bugün

blindness

yönetmenliğini fernando merielles'ın yaptığı ve başrollerini julianne moore ve mark rufaalo'nun paylaştığı enfes bir film.

-spoiler-

öncelikle, kitabını okumayıp doğrudan filmi izleyen bir bünye olarak, filmi izlerken "burada bir kopukluk var sanki anlayamadım, kitabı okusaydım anlardım herhalde" dedirten tek bir sahneye bile denk gelmedim. ha kitap çok daha derindir muhtemelen, o ayrı. ama blindness izleyiciye, anlatılmak isteneni aktarma konusunda ciddi ölçüde bir tatminlik veriyor. işte burada da yönetmenin güzelliği devreye giriyor. sevgili fernando merielles, "görmek nedir?" diye sorsalar ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. iki efekt yaptı diye işin piri sayılan meslektaşlarının çok ötesinde birisin sen benim gözümde. bundan sonra takibimdesin, haberin olsun.

filmin her karesinden, her repliğinden bir şeyler çıkarıyor insan. en dikkat çekmeyen sahnelerden bile. örneğin; kadın görmeyen kocasının bakımını üstleniyor, ona şefkatle bakıyor. fakat adam, karısının artık kendisini iktidar sahibi, saygı duyulacak ve şefkatle değil şehvetle bakılacak biri olarak görmediğini düşünüyor ve bu duruma tahammül edemiyor. filmde işlenilen diğer konulara bakıldığında önemsiz gibi gözüken bu durum bile, dünya üzerindeki kadın-erkek ilişkilerinin düzenini temsil etmiyor mu aslında? yani körlerle dolu bu karantina binası, aslında yaşadığımız dünyanın küçük bir maketi gibi. iktidar hırsı; kör olmasına karşın elindeki silahla tüm güce sahip olan adam; doğuştan kör olan adamın silah ve iktidar karşısında tüm ahlakını kaybedip yeni körlere eziyette bulunması; özgürlük peşinde koşan insanlar; tüm insanların yarı ölü pozisyonunda olup eşitken bile kadınların ezilmesi... bütün bu anlattıklarıyla küçük bir dünya göstermekte bize blindness. insanlar, görme yetilerini kaybetseler de yaratılışlarındaki hırsı ve kimi şeytani özelliklerini hiçbir zaman kaybetmeyeceklerini anlatıyor bu film. bu yüzden insan her bir sahnede şahsını ve düzeni sorgulamaktan kendini alamıyor.

filmin en etkileyici yerlerinden biri de gören kadının, filmin ortalarındaki bezmiş ruh haliyle, görmeyenlerin aslında ne kadar şanslı olduğunu farketmesiydi kanımca. başta ayrıcalıklı gibi görünen ablamız, dünyanın bu halini görebilen tek kişi olduğu için gittikçe yeryüzünün en acınası, en zavallı insanına dönüşüyor.

filmin kötü yanlarına gelirsek, seks sahnelerinin ve pisliklerin gösterildiği sahnelerin fazlaca uzun tutulması blindness'ın kanaatimce en belirgin eksilerinden. bahsi geçen sahneleri az göstererek de aynı güçlü etkiyi bırakabilirdi yönetmen izleyicinin üzerinde. film güzel olmasa kapatacaktım filmi orta yerinde, kalkıp gidecektim valla. bendeki de mide yani, bi yere kadar dayanıyor. bildiğin bokun içinden çıkmadık hacım film boyunca.

ayrıca bu filmi izleyip de ayna karşısına geçip "bu gözleri öperim ben" demeyen bir allah kulu da yoktur herhalde. şahsen ben dedim. bütün bu medeniyet, binalar, teknoloji, internet, televizyon, görselliğin artık herşey demek olduğu düzen... hepsi ama hepsi anlamsız kalıyor göremeyen bir dünya karşısında. yönetmen, yerlerde sürünerek yemek arayan insanları göstererek, hayvanların insanlardan daha üstün hale geldiğini gözümüze gözümüze soktu filmde.

filmin son sahnesi.. bu filme de bu yakışırdı diyorum.

-spoiler-

blindness izlediğim en iyi filmlerden midir bilemem ama emin olduğum bir şey var ki, bu film izlediğim filmler arasında en çarpıcılarından. evet hatta en çarpıcısı. emin olun çarpıcının anlamı, film izlendikten sonra çok daha iyi anlaşılıyor.
ve bu kadar laftan sonra son olarak, şiddetle tavsiye edilir.