bugün

baba olma arzusu

erkekleri evliliğe iten nedenlerden biridir.

belli bir yaştan sonra hissedildiğini düşündüğüm eksikliktir, çocuk. düşündüğüm diyorum çünkü kimsenin adına konuşmak istemiyorum. ben, 3 senedir çok hissediyorum... özellikle bir kız çocuğum olsun istiyorum.

parktayım yine, sessizliğimin beynimi tırmalayan gürültüsünü, çocukların derinden ve neşe dolu fısıltılıarı ile bastırmak için. mutluluğu müjdeleyen sesleri duymakta zorlanmışımdır... bir köşeye çekilip seyre dalıyorum sevinç parçası her bir çocuğu. ortada sıçan denilen oyunu oynayan, 9 - 10 yaşlarında erkek çocuklara ilişiyor gözüm. yanlarına gidip, 21 aylık oynamak isteyip istemedikerini soruyorum. onlar ise bana, 201 aylık oynamayı öneriyorlar. o sırada elif göründü. sevinerek ellerini kaldırdı ve zıplaya zıplaya; "meraba!" diye haykırdı. elif, 2 gün önce konuştuğum kız. jimnastik aletleri ile dolu parkta, barfiks demirinden başlayıp sıralı demirleri baştan başa gezmişti. ben de kendisini tebrik ettiğimde, yanıma oturup bana okulda yaptığı sporları anlatmaya başlamıştı. 11 yaşında ve aşırı enerjik... bana, okulun futbol takımında olduğunu söylemişti, iki gün önce.

ben 201 aylık denen oyunu oynarken, elif de geldi yanıma. "sende mi oynuyorsun?" diye sordu. anladım ki bir başına idi. selam verdiği sırada yanında gördüğüm bir arkadaşı, yalnız bırakmıştı onu.

- arkadaşın nerede?
- bisiklete binip gittiler. hala da gelecekler... sıkıldım...

topu, elifin sıkıldığını öğrenince dışarı attım. kural gereği kaleye girmem gerekiyordu artık. bilerek yedim durdum golleri. artık oyundan elenme zamanımdı. elendim...

elifin yanına gittim, sordum:

- bugün demirleri dolanmıyorsun. neden?
- ellerim terledi var yaa! acayip... hemen kayıyo. keşke top olsaydı bizde de...
- gelirken getirin yanınızda. geçende ne güzel yakan top oynuyordunuz burada...
- getirdim aslında bir tane. ama küçük bir basket topu.

topu bana göstermek isteyeceğini biliyordum. bu yüzden, "hani? bakayım..." dedim. hemen ağzı kulaklarına varmış bir şekilde hoplaya zıplaya bisikletine doğru koştu. giderken bir ara durakladı ve bana; "gel!" diye seslendi. yanına gittim tabii ki. topu çıkarıp bana attı. hareket yapsana, diye gözlerini kocaman açarak istekte bulundu. ben de birkaç artistik hareket yaptım... alkışladı. yorulmuştum. takatim yok artık eskisi gibi. oturacağımı söyledim, kıza. o da peşimden geldi. yanıma oturdu. baktı baktı ve "hadi voleybol oynayalım" dedi. yorulduğumu belirttim tekrar.

- oturduğun yerde oyna sen. ben ayakta oynarım.
- ama voleybol bilmiyorum ben.
- ben öğretirim. bak parmak ucunla vur şöyle...

topu havaya atıp parmak uçlarıyla zıplatmaya başladı, elif.

- ben yapamam onu. parmaklarım sert.
- avuç içinle vur.
- elif! gerçekten bilmiyorum voleybol oynamayı, dedim gülerek.
- futbol oynayalım o zaman...
- bak o olur.

yorgunluğumu hiçe saymak zorunda kaldım, elifi kırmamak için. çocukken sıkılmak ve oyundan mahrum kalmak nedir çok ama çok iyi bilirim. parkın toprak olan tarafına geçtik. kız, kalemin neresi olması gerektiğini söyledi bana. kendi kalesini gösterdi sonra. şaşkın bi halde sordum:

- teke tek maç mı yapacaksın benle?
- evet...

"evet" derken yüzündeki ifade o kadar sevimli idi ki yorgunluğumdan eser yoktu. isteklendim ben de maç yapmaya. o an messi gelse kendime güvenerek çıkabilirdim karşısına, o gaz ile. ama yenilirdim o ayrı konu...

hemen kuralları saydı, elif:

- üçte biter maç... çalım atmadan şut çekmek yok. beni geçeceksin önce... önce sektirelim ve en çok kim sektirirse o başlasın ilk.

"beni geçeceksin önce" lafı, uzun süredir gülmediğim şekilde gülmeme neden oldu.

- ama ben senden zaten fazla sektiririm ki... benim başlamam demek olur bu.
- tamam sen başla al.

topu bana attı.

- en iyisi sektirelim biz. ama ben gözüm kapalı sektireyim; olur mu?
- olur.

gözümü kapatıp topu ayağımın üzerine attım. üç sektirdim. kız, gülerek topa koştu. alıp sektirmeye başladı ve dört sektirdi. ilk başlayacak olmak, kahkahalar atmasına neden olmuştu. ve o an söylediği iki kelime, bir orhan gencebay filminde en can alıcı, iç acıtıcı sahnenin, damar bir şarkı ile birlikte gözler önüne serilmeye başladığını izliyorum gibi hissettirdi bana. elif, bana "teşekkür ederim!" dedi.

ne yaptım ki ben? işte çocuk temizliği, saflığı... top sektirmede beni geçmesine izin verişime sevinmesi bir yana birini geçerek mutlu olabilme yetisi mükemmel bir şey... bu kadar basit bir şey ile...

ben ki hayatımı, ömrümü vermek istediğim, sözüne güvenip hayatımı şekillendirmeye kalktığım, kimseyi sevmediğim gibi sevdiğim, kimseyi özlemediğim gibi özlediğim, yokluğunda, bilirim ki akli dengemi kaybettiğim, hasretinden böğüre böğüre kusana kadar ağladığım bir kız tarafından heder edildim ki bu ne yaman çelişki? bir tarafta ortada bir şey yokken mutlu olabilen, teşekkür edebilen, bir anda beni önemseyen bir çocuk, bir yanda ise hayatımda yaptığım en iyi şeyi, sevme yeteneğimi hiçe sayan biri... bu çocuk mu fazla iyi yoksa sevdiğim kız mı fazla kötü? sevdiğim kız da bir zamanlar bu çocuk gibiyse, çocuğu bu saflıkta bırakmayıp, bir gün sevdiğim kız gibi, sevgiye değer vermeyecek hale getirecek olan hayat mı kötü? yoksa bu düzeni bu hayatı var eden kişiler ya da varlıklar mı? kim sorumlu?

güya evlenecektik... hani benim olmak istiyordun? hani erkek olursa çocuğumuz, adını kubilay koyacaktım, kız olursa sen seçecektin adı? hani şiddet içeren film izlemek isteyecekti çocuğumuz ve ben engel olacaktım izlemesine? hani osteoporozdan korunmanı istediğim için seni süt içmeye zorlayacaktım hep ve sen de karşı çıkmayacaktın? hanisin? neredesin?*
elif, 2-0 yenik duruma düştüğü maçtan 3-2 galip ayrıldı.