şeytanın günlüğü

patron’un bahsi kaybetmemek için çamura yatacağı taa ilk günden belliydi.

adem’in soyu üredikçe üredi, her yeri doldurdular. bu arada insan’larla ilgili çok önemli bir şey keşfettim, nerede çokluk var orada mutlaka bir ,,,,luk çıkartıyorlar. fazla uğraşmam gerekmiyor bile, bir ikisine hafiften gaz veriyorum hemen bir maraza yaratıyorlar. çoğu zaman bana hiç gerek duymadan kendi kendilerine mükemmel işler çıkartıyorlar. bu arada, bazılarına suni olarak üzüm suyundan nasıl kevser üretilebileceğini gösterdim. iki kadeh içtiler mi öyle bir zırvalıyorlar ki ben bile şaşıyorum yaptıkları işlere. çok kısa bir süre içerisinde bütün kavimler yoldan çıktı. kimini ben dürteledim biraz, ama çoğu kendi kendine pişti. hehehe. tam “işte şimdi başka bahane bulamaz, ben kazandım” diyordum ki, patron bir sel yarattı dünyada, bütün elemanları boğdu. “nuh” diye birisini seçmiş aradan sadece, bir gemi yaptırmış buna, içine bir sürü hayvan doldurtmuş çifter çifter, geri kalan herkes geberdi gitti.

bu kadar da mızıkçılık olmaz ki canım. gittim, çaldım kapısını, huzuruna vardım. “nooluyor” dedim. “bu da sayılmaz” dedi.” ne demek yahu sayılmaz, bal gibi ben kazandım işte, hem niye boğdun adamları?” diye sorudum. baştan başlayacakmışız. onun hakkı üçmüş, üçüncü maçı da alırsam ancak kazandım sayılırmış. ohooo, var mı öyle iddianın ortasında kuralları baştan yazmak. neyse, terbiyemi bozmayayım diye bir şey demedim. iki kere kazanan üçüncüyü de kazanır nasıl olsa. “sen ufaktan ufaktan bavulunu toplamaya başlasan iyi olur” dedim sadece. cennetten çıkarken şöyle alıcı gözle bir baktım, kendime güzel bir yer beğendim, villa yaptırıcam tapuyu alınca. ben gittikten sonra arkamdan bir sürü konuşmuş, yok lanetlenmişim, yok rezilmişim, anca cehennemin dibine gidermiş falan filan. görecez bakalım kim nereye gidiyor.