bugün

kör bir meleğin şeytana aşkı

kör, sağır bir dünyadan, hilkat garibesi bir hikaye.

güzel bir kızdı tuğçe. buğday tenli, uzun boylu; o zeytin irisi güzel siyah gözlerine halel gelmesin diye muhafızlar gibi çevrelemiş upuzun kirpikleri ve beline bir ok gibi iniveren dümdüz saçlarıyla, afet-i devran bir karaşın. yüzü her daim güler ve o tebessüm edince dudakları ile çenesi arasında belli belirsiz bir gamze çukurlaşıverir; dünyadaki tüm iyilikler son bulduğunda kopacak olan kıyameti geciktiren de oydu belki. bebek gibi kokması da o sebepten...

iyi bir kızdı tuğçe. iyilik, görev bilinciyle değil de kalpten, bilerek, isteyerek, içinden geldiği için dünyayı katkılamak, insanların yanında olmaksa, evet tuğçe bir iyilik meleğiydi. gıkını çıkarmadan annesinin yardımına koşan, emek yorgunu babasını mütemadiyen iltifatlara boğan babasının bir tanesi, kardeş gibi gördüğü dostunun göz yaşına ortak ve kimi zaman da üç kuruş parasıyla çoluk çocuğu sevindiren neşeli, cıvıl cıvıl, bir peri...

sınıfından fazla dışarı çıkmazdı. arada bir kantine iner, arada bir de tuvalete giderdi. okuldaki ikinci senesinde, yine kantinden bir şeyler almış sınıfına dönüyordu; atilla'nın onu ilk görüşü de o güne rastlar.

atilla yakışıklı bir çocuk. oldukça zengin ve gerek babası gerek arkadaşları gerekse de kızlar tarafından çokça şımartılmış bir genç.

atilla, tuğçe'yi görür görmez yanındakileri dürttü:

- şşş, şu kız kim lan? oha, ilk kez görüyorum... iyiymiş aga. harbiden çok iyiymiş.
- valla ben de ilk kez görüyorum.
- şşş atilla, sen yaparsın bu kızı haa. jjj, aynen cebellezi moruk. heheheh

araya ortak arkadaşlar sokuldu, tanıştılar, sevgili de oldular. tuğçe, atilla'yı ilk gördüğü anda ruhu titremişti adeta, sonradan olacakların habercisi belki de.

uzunca süre birlikte vakit geçirdiler. her okul çıkışında beraberlerdi ve hafta sonları mutlaka buluşuyorlar, buluşmadıkları günler saatlerce telefonda konuşuyorlardı. aylarca böyle sürdü...

tuğçe fazla konuşmazken, atilla hep hareketli ve girişkendi. tuğçe, bir melek kadar iyiyken, atilla çoğu kez haddini aşıyor, hatta zaman zaman zalimleşiyordu bile. zengin bir kız sayılmazdı. hatta fakir bile denebilirdi. oysa atilla, tuğçe'nin aklının alamayacağı kadar zengindi. peki bu bir çelişkiler erotizmi, zıtlıklar romantizmi miydi? hayır, tuğçe'nin atilla'dan hiçbir beklentisi yoktu ki? bu, düpedüz aşktı...

bir gün "her şeyi sana anlatayım diye yaşıyorum sanki" dedi atilla'ya. atilla anlamamıştı, anlamadığını belli eder şekilde yüzünü ekşitti, başını kaldırmadan bir kulağını onda doğru uzattı. o bu hareketleri yaparken tuğçe sözlerine devam ediyordu: "çevremde olup biten her şey, etrafımda dönen her şey seninle konuşmak, paylaşmak için oluyor sanki. her şeyimin senin olması ne güzel!"

atilla uzun zamandır huzursuz; tuğçe'yse bunu göremeyecek kadar aşık. gülümseyerek anlatıyor: "biliyor musun, benim için bütün duygular sensin. mesela sevinçli bir şey öğrensem, bunu atilla'yla yaşamalıyım diyorum hemen. ya da birinin başına kötü bir şey gelmiş olsa, önce seni düşünüyorum, böylelikle tam derinde paylaşabiliyorum o üzüntüyü. bir şey senin başına gelmiş gibi düşünmesem, hissedemiyorum onu. jean-marc'ın chantal'a aşkı gibi..."

***

atilla dört yaşındayken annesini kaybetmişti. ünlü bir işadamı olan babası, annesinin eksikliğini hissettirmemek için, belki de babalığın bu şekilde icra edileceğini düşünerek her istediğini ona vermiş, sık sık yurt dışı seyahatlerine göndermiş, ara sıra yaptıkları konuşmalarda da onun hayata karşı dişli ve acımasız olması gerektiğini üst perdeden ve ezerek dikte ediyordu. atilla ise gündüzleri herkesi ezen, herkese kötü davranan, parasının açtığım tüm kapılar ardına kadar açılana kadar tekmeleyen bir zalim, geceleri cenin pozisyonunda uyuyan ana rahmine dönme arzusundaki bir zavallıydı.

atilla'nın, çevresinde konuşulanlardan ve çevresindeki insanlardan kolayca etkilenen bir yapısı vardı. uzun zamandır arkadaşları ve sınıfındaki kızların dillendirip durduğu "tuğçe çok güzel kız, senden iyisini bulursa affetmez aldatır" ya da "kız hem güzel, hem çulsuz. paranı yiyor senin, seni kafesleyip paranla neler yapacak kim bilir" gibi sözler aklından hiç çıkmaz olmuştu. tuğçe'ni her hareketi yapmacık, her sözü sinsi planının bir parçası gibi gelmeye başlamıştı. bir yandan "kimse bana oyun oynayamaz!" diye ego patlamaları yaşarken, bir taraftan da tuğçe'nin başka biriyle olma fikri onu delirtiyordu. her dakika bu huzursuzlukla baş edemez hale gelmiş, saplantıları uykularını da esir almıştı.

birkaç gün sonra tuğçe'yi arayıp, babasının cuma günü bir yurt dışı seyahatine çıkacağını ve geceyi beraber geçirip geçiremeyeceklerini sordu. özel bir gece olacaktı.

tuğçe çok heyecanlanmıştı. birileri görür diye dışarıda rahat rahat öpemediği adamı, kimseye hesap vermeksizin öpebilecek, uzun uzun sarılıp kokusunu içine çekecek, göğsüne yatıp izlemeyeceği bir filme göz ucuyla bakacak, belki bir kadeh şarap içip başı da dönecektir, kim bilir? hemen annesinin yanına koştu, kedi yavrusu gibi tüm şirinliğiyle yaklaştı:

- anne, cuma günü ayşen'in doğum günü varmış, gidebilir miyim?
- babana ne deriz kızım?
- ya söyle işte ayşen'de kalacakmış de. hadi bak atilla da geliyo, bişey olmaz.
- iyi hadi hadi ben hallederim babanı tamam.

***

büyük bir ev. tuğçe şimdiye kadar hiç bu kadar büyük ve şık bir ev görmemişti. hayran hayran her köşesine bakıyordu, fakat onu bu kadar mutlu kılan güzel bir evin içinde dolaşmak değil, sevdiği adamın her gün buraları adımlıyor olmasıydı onu bu denli istekle bakmaya teşne kılan.

atilla yine huzursuzdu. bir şey bekler gibiydi. oturduğu yerde düzenli olarak dizini titretiyor ve tuğçe'yi dişlerini sıkarak izliyordu. bir süre böylece sessiz oturdular. sonra, tuğçe'nin bir sözü akşamı ve sessizliği karnından boynuna dek yırttı: "ne kadar güzel! işte benim kocamın evi de böyle olmalı!"

tuğçe, bu güzelliği atilla'ya ve atilla'yı bu güzelliğe layık görürken; o ise pek tabii yanlış anlıyor, "tuğçe'nin gözü paranda, senden iyisini bulur bulmaz basar tekmeyi" sözlerini hiç bu kadar yakından duymadığını düşünüyor.

atilla, "demek öyle, demek senin kocanın böyle bir evi olmalı" diye söylenerek sakince mutfağa yöneliyor. tuğçe, tam olarak dediklerini duymamış olsa da sevimlice gülümsüyor ona. tuğçe: çok yanlış zamanda, çok yanlış bir yerde...

atilla elinde büyük bir bıçakla salona giriyor ve "orospu!" diye bağırarak tuğçe'nin gırtlağına savuruyor bıçağı. daha önce kimseye yumruk atma cesaretini bile gösterememiş olması sebebiyle gırtlağa isabet ettiremiyor, tuğçe'nin sağ kulağına geliyor o soğuk bıçağın darbesi.

sessizlik...

ağrılı... derin bir sessizlik...

tuğçe: çok yanlış zamanda, çok yanlış bir yerde; anlıyor... fakat atilla'nın ikinci vuruşu boynunu baştan başa yırtıyor. tuğçe'nin kalem gibi parmakları çaresizce titriyor, gırtlağından gelen hırıltıdan başka ses yok, gıkı çıkmıyor. kan fışkırdıkça daha bir zevkle vuruyor bıçağı atilla, "kimse benimle oynayamaz" diyor, "kimse benimle oynayamaz"

güzel başı, gövdesinden ayrılmış, öylece yatıyor tuğçe. bir annenin kefene sarılmış cansız bedeninin mezar dedikleri bir kuyuya savruluşu gibi, ya da bir babanın çaresiz ağlayışı gibi, iyinin yenildiğini haykıran bir sahne.

atilla biraz sakinleştikten sonra babasını arıyor:

- baba. baba, tuğçe'yi öldürdüm!
- ne? ne diyorsun oğlum?
- tuğçe'yi öldürdüm baba.
- nerdesin şu an?
- evdeyim. evde öldürdüm tuğçe'yi. bana oyun oynadı.
- sakinleş. sen iyi misin? hemen birini gönderiyorum ilgilensin. ben de hemen dönüyorum türkiye'ye. iyi misin sen?
- iyiyim. iyiyim.
- merak etme oğlum, hallederiz. hallederiz.

halletti de.

***

tuğçe, güzeller güzeli bir bahçede uyandı. hemen ötede annesi ve babasını görüp yanlarına koştu. annesinin melek kokusunu içine çekerken, babasının ellerini tutuyordu. tuğçe, bu güzel bahçede, hiçbir şeye özlem duymuyordu...

(herkesin başına gelebilecek bir hadise için "ailesi kızına sahip çıksaymış" diyebilen zalim devlet büyüklerine, hatırana zerre saygı göstermeyip seni çıkarları için kullanan medyanın iki yüzüne, katilini koruyan kollayan cümle lanet olası yüreksiz ve onursuza, orada burada "parası için cem'le birlikteydi zaten" diye söz kusan orospulara ve sana kıyanlara inat, huzurla uyu güzel münevver...)