsı, okurken karnım ağrıdı. küçük insanların küçük hesapları resmen, nokta dergisine yahut herhangi bir dergiye ve gazetelere bir şeyler yazan insan olsaydım kendimde potansiyel okurlarıma bir şeyler katmak gibi bir vazife görürdüm, bu kadın ise insanın var olan zekasını düşürür eğer okumaya kalkarsanız aşağıdaki yazısını, benden söylemesi. midem bulandı. bir de yazıda "önüne yatmak" kalıbını kullanmış falan semih'in önüne yatanlar diye.

bizim ülkede küçük bir denklem var kabaca;

az zeka + erkek + yazar = ya emin çölaşan aptallığı ya milli görüş çukuru
az zeka + kadın + yazar = ya pucca varoşluğu ya ben çok kadınsı zeki kadınım tavırları

işte bu hanım da ben çok kadınsıyım, ben önüne yatırırım, zekiyim havasında olanlarından. halbuki yazılarının hepsi paçavra. senede 1-2 kere bakarım, hep aynı az zekayı görür bu dünya ne çeşit salaklıklarla dolu diye hayret ederim kendimce. bir yazar olarak bu işe yaramak utanç verici olmalı.

--spoiler--
O kadar korkunç ki gündemimiz!

Haberlerde ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri.

Ağlayan eşler, nişanlılar, babasına son kez dokunabilsin diye, elleri tabutlara dokundurulan kucaklardaki bebeler, minnacık kızlar, oğlanlar.

Güneydoğu'da yıkılan, yakılan, harabeye çevrilen iller, ilçeler, semtler.

Tek yanlılık. Oralarda HAKiKATTE ne olup bittiğinden bir türlü haber alamayışımız.

Kendini özel harekatçı sanan nasyonalist spikerlerin savaş alanlarından propaganda şovları.

Bunların yakıcılığı, yıkıcılığının akabinde; öldürülen kadınlar, tacize uğrayıp intihar eden kızlar, ne idüğü belirsiz yurtlarda sistematik olarak cinsel istismara maruz bırakılan küçücük oğlanlar.

Mühim olan bu yaralı kuzular değilmiş gibi, ağzından çıkanı kulağı duymayan bir kadın bakanın onuru etrafında kopartılan suni fırtınalar.

Biz de insanoğluyuz. Bunlardan, bu doz aşımından kaçmamız, tropiklerde ıssız bir adaya saklanmamız lazım.

Bizler de Survivor Adasına kaçıyoruz haftada dört gece.

AKP'nin popüler kültür bakanı Acun Ilıcalı'nın bizler için maharetle hazırladığı uyuşturucuda kendimizi kaybetmek üzere, Dominik Cumhuriyetindeki o olağanüstü güzel adaya ışınlanıyoruz.

Üstelik koltuklarımızın üstünden kalkmadan. Hiç aç, kolasız, uykusuz kalmadan. Üşüyüp kavrulmadan, yarışlarda tiridimiz çıkmadan tüymüş oluyoruz.

Ama Acun Ilıcalı'nın Survivor'ında bizleri acı bir sürpriz bekliyor!

Burdaki aslından kaçtığımız ''şeye'' orda yakalanıveriyoruz.

''Oh, gündemden bir nefes!'' derken sinirden nefessiz kalıyoruz.

Zira adada bizi Tayyip amcasının miniskül bir kopyası bekliyor: Huzursuzluğunuzda Semih Öztürk!

Acun Ilıcalı maharetle bu korkunç irritanı adaya yarışmacı olarak yerleştirmiş meğer.

Ayrıca amcasının modeli, Gönüllüler arasında her hafta birinci çıkıyor! Halk onu seçiyor.

Yani onu adadan yollamanın, kurtulmanın imkan ve ihtimali yok.

Bu denli pis ''oynayan'', amcasının tüm taktiklerini uygulayarak halkının teveccühlerini her hafta kazanan Semih, sinirlerimizi lime lime lime etmeyi başarıyor. Ağır çekim çenesi bi dakka kapanmıyor.

Semih sayesinde anlıyoruz ve biliyoruz ki; bize kaçıp kurtuluş yok!

Hiç kimse Türk Halkıyla irrasyonalitesinin, bakar körlüğünün, feci tercihlerinin, özdeşleşmeyi yeğlediğinin arasına giremez!

Semihler kazandıkça, bizler küçülüyoruz. Büzüşüyoruz.

Stadımızın açılışını, en illet olduğumuzun yapması, bizlerin içeri sokulmaması gibi aynı.

Sağolsun; Acun Ilıcalı'nın başarılı implantı sayesinde, bu memlekette sürekli NELERE maruz kaldığımızı / kalacağımızı unutmanın, bir nefesçik olsun dahi almamızın imkansızlığını, yüzümüze gözümüze yiyoruz.

Semih bir yıl boyunca yarıştığı Ütopya'nın (1 başka Acun Ilıcalı eseri) ikincisiymiş. Meğer.

O yarışmadan kimler kimler gitmiş; ama Semih hep kalmış. Hep başa yarışmış.

Ben Ütopya'yı hiç izlemediğim için, Semih'i Google'ladığım anda o yarışmadaki Masturbasyon Skandalının kahramanı olarak çıktı karşıma!

Orda bir yarışmacı kızla feci yakınlaşıyor (halen de sevgilisiymiş o kız) ikisi bir koltuktayken harbiden ''Aaa, herif resmen 31 çekiyor!'' dedirten görüntüleri ortalığa saçılıyor.

ilginçtir (Ilıcalı productions!) milli televizyonumuzdaki bu skandalda yer yerinden oynamıyor.

Feci bi öz-savunma usstası olan Semih baygın ve bayıltan üslubuyla kendini savunuyor, Acun Ağbisi ona inanıyor ve Semih hayran kitlesinin gönüllerine (bu vakasıyla da olsa gerek!) taht kuruyor.

32, 33, 34- yürrü Semih! Denilmiş olsa gerek. Vazgeçilemiyor bu oy ve reyting makinesinden.

E, Türklere lider/ rol model gerek. Kendilerine benzeyenle özdeşleşmesinler de- ne halt etsinler?

Semih'i Google'lamak zorunda kaldım; zira sürekli ''Semih Öztürk şudur! Semih Öztürk budur!'' diye atıp tutup çok mühim ve meşhur biriymiş gibi davranıyor.

Kıskanıldığını, altının oyulduğunu, mücadeleden yıldırılamayacağını ilan etmelere doymak bilmiyor.

Ele güne karşı yapayalnız tiyatrosu. Semih'in Semih'den başka dostu yok dünyada. Stratejik derinsizliğinde (yancıları hep dibinde ama) bir asil başına!

Sanırsınız Ertuğrul Özkök'ün veliaht prensi!

Sanki Aydın Doğan kapıp Semih'i; E. Özkök'ten beri tammm doldurulamayan Melanet Boşluğunu onla dolduruyor,

dolduracak.

Zira çok ünlüymüş, mühimmiş, herkes onu kıskanıyormuş, ününden kuduruyormuş sanrılarıyla kavrulan Semih'de fizik

de yok, müzik de.

Marmara Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunuymuş!

Ama birbirine yakın şehla gözleri (şaşı demeyelim), hafif kambur duruşu, çakma hamasi çeyrek lümpen yavaştan yavaştan konuşma stiliyle Semih burda ve dünya piyasasında tek bir rolde oynayabilir.

Düşünüp taşınıp anca bulabiliyorum.

O da, Dimitri Karamazov'un dövdüğü sefih adam rolü: Hani ilyuşa'nın babası.

Bir temiz dövülen adam rolü, Dostoyevski tarafından Semih'e (mi) yazılmış yani.

Onun dışında oynayacağı başka bir rol olmadığından olsa gerek, Semih bir yılını mı ne, Ütopya yarışma mekanında geçirmiş. Birkaç ayını da Survivor adasında geçirdi, geçirecek.

Atamazsın Semih'i girdiği bünyeden.

Onun işi bu yani: kıl olmak. Kıl etmek. Geçimini inatçı geçimsizliğiyle temin etmek.

Semih'in alameti farikası, haksızken haklıymış GiBi yapmak esasında.

Haklıyken haksız çıkmanın adaletsizliğiyle, her Allahın günü unufak edildiğimiz bu ülkede; Semih yüzsüz ve arsız külliyen haksızların, öyleyken haklıymış pozunu iffetsizce takınanların şansız bayrağını dalgalandırıyor.

Bilmem bu özellikler size birilerini, birilerini hatırlatıyor mu?

Diyelim hayranları (insanı asıl kahreden bu ''unsurlar'') Semih'in sürekli büyük haksızlıklara uğradığı konusunda, ısrarcı mı, kararlı. Nuh diyor, adalet, hakikat demiyorlar.

Yarışmanın ta başında, yok diğer yarışmacılar Semihciklerinin yemeğini yere bırakmışlarmış, yok ona önyargılı ve nezaketsiz yaklaşmışlarmış! (Muhtar bile olamazsın demişlermiş.)

Semih ajan provokatörlüğün el kitabını her gün yeniden yazıyor bu arada!

Hiç durmayan ağır çekim çenesiyle millete demediği laf, sokmadığı an yok.

Yarı siyahi bir yarışmacı olan Efecan'a günlerce Çitlenbik diye hitap etti, elemek için ismini Efecik diye yazdı mesela.

Dünyanın en efendi yarışmacısı olan Gizem Memiç'e ''Şehvetli'' lakabını taktı! Diğer yarışmacılara Obur, Tembel, Sinsi, Öfkeli lakaplarını takarken!

Yani Semih'in sözel saldırganlığının ve pis irritanlığının sonu gelmeyecek, gelmiyor.

Dokunulmazlık yarışlarında yancısı Tuhaf Kadın'la birlikte kıllık olsun diye (Survivor tarihinde bir ilkmiş) yarışmıyor.

Gıcık gıcık oturup fısır fısır takım arkadaşlarına bok atıyorlar.

Yarışlar esnasında dahi münafıklık ve sinir bozuculuk düğmesini 1 an olsun kapatmıyor Semih. Aksine.

Ama hayranlarına göre o onurunu, gururunu koruyan bir kahraman! Müdafaada bi aslan! Tapmalara doyamadıkları pek zeki, çevik ve duruşlu bi süper insan!!

Birinci olduğunda korkunç nasyonalist bir şiir okudu. Arif Nihat Asya'nın ''Bayrak'' şiiriymiş.

''Bayram değil, seyran değil; bu nasyonalist bizi niye öptü'' dememize kalmadı-

Meğer, rol modeli Tayyip Amcası (Semih diğer yarışmacıların amcası olduğunu iddia ediyor zira ikide bibuçukta) stat açılışında Bursaspor'a okumuş bu kıymetli şiiri!

Semih de Bursalı. Hem ordan, hem Tayyibistlerden gelecek oyları çarpacak yani.

Böyle de 1 Şark kurnazı!

Oy devşirme ayak oyunlarının, mutlak üstadı.

Daha önce de 1 Necip Fazıl şiiri okudu. Şair tercihleri de çakalca ve nokta atışçı yani.

Kütlesinin sinir ayarlarıyla oynayıp, oy toplamada eline su dökemiyor CHPli izmirli çocuk kimliğindeki diğer Gönüllüler.

Yarışlarda, en güçlü yarışmacı olan Atakan'ı yalnızca 2 (iki) kez yenmişliği var. Mesela.

Diyelim Atakan ve Yattara'nın dörder kez kazandığı Kıbrıs'a bilet kolyesini daha bir kez dahi kazanamadı.

Ama yakında kazanacakmış ve sonra daima o kazanacakmış! Bunları sırıtarak söylemekten imtina etmiyor.

Aksine. Çok başarılı bir yarışmacı olduğu ilüzyonunu da çene azmiyle yarattı. Yalnızca en zayıf yarışmacılarla yarışarak istatistiğini de fena tutmuyor ayrıca.

Böyle hesap kitaplarda acayip iyi Semih. Küçük Sezar'ın hakkı, amcasına.

Aynı rol modeli gibi, büyük hezimetleri kapıda bekleyen başarı, yarattığı tüm çalkantıları nefsi müdafaa, neden olduğu tüm istikrarsızlıkları başkalarının eseri gibi yansıtmakta 1 kopya kedi olarak, mide bulandırıcı, sinirden göz karartıcı bir başarısı var yani.

Semih Semih'tir. Besbelli tedaviye muhtaç, öz önemsemeden, aşağılık ve yükseklik kompleksi sarkaçında gidip gelmekten başı dönmüş bir gariban, acıklı vaziyette biri.

Peki ya Semih'in; onun ve modelinin önüne habire yatmaktan imtina etmeyen hassstaları? Hayranları?

Şakşakçıları? Zafere taşıyıcıları?

O kadar çok ve o kadar körlüklerine adanmışlar ki-

Yanmışız biz.

Survivor adasında da hakikat müptelalarına huzur, rahat yok yani.
--spoiler--

http://t24.com.tr/haber/p...odeli-semih-ozturk,336737

hidayet türkoğlu nun cumhurbaşkanı danışman olması

sarayın akıl hocaları kadrosuna bir akılsızın daha eklenmesi olayıdır.

sayın cumhurbaşkanı merak ediyorum ne zaman başdanışmanlık veya danışmanlık gibi makamların kendisine yalaka olanları ödüllendirmekten ziyade işlere yarayabileceğini de keşfedecek. bir bilse iyi bir danışman kendisine neler katar, türkiye'ye neler katar, siyasete neler katar... bilmiyor, büyük ihtimalle bunu ona kimse de söylemiyor. siyaset aklı olarak iyice yalnızlaşıyor erdoğan. yiğit bulut güya onu yalnız hissettirmiyor ancak azıcık eli kalem tutan yiğitin kuru gürültü insanı olduğunu biliyor. ben artık insan olarak üzülmüyorum, makam olarak üzülüyorum o koltuğa, erdoğan ismini boşverip düşünün, cumhurbaşkanının, sizin ülkenizin cumhurbaşkanının böyle tipler tarafından sarılı olduğunu... yazık. yiğit bulut, damadı, hidayet, diyetisyenler, metiner... bir koltuğun etrafı böylesi sarılmış ki erdoğan da eminim az buçuk görüyordur bunların arasından kaliteli adamları seçmenin zorluğunu, onların kuru gürültülerini. lakin bu da bir bedel, yıllarca partide yükselmenin tek koşulu biat, biat, biattı. bir süre sonra kendini biata adamış insanlar yetişmeye başladı, AKP çökerse kalitesizlikten çökecek, ama BiAT dolu bir parti olacak. bu kalitesizliğin en büyük faturası da yine halk ödeyecek...

sevgilinin yanında 50 kuruş yere düşse alır mısın

(bkz: liseli dertleri)

hd iskender

mikrodalgada ısıtılmış iskender yemek isteyenler için ideal mekan.

ceren kenar

kendisinin yapmaya uğraştığı gazeteciliğin onda birini yapan muadili karşıt görüşten kimse yok. bu bile onu özel kılıyor türkiye'de. isteyen istediği kadar hükümet yalakası vs desin bana bir tane ceren kenar kadan ortadoğu hakkında okuyan, araştıran, takip eden kadın & erkek gazeteci söyleyin karşıt görüşlü? yok. olanının da tek yaptığı esadçılık ve rusyacılık, 7/24 propaganda üretip ekstremist tavırlar sergilemek. ceren kenar'ın yalnızca twitter sayfasında karşıt görüşlere yer verdiği kadarın yarısı kadar karşıt görüş göremezsiniz bu insanların hiçbir işinde, görürseniz de ya hakaret etmek için, ya aşağılamak içindir. ayrıca kendisinin hükümet yanlısı olarak adlandırılmasını da yanlış buluyorum, bence kendisi devlet yanlısıdır. iç siyaset ile alakalı çok yazmıyor, dış politikada ise gazetecilik yapmayı ülkesine yalan yanlış saldırmak sayanların aksine kendi ülkesinin perspektifinden bakıyor. ki bu bir vatansever vatandaş olduğunu gösterir.

evet, kendisinin parlayan bir gazeteci olacağını düşünmüyorum. hatta parlayıp meşhur olmasını da istemiyorum açıkçası. çünkü bu ülkede popülerleşen gazeteci, mesleğini daha az yapmaya başlamış gazetecidir. mesleği bırakıp tv figüranı, şovmeni oldukça artar sizi sevenler de, mesela enver aysever bunlardan bir tanesi, gerçi gazeteci de değildi ama hiçbir zaman ama olsun, kendini topluma öyle sundu sonuçta. gazetecilik yaptığı süreçlerin ilk döneminde retoriğini sadece karşıt görüşe saldırmak üzerinden üretti. doğru yanlış, gerçek, propaganda vs ne varsa karşıt görüşe ayırt etmeksizin agresifçe kullandı. bu işi yaparken maksat karşısındakinden cevap almak yada onu herhangi bir şey üzerinden sorgulamak değildi, yalnızca agresiflikten beslenen bir yükselme çabasıydı. nitekim yükseleceği kadar yükseldi ve karşısına onlarca politikacı alıp sanki objektifmiş gibi sorular sorduğu bir program yaptı, bu zamanlarda da gizlice, alttan alta konuşmalarında sezebildiğimiz gizli yüzünü arada gösterip çoğunlukla saklamak derdinde. artık ne kadar zehir bir adamsa kılıçdaroğlu bile kendisini istemedi. işte ceren kenar belki hiçbir zaman enver aysever kadar tutulup pohpohlanmayacak. ama kariylerlerinin sonlarına geldiklerinde ceren kenar bilgi birikimi ve deneyimi ile enver'i cebinden çıkartıyor olacak. işini iyi yapan, mesleğini düzgün icra eden insanları toplum bilmez zaten. aziz sancar'ı kimse bilmiyordu nobel alana kadar bu ülkede. bazı insanların herkes tarafından bilinmemesi de iyidir hem. daha ulaşılabilir olurlar. * ben kendisiyle az da olsa konuşabildim. işini çok iyi yapan bir müzisyenle, ne bileyim james hetfield ile, kaliteli bir ressam ile konuştuğumda ne heyecanı yaşadıysam ceren'de de aynısını yaşadım.

son olarak bu ülkede herkes kadın hakları konusunda hassas olup ezilen kadınları göstermekten keyif duyar, ama nedense kimse başarılı kadınları göstermek istemez, ceren kenar bence kadınların yükselmesinin zor olduğu bir meslekte kaliteli iş yaparak ayrı bi parantez olarak bu konuda da ele alınması gereken bir insan. ne vücuduyla, ne cinsiyetiyle, sadece düşünceleriyle seviliyor yada sevilmiyor güzel ve kadınsı olmasına rağmen.

güneydoğu da ölen çocuklara sevinen zavallılar

dünyada akıl sağlığı yerinde olan herhangi bir bireyin çocukların, bebeklerin ölmesine sevinmesi beklenmez, sevinen insanlar normal değildir, hiçbir toplumda da yer edinemezler bu fikirleriyle eğer dile getirecek cesareti bulurlarsa.

ancak görüyoruz ki internette gerek facebook olsun, gerek ekşi olsun, gerek burası olsun önce bir düşman yaratılıyor, çocuk ölümlerine sevinen zavallılar gibi, sonra bu düşmana giydirilip şovenizm dolu artık basma-kalıp haline gelmiş romantikli cümleler yazılıyor "çocuk onlar be! çocuk, bebek! sen yaşa çocuk! biz ölelim çocuk! kazanacağız çocuk!" benzeri...

ben artık bunun da piyasa bir tavır olduğunu ve belirli bir zümrenin bundan da kendince egosal bir prim yapmaya uğraştığını düşünüyorum. hani nasıl ki bizim milletin yalandan dolandan ara sıra atatürk'ü kendi profil fotoğrafı yapası gelir ama adamın yaptığı 6 devrimi sorsan bilmezler, orada amaç sadece garip bi gösteriştir. ona döndü bu olay da. "çocukları öldürmeyin! onlar çocuktu! tek suçları çocuk olmaktı!" ... tamam da burada seslendiğin insanlar zaten öldürmüyor o çocukları, ihtimal hesabına vuracaksak mantıken ya polis-asker-jandarma yada terörirst öldürüyor. bu insanlar senin internette yazdığın şeyleri görecek değiller. ya gerçekten sokağa çık bu adamları bul, onların yüzlerine söyle, dağa çık orada protesto et onları veya askeriye önünde pankart aç, yahut ne bilelim bize çocuk ölümüne sevinmiş isimleri tek tek getir, ifşa et, en azından biz de eğer onların bu söylemlemlerini kınayalım.

bunlardan hiçbirini yapmıyorsun, söylediğin üzere tarafsızsın, sadece romantikli çocuk öldü, çocukları öldürüyorsak bu vatan olmasın, hiçbirimiz olmayalım!!! kafası yaşıyorsun. bu tam da "ATAM, SEN KALK BEN YATAM!" kafası gibi. ne kadar da bir şeyler üretmeyen beyinlerin birbirine benziyor değil mi lafları. geçin bu boş romantizmi, çıkın sokağa, silahların önünde durun. ben de, ben gibiler de, benden çok farklıları da umursamasa bile onaylamaz çocuk ölümlerini, ama çok umursayanlar olarak madem bu iş sizin için çok mühim, buyrun internete kimsenin umursamadığı harfleri dizeceğinize aktif bir şeyler yapın. zamanında nasıl klavye delikanlıları, bordo klavyeliler falan vardı, bunlar da klavyeli hümanistler galiba.

ali sunal

babasının kemal sunal olmasının meyvesini yiyor mu onu bilmem, hatta babasının gölgesinde kalacağı için yetersiz görülecek olmasını da anlarım, ancak yetersiz bir oyuncu mudur bilemeyiz, çünkü oyunculuk yapmıyor. babasının dahi yapmaya kalkışmadığı hocalık işini yapıyor, kendisine usta, üstad diyenler var. hatta bırakın başkasının dediklerini, kendi de bu havaya çoktan girmiş bile. sahnede masanın kenarına oturup bi bacağı sarkıtıp gözlüğü gözünden burnuna doğru düşürüp oyunculara telkinler, seyircilerle şakalaşmalar falan.

yılmaz erdoğan senelerce önce aynı işi yaparken öyle sahne kenarına masa atmamıştı, seyircilerin olduğu yerden izliyordu ve oradan müdahil oluyor, hatta açık açık eleştiriler yapıyordu hocalık yaptığı oyunculara. ve bu adam gerçekten oyuncular kazandırdı memlekete, bizleri de senelerce güldürdü.

ali sunal kendisinin kötü bir taklidi olmuş, seyirci arasına geçmek yerine sahne kenarına oturmak tercihi de aslında bir çok şeyi açıklıyor, derdi hocalık değil, seyircinin gözünden görüp sahnedeki adama bir şey katmak değil. kendisine sanki teklif götürülürken bi format var, formatta hoca tribi yapan bi adam var, sonra da işte oyuncular falan var demişler, bu da "iyi ben bu tribe kolay girerim zaten soyadım da hazır SUNAL" demiş gibi. kusura bakmasın.

senelerce bu işi yapmış, sahne tozu yutmuş, küçük-büyük işlerde rol almış olabilir. bunları yapan bir çok insan var, hiçbiri kalkıp bize hocalık tribi yapmıyor. yapmaya cüret etmezler çünkü. sormak isterim ali sunal bu cesareti nereden alıyor? biz kendisini modellikten bozma oyuncular kadar bile oyunculuk yaparken görmüş değiliz ki kıyas tutalım. sanat yapmak yerine sektörün canlısı olmayı seçmiş, işin akademisinde gözükse de değil, endüstrisinde yani anlayacağınız. geçiniz.

ibrahim tatlıses

bir zamanlar güzel işler yapıyordu. https://www.youtube.com/watch?v=llophgwG7W8

--spoiler--
Ne mecnun ne kerem bir çare bulmuş
Ayrılık her aşkın kaderinde var
Kendini zorlama tatlı sözlerle
Teselli etmenin ne faydası var
Teselli etmenin ne faydası var

Sanki bir gün çıkıp gelecekmisin
Sensiz ne haldeyim bilecekmisin
Gözümden yaşları silecekmisin
Ağlama demenin ne faydası var

Buraya kadarmış yolumuz demek
Acıyla bağlanmış sonumuz demek
Tek çare tanrıdan sabır dilemek
Kadere sitemin ne faydası var
Kadere sitemin ne faydası var
--spoiler--

ırkçılığın olmadığı bir yer

kedimiz kürt olmasaydı bizim ev olacaktı, ütopyayı kuruyorduk, ucundan kaçtı. ama hayvan önderlik diye miyavlıyor adeta. evden gitsin mi gitmesin mi ikiye bölündük.

eylül ayı gelmesine rağmen hala beyaz tenli olmak

(bkz: first world problems)

sözlük yazarlarının whatsapp durumları

yıllardır bunu koyuyorum böyle tatlıyım matlıyım gibisinden bilinçaltı olsun diye, arılara değil öküzlere denk geliyoruz. görsel

gece balkona donla çıkıp çiçek sulamak

çiçekler açısından sıkıntılı bir durum zira çiçek dediğin ot gece sulanmayı pek sevmez. donla uyumak nedir ayrıca, orası hakkari mi?

neden uyumuyorsun

insan dediğin gece yaşar ya o ne öyle köylü gibi gündüz dolanmak falan.

sözlük yazarlarının hayalindeki sevgili

ısmarlama olan profiller olacaktır haliyle ama önce her şeyden önce insan olsun, içi güzel olsun, içinin güzelliği de dışarı yansısın işte.

hatta içi öyle güzel olsun ki 1.60-1.67 boy ortalaması, squatını eksik etmeyen, bakımlı, her daim vücuduna, saçına özenecek şekilde yansısın o iç dışarı. bir de huzurlu olsun ya, bu devirde erkek arkadaşlarım bile stresli anasını satim. relax insan yok memlekette, güzelcecik çıtı pıtı bir kızı alıyorsun karşına "abi bu memlekette var ya bunlar babadan oğula nesil heralde bu anasını siktiğim orospu çocukları " falan diye başlıyor. abla bi sakin. hayırlı bi iş için gelmiştik.

kadınların yüzde 75 i erkeklerini aldatmaktadır

sevgilisi olan kadınları bilemem, çok değişken bir durumdur zira. kimi insan kadın da olsa, erkek de olsa sadık oluyor ilişkisi kötü bile gitse, kimisi iyi ilişkide dahi rahat durmuyor ama şundan eminim ki bekar kadından korkacaksın.

tamamiyle eş-dost ve telefonunu elime geçirdiğim kankalardan falan biliyorum, derece derece, kategori kategori erkek var cidden. yani biz erkekler maksimum 3 hatuna yazarız, o olmazsa o olsun, yok efendim ona tipim yetmez, ona cebim yetmez tarzı bahanelerle fazla açılmayız. kadınlara bakıyorum whatsapp'takiler ayrı, snap'tekiler ayrı, facebook chat kadrosu bi ayrı, kimisi tinder takılıyor, yok o çocuk çok komik, bu çocuk tipsiz ama zengin, ya onun vücudu iyi baya ama çok konuşmuyoruz, yok efendim öteki bana eskimi hatırlatıyor, şundan hoşlanıyorum gibi, onla ilerde olabilir bakacağız, şu çocuk benimle ciddi, bu okuldan, bu bizim liseden, ilkokuldan, ben bi işe girmiştim oradan, sen yoktun o zamanlar konuşuyordum kadrosundan vs vs.... yazdıkça yazıyorum bak, her söylediğimin bi realite boyutu var çünkü görmüşüm... neyse çok bile örnekledim galiba. kadınların sosyal zekası daha gelişmiş varlıklar olmalarından mütevellit bir durum diye düşünüyorum, kimseye saldırmıyorum. böyle bitireyim..