bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

t-shirtünü de al gel. gelmeden önce iyice giy şöyle bir iki hafta, iyice kokun sinsin. sen gidince bi tek o avutuyor beni.

mesela şimdi yine depreşti hasretin, açtım bilgisayarı, baktım resimlerine. hatta hala bakıyorum yan pencerede sinsi gibi yan yan. aldığın hediyeleri odamın her yerine serpiştirdim ki, ne tarafa dönersem döneyim gözümün önünde olsun. çok mutluyum sayende. ama bir yanım da isyanlarda resmen, yollar ve zaman yüzünden.

gitmesen ne güzel olur aslında. sen gelene kadar, yüzünü görene kadar her şey güzel, heyecanlı da; sana ilk sarıldıktan sonra içimi acıtan gerçek geliyor hep aklıma. sana sarılırken, kokunu içime çekerken, cennet bahçelerinden bir bahçe olan gözlerine bakarken, koynuna girip huzur içinde uyurken o gerçek yakıyor yüreğimi, paramparça ediyor:

"çok değil, en fazla 24 saat sonra gidecek. ona göre hazırla kendini."

insan buna nasıl hazırlanabilir ki. her gidişinde bir parçam kopuyor benden. her gelişinde o parçam geri geliyor. ve sen tekrar gelene kadar, lime lime ediyor zaman ve sensizlik o parçamı. kalbim paramparça oluyor sevgilim. çok acıtıyor yokluğun.

en kötüsü de kimseye belli etmeden yaşamak zorunda kalmak ve sorulan sorulara vermek zorunda olduğum yanıtlar.

"gelmeyecek mi?"
"ne kadar oldu görüşmeyeli?"
"e sen gitsene."
"ne zaman gelecek?"

sorulan her soruda, sensizliğimi anladığım her saniyede haykıra haykıra ağlıyorum içimden. gözyaşlarımı içime akıtıyorum artık. sorulan soruları "yakında" diyerek geçiştiriyorum. sonra...

sonra akşam oluyor. sensizliğim, en çaresiz zamanlarımda daha da çaresiz bırakıyor beni. ısınamıyorum. uyuyamıyorum. nefes alamıyorum. gözyaşlarımı serbest bırakıyorum sonra istemeden de olsa. sonra...

yine kimse duymasın diye kafamı yastığa gömüp ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.