aşık olunan kıza mektup yazmak

bir lise dramasıdır.

lise ikiye gittiğim zamanlardı(yaklaşık on sene evvel). liseli ve ergen olmanın verdiği o garip duyguları yeni tadıyordum.ilk porno cdlerim,esquire dergilerim... ama tüm bu kimlik karmaşasının içinde hatırladığım tek bir şey var... o kız... adı deniz'di... sarı saçlı mavi gözlü ortaboylu tini mini pek şeker bir kızdı... hayatımda sadece ona mektup yazdım ben...
--spoiler--
lise ikiye başladığımızda edebiyat hocamız ben ve arkadaşlarıma kütüphane kolunu uygun görmüştü. yapılan ilk toplantıda ben başkan, en yakın arkadaşlarımdan biri de (mustafa) başkan yardımcısı seçilmişti... sıra yazman seçmelerine geldi... iki aday vardı ve oylama yapılmadan kabul edildiler. birinin adını hatırlayamıyorum ama onun adı deniz'di. ilk görüşte karnıma inen yumruk nefesimi kesmişti. nasılda fark etmemiştim!

hoca:s.g.a. sizden istediğim yazmanlarla beraber birlik olup bu kütüphaneyi adam etmeniz.
s.g.a.: peki hocam. deniz!? mustafa!? çıkışta kalın da konuşalım biraz yapacak çok iş var nerden başlayacağımızı bilelim.

çıkışta uzun uzadıya konuşulur. kütüphanade öğlenleri düzeltmeler yapılacaktır. listeler yeni kitaplar vs... fikirler havada uçuşur. ama benim baktığım iki nokta sabittir... masmavi kocaman içleri gülen iki göz...

gel zaman git zaman içimdeki bu kıvılcım bir ateşe, ateş ise yangına dönüştü sonra beni sardı tabi... ne yapsam ne etsem de şu kıza açılsam diye arabesk tadında 3 ay geçirdim.. yarı yıl tatilinde kendi aklımda bi plan kurdum... mektup yazmalıydım... ama bir sorun vardı,benim el yazımı kim olsa ayırt eder! öylesine saçma bi yazım vardı ki; hocalar sınav kağıtlarımı bazen bana okuturdu! el yazısı olmadan bi mektup nasıl yazılır... o zaman şimdiki gibi elimizin altında üç tane laptop yok... beyaz bi kağıt,gazete,makas ve uhu...
gazeteden harfleri tek tek keserek bir kaç mektup yazdım... öyle iki üç cümlelik değil, tam sayfa... mektupları sıralayıp vereceğim günleri takvimde ayarladım. ve ikinci yarı yıl başladı...

1.mektup:

elim ayağım titriyor. en sevdiğim siyah kazağım üzerimde. saçlarımı jöleyle (o zaman vaks yok tabi) geriye yatırmışım... ayna da çok yakışıklıyım ama acaba onun nazarında...? neyse... mektubu ben veremem tabi... masasına bırakmak aptalca,başkası bulabilir,kızla dalga geçerler,sinirlerim zıplar... bir arkadaşıma verdirsem o da riskli... en iyisi çok az tanıdığım bana abi diyen lise birler... koridordan birini hemen çevirdim... okul dergisini çıkardığımız ve kütüphane kolu başkanı olduğum (ve bi iki tören sunduğum) için lise birlerin çoğu tanırdı aslında beni. çevirdiğim kıza kısaca izah ettim... mektubu benden aldığını söylememesi konusunda tembih edip gönderdim.

öğlen vakti kütüphanedeyiz:

deniz:kızlaaaar (yanakları al al) biri bana mektup yollamışş...
şimal:inannmıyorum ya.... bakiim?
(mektup okunur)
tuğçe: çok romantik...
şimal: kim bu acaba... çok şanslısın kııız...
deniz: çok heycanlı (nasıl da güzel gülüyor)
şimal: s.g.a. sen tanıyormusun bu adamı?
s.g.a: ne adamı? ne ? ne olmuş ki? sabahtan beri kütüphanedeyim zaten... başım patlıyor beni karıştırmayın... (insanın kalbi son hız nasıl çalışır o anlarda biliyordum... aşkın tadı doldu damaklarıma... ekşi...)

2 ve üçüncü mektuplar da aşağı yukarı aynı yöntemlerle gönderildikten sonra olay okulda yankı yapmaya başladı * çember daralıyordu ve dikkatleri dağıtmak için bir manevra yapıp 4.mektubu ben götürdüm...

s.g.a.: deniz!
deniz: efendim s.g.a.:
s.g.a.: (ağzını yerim) şey ee.... (mektubu uzatıp) bu sana...
deniz: (trafik lambası gibi sarıdan direk kırmızıya geçip) bende bunu bekliyordum!

beni bi kenarda bırakıp mektubu okumaya başlar... okur... okur...

deniz: kim bu s.g.a. n'olur söyle...
s.g.a.: olmaz deniz (aşkımm) söz verdim...
deniz: nasıl biri bari onu söyle?
s.g.a.: (çalışmadığım yerden soruyorsun ama...) ee... iyi bi çocuk... yakışıklı sayılır... senden uzun... esmer... kem küm... (dur lan kendini tarif ediyorsun!)
deniz: ayy... ne zaman görücem acaba... ona deki; onu çok merak ediyorum, gelsin konuşsun... çekinecek bir şey yok...
s.g.a.: (bir de bana sor) tamam... söylerim...

sonrasında üç mektup daha yolladım ve son mektupta sadece "bu akşam görüşmek üzere" yazıyordu.

akşam oldu. bendeki sinir stres hat safhada tabi... herkes son derse girdi biz bizim tayfayla beraber (ben deniz mustafa halil şimal tuğçe vs) kütüphaneyi düzeltiyoruz (!)
kapı her açıldığında deniz kapıya bakıyor sonra "bu da değil" bakışı atıp işine devam ediyordu... an geldi, herkes hazırlandı ve çıkmak üzereydi... tam kapıya adımını attı ki;

s.g.a.: deniz! (o sesim nasıl da titremişti...) biraz konuşabilir miyiz?
deniz: (kıpkırmızı olmuştu ama) kızlar s.g.a. bizimle konuşmak istiyor (bu kadar da salağa yatılmaz ki)
s.g.a: hayır canım. sadece seninle... özel olarak... ( artık ellerimin titremesi rahatlıkla görülebiliyordu)

masaya oturduk. derin bir sessizliğin ve kaçamak bir iki bakışın arkasından;

deniz: sen miydin?
s.g.a.: (bacaklarıma kadar titriyordum artık... sesim çıkmıyordu...) e... evet..
deniz: beni... beni çok... mutl... ( ağlamaya başladı!)
s.g.a.: (ağlama bak bende ağlarım) bi sorun mu var canım neden ağlıyorsun?!
deniz: kimse bana bu güne kadar yaşadığım son bi hafta gibi bir hafta yaşatmamıştı! o kadar mutluyum ki!
s.g.a.: (sanırım o da bana aşık!) çok sevindim! gerçekten! (bi elini tutabilsem...)
deniz: sen harika birisin!
s.g.a.: teşekkür ederim... sen de öyle... peki cevabın?
deniz: (ağlamaya devam)...
s.g.a.: (elini tut kızın!) hemen söylemek zorunda değilsin...
deniz:...
s.g.a.: ben beklerim... inan... ne zaman hazır hissedersen....

kafasını peki anlamında salladı... bi kere öptü beni... evet! öptü! insanın kalbi durur mu hiç! kafama sıksa daha iyiydi! canıma kastı var sanki... koşarak kütüphaneden çıktı...

o an için, o gece için dünyanın en mutlu adamı bendim! muzaffer bi komutan,leyla'ya kavuşmuş bir mecnun,küçük dağların efendisi! okulun yok yok ilçenin, hatta şehrin en yakışıklı çocuğu!

fakat ertesi gün öyle olmadı... bi kaç gün kaçtı benden... en sonunda aramızdaki dialog şu oldu:

s.g.a.: daha ne kadar bekleteceksin beni?
deniz: sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum...
s.g.a.: merak etme beklemek kadar canımı bir şey yakmaz...
deniz: sen çok iyi birisin s.g.a. ama...
s.g.a.: ama?
deniz: benim sınavlarım var... derslerime çalışmam lazım... ve sen benden daha iyilerine layıksın... vs vs...
duymuyordum artık onu... boş boş yüzüne bakıyordum... ne derse desin hala aşıktım ona...

kütüphane kolundan ayrıldım. okul dergisini bıraktım. en sevdiğim siyah kazağımı giymedim bir daha ve saçlarımı kestirdim... belki de yok yere en çok canımın yandığı zamanlardı o zamanlar... yaklaşık iki sene onu düşünerek , olanları düşünerek geçirdim... sonra yas tutmanın bir faydası olmadığını anladım... ve unutmaya çalıştım...

yıllar sonra ilk defa onu sokakta gördüm... normalde kalbimin yerinden çıkması,konuşurken kekelemem falan gerekirdi ama, hiç bir şey hissetmiyordum ona karşı... hatta eskiden daha güzeldi diyebilirim... uzanamadığım ciğere mundar demem... hala güzeldi... ama ben lisedeki o sarı saçlı tini mini kıza aşıktım...
--spoiler--
--
peşin edit: bundan sonra özet geçmek yok...