bugün

17 ağustos 1999 marmara depremi

45 saniyenin yaptıklarını koca bir ömür boyunca bana, sana, ona, bize taşıtacak depremdir.

10. yılına yaklaştığımız her dakika hatırlayarak yalnız başıma gözlerimden yaşlar döktüğümdür ağustos 17.
koca bir hayatı değiştirmiş ve şu an yaşananların, şu an düşünülenlerin, şu an hissedilen ve şu an sevilenlerin böyle olmasını sağlayandır ağustos 17.
koca hayatları, yılların emeklerini, en büyük aşkları, en derin sevgileri söküp almış olandır ağustos 17.

üzerinden on sene geçti. koskoca on sene. koskoca denilse de, bir solukta. aslında birkaç salise hesabında, o 45 saniyenin götürdükleri yanında.
yıllarca uğraşıp didinip kurulmuş bir iş, mutlu bir yuva, geniş bir ev ve araba vardı. aile mutluydu. etrafta herkes birbirini tanırdı ve kardeş gibiydi. mutlu ve huzurlu bir hayat olabilirdi. yalova' da kalıp sonra üniversite için istanbul' a gitmek, sonra da hayatı kurup kendi ailene sahip olmaktı düşünülen ve hesaplanan.

ta ki...

bir gece sallandı herkes. bir gece sallandı planlar, bir gece sallandı hayaller, bir gece sallandı aşklar.. sonunda birçoğu enkaz altında can çekişerek öldü. can çekişti evet, kurulması için onca şey yapılanlar, tek seferde çekildi alındı insanların elinden çünkü.

45 basit saniye olarak anıldı. kimileri bu 45 saniyeyi ufak bir sarsıntıda apartmanın merdivenlerinden veya asansör ile inip sokakta sabahlamak olarak değerlendirdi.

değildi, allah kahretsin, değildi. ne inecek merdiven vardı ne çalışan bir asansör. beraber koşan komşular yoktu. can pazarının ortasında kurtulmak isteyen yaralıların üstüne atlayıp intihar edenler vardı. bir komşumuz vardı yeni evliydi. eşini kollarında tutuyordu. gözleri kan kırmızıydı. beyaz yok gibiydi. bağırmıyordu. bağıramıyordu. dişleri kırılmıştı sıkmaktan. damarları çatlayacak gibi çıkmaktaydı alnından. durdu. uzun uzun durdu. kırmızı ışıkların altında, toz bulutunun gölgesinde durdu, durdu, durdu. sevdiğine baktı. o kadar uğraştan sonra kurduğu ailesine, bir anda elinden kayıp gitmiş olan ailesine.. ve durmaya devam etti. gözlerine bakıyordu onun. baktı, baktı, baktı.. ve sonra zar zor şunları dedi haykırabilme ve bağırabilme imkanı bulabildiğinde ben biraz uzağında oturur ve hiçliği beklerken ailemle: 'bizim hakettiğimiz bu muydu esma? bizim aşkımız bu kadar mıydı? tüm yaptıklarımız, hayallerimiz bunlar mıydı?' ve sonra sustu. sustu, sustu, sustu, sustu ve sustu.. sonunda başını dikti ve 'bu ayrılık bu kadar çabuk olmamalıydı.' belindeki silahını çıkardı, bir ona, bir eşine baktı. 'olmamalıydı' dedi, 'olmamalıydı', 'olmamalıydı'.. etraftan sakinleştirmek isteyenler vardı, kurtulma şansı bulabilmiş birini daha kaybetmek istemeyenler vardı.. oysa o ailesini kaybetmişti, yıllarının sonunda hayatında anlam bulabildiği kişiyi kaybetmişti, duymuyordu, sadece bağırıyordu. sonunda baktı eşine ve 'seni seviyorum. geliyorum.' dedi. ardından....

iki kardeş vardı. karşı binadaki koca oyuncakçıda çalışıyorlardı. yolun ortasında yatmışlardı ve saatlerce ağlayışlarını izledim. tüm aileleri yok olmuştu. bir gece içinde varlıkları yok olmuştu, dayanakları yok olmuştu. oysa hep derdi, 'zengin olup sizi buralardan götüreceğim' diye annesine.

bunun gibi çok şey oldu o gün, gece, saat, dakika, saniye. inanın şu an düşünürken ve hatırlarken o zamanı ifade edebilecek bir kavram bulamıyorum.

eğer o deprem olmasaydı onca hayal yıkılmayacaktı. onca saf duygular, onca aşklar, onca planlar yıkılmayacaktı. hiçbiri o enkazların altında ağlamayacaktı. tüm bu kayıpların sebebi olarak insanların yanlış yollara girmesini gösteren ve 'iyi ki de oldu' diyenler var ya hani, onlara hep lanet etmiştim, hep demiştim umarım öyle bir şeyi yaşarlar diye. artık istemiyorum. onuncu yılında anar, ağlar ve hatırlarken, istemiyorum ulan, kimse yaşamasın böyle birşeyi. çocukluğumu siken o geceyi, tüm anıların amına koyan o geceyi, tüm yalova' dan soğutan ve korkutan o geceyi. siz bile yaşamayın. varın hakettiler deyin, varın siz iyi ki de oldu deyip mutlu olun. yaşamayın yeter ki. benim yaşadıklarımı siktir etmenin bende yarattığı sinir ve nefretten çok daha önemlidir hayaller, çok daha önemlidir insanlar, çok daha önemlidir çocuklar.... anlamanızı beklemiyorum ama ben bunu 'biliyorum'.

ve eğer o deprem olmasaydı hayatım böyle olmayacaktı belki de. tüm mal varlığını kaybetmiş bir aile olarak oradan oraya savrulmayacaktık. tüm herşeyini terkedip gitmiş, sıfırdan hayata başlamaya çalışan bir adam olmayacaktı babam. bizim için bu kadar boku çeken birisi olmayacaktı. ve ben bugün burada olmayacaktım. belki bu sözlüğü tanımayacaktım. bu bilgisayara sahip olmayacak, bu müzikleri dinlemeyecektim. hayatımda en çok değer verdiğim kişiyle hiç karşılaşmayacaktım belki de. aşklarımın hiçbirisi olmayacaktı belki de. bu kadar yaşadığım ve bu kadar acısı kalan olmayacaktı.

sonuçta oldu ve şu an buradayım. bundan mutluluk duymayı şerefsizlik olarak görüyorum kendi açımdan, bu benim görüşüm. gözümün önünde eriyip giden yıllar, çocuklar, analar, babalar, aşklar varken hala hatıramda gayet net, ben iyi ki kurtuldum diyemiyorum. ama teşekkür ediyorum tanrı' ya, isyan da değil.

hayatımda yaşadığım en kötü şeydi sanırım. sanırım diyorum çünkü ne değer, ne acı, ne zaman kavramlarını değerlendirebildiğim bir gün ağustos 17.

hayatıma ve nice hayatlara birden dalan, kiminin canını alıp kimini komaya sokan, kimini delirten, kiminin hayatını darmadağın edendi ağustos 17. oldu ve bitti, az önceki hayattan hiçbir iz yoktu. o bahsettiğim aile yoktu artık. sadece eniştemi bekleyen bir aile vardı. bir an önce o cehennemden çıkmaya çalışan bir aile. hiçbir varlığı olmayan, herşeyin koca bir sıfır oluverdiği bir aile.

on yıl oldu ve hala hatırlıyorum. dün gibi bile değil, tıpkı şu an kadar net olanlar aklımda. şu an hayatımda sahip olduklarım için uğraşılmasının, sıfırdan hayatlar yazılmasının sebebi oldu.

ama sonuç olarak oldu. sonucu bu. bir insanın yaşayabileceği en büyük canlı kabus olarak aklımda kazılı. bir hayata sahibim, kimisine göre iyi, kimisine göre kötü. ve bunun bu şekilde olması 17 ağustos' un suçu veya sonucu, ne derseniz. bir gün hayatımızda birşey oluverir, önem verdiğimiz herşey silinir, acınmaz, sökülür atılır ve hatta hayatımız diye birşey kalmaz. herşey sıfıra iner ve alırsınız daha hiçbir şeye doyamadan kalemi elinize, yazmaya başlarsınız hayatınızı anı anı, gün gün, dakika dakika.

bir gün hepimizin hayatları yok olacak elbette. bir gün hepimizi koyuverecekler bir toprağın altına elbette. ama bunun zamanıdır önemli olan. birdenbire yok oluvermesi kadar acısı yoktur. yıllarca emek verirsin, yıllarca uğraşırsın, her türlü şeyle karşılaşırsın ve sonunda 45 saniye oluverir, gelir alır hayatınla birlikte, bilemezsin bile. hissedemezsin bile.

on yıl sonra, ben ve benim gibi hayatları değişmiş, veya bir şekilde etkisi kalmış, sevdiklerini kaybetmiş tüm depremzedelere yeniden 'geçmiş olsun' diyor ve şu anda bunu derken bile utanıyorum, yüz bulamıyorum bunu bile demeye. çünkü geri getirmeyecek biliyorum, benim o eski hayatımı da geri getirmeyecek çünkü biliyorum. hiçbirşey diyemiyorum, sadece susuyor ve ağlıyorum. evet, erkekler de ağlar. yine de demek istiyorum hepinize, geçmiş olsun diyebilmek istiyorum, umarım kabul edersiniz. emin olun, acınızı paylaşıyorum, çünkü onun acısı ne biliyorum.

isterdim ki anlatabileyim daha saatlerce, kurabileyim cümleler milyonlarca bunun için, anlatabileyim, içimi dökeyim. ama yapamadım affedin, anlatabildiğim kadarını anlattım ve şimdi sürmekte olan hayatımın ortasında o geceyi hatırlayarak sadece susabildim, parmaklarımı bile hareket ettiremedim.

kimsenin başına bir daha böyle birşey gelmez umarım. bir daha bu kadar acımasızca silinmez hiçbir hayat, hiçbir değer umarım.

ve sadece sormak istiyorum, tüm o insanların hakettiği ölüm müydü? o çiftin hakettiği o muydu? bu çocukların hakettiği asla devam ettirilememiş hayaller miydi? çocukluk olarak hakettikleri çabuk büyümek miydi? ölümü görmek miydi?

evet diyorsanız, hiçbirşey diyemem. zaten cümle kuracak halde değilim içimden gelenleri yazmaktayım dalmış, gözüm kapalı bir şekilde, bu şekilde bir insanlığa, bu şekilde bir duygusuzluğa diyebilecek hiçbirşeyim yok üzgünüm.

hiçbir acı çekmeden, hiçbirşey kaybetmeden doya doya top oynamayı isterdim ben de. doya doya bir yerde tutunabilmek isterdim, daha iyi bir hayat için oradan oraya sürüklenmek değil.

hakettiğimiz bu muydu peki? yüreklerimiz cevap versin.

on sene sonra yeniden türkiye sorsun ve yürekler cevap versin: 'hakedilen bu muydu?'
güncel Önemli Başlıklar