kemalizm jakoben bir ideolojidir

3.bölüm
Fransız Devrimi'ni yapan Jakobenler pek çok konuda Rousseau dan etkileniştir. Küçük burjuvazinin temsilcisi Jakoben diktatörlüğü, büyük burjuvazi, kralcı aristokrasi ve dış düşmanlara karşı, küçük burjuvaziyi korumuştur. Türk Devrimin de de benzer bir özellik dikkat çekmektedir. Biz de ayrıcalıklı sınıflara karşı mücadele eden, küçük burjuvazinin (seçkinler) ortak çıkar ilkesine göre hareket edilmiştir.
“Jakobenizm, fransız devrimi’nin içte ve dışta büyük tehlikelerle karşılaştığı bir dönemde güç kazanmıştır. Touchard’ın belirttiği gibi, bu akını bir “vatan tehlikede” kuramıdır. Ama jakobenler’in vatanseverliği, şoven bir vatanseverlik değildi.
“Jakobenizm, Fransız Devrimi’nin içte ve dışta büyük tehlikelerle karşılaştığı bir dönemde güç kazanmıştır. Touchard’ın belirttiği gibi, bu akını bir “vatan tehlikede” kuramıdır. Ama Jakobenler’in vatanseverliği, şoven bir vatanseverlik değildi.l6 Rousseau’nım izleyicisi ve Jakobenler’in lideri Robespiere’e göre “Anayasalı hükümetin görevi Cumhuriyet’i korumaktır; oysa devrimci hükümetin görevi Cumhuriyet’i kurmaktır. Devrimci hükümetler daha esnek ve geniş hükümlere bağlı olmalıdır çünkü hızla değişen, hemen tedbir alınmasını gerektiren koşullarla karşı karşıyadırlar. Birden beliren tehlikelere aynı çabuklukla karşı koyabilmek için, bütün kaynakları seferber edebilme olanağına sahip olmalılar. Anayasalı rejimlerde bireylen kamu gücüne karşı savunmakla yetinilir. Oysa devrimci hükümetler karşı-devrimin saldırısından kamu gücünü korumak zorundadır. Devrimci hükümet, devrimden yana olan vatandaşlara tüm korunma ve gelişme olanaklarını sağlar, fakat halk düşmanlarına verebileceği tek şey ölüm cezasıdır.” Onun bu sözleri sanki iç ve dış düşmanlarla mücadele eden, tam bağımsız ve çağdaş bir ülke kurmaya çalışan Mustafa Kemal hükümetinin devrim sırasındaki tanımını yapıyor. Bu benzerliğin en önemli sebebi, Fransız Devrimi’nden oldukça etkilendiğini “Türk demokrasisi Fransa Devrimi’nin açtığı yolu takip etmiş” sözüyle ifade eden Mustafa Kemal’in devrim sürecinde Fransız Devrimi’nin kurumlarına benzer kurumlar oluşturmasıydı. Konvansiyon Meclisi türünde bir Meclis Hükümeti ve Devrim Mahkemeleri benzeri istiklâl Mahkemeleri gibi.
Jakobenler ülke içinde ve dışında karşı – devrimcilerle mücadele halindeyken, kendi içindeki muhalefete yer vermemişti. Dönemin koşulları seçim ve temsil ilkelerinin askıya alınmasına sebep olmuştu. Muhalefetin tasfiyesiyle terör (tedhiş) ve diktatörlük dönemi kendini iyiden belli ediyordu. Şüpheli şahıslar hakkındaki kanunla başlayan bu dönem her ilde kurulan devrim mahkemelerinin çalışmalarıyla iyice kendini gösterdi idamların yanında mahkemeye çıkarılmadan yapılan infazlar eklendi. “Mahkeme kararıyla idam edilen 14.000 kişiden %6.5’i din adamı, %8.25’i aristokrat, %25’i burjuva, %28’i köylü ve %31’i işçiydi. Yargılanmadan idam edilenlerle yaklaşık 40.000 kişi öldürülmüştü. Vatanın dış güçlere karşı tehlikede olmadığı bir dönemde vatan hainliği suçlamalarıyla yapılan idamlar diktatörlüğe karşı olan tepkileri çoğaltıyordu. Bu infazlar Jakoben hareketinin baskıcılığının ve şiddetinin kanıtıdır. Her kesimden ve sınıftan insanı yok ederek halkın kendilerinden iyice uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. Fransız Devrimi’nin Devrim Mahkemeleri’nden örnek alınmış olan istiklal Mahkemeleri, terör yaratmamıştır. Jakobenlerin devrim mahkemelerinin aksine Türk Devriminin istiklâl Mahkemeleri belli ve kesin bir amaca hizmet etmiştir. Kurtuluş Savaşı süresince asker kaçaklarını, savaşın karışıklığından yararlanıp kamuya zarar vermek isteyenleri ve karşı-devrimcileri cezalandırmak amacını gütmüşlerdir. Bu mahkemeler hiçbir zaman keyfî davranmayıp, günün koşullarına uygun olarak vatanın güvenliği ve yeni sistemin yerleşmesi adına kararlar vermişlerdir.
Jakoben döneminin önemli özelliklerinden biri Hristiyan dinine karşı uyanan tepki ve bu konu ile ilgili alınan kararlardır. Aydınlanma felsefesinin etkisinde olan Jakobenler dine karşıydılar. Katolikliğin yerini vatan ve hürriyet inancının almasını istiyorlardı. Katolikliğe ilk darbe isa’nın doğumuyla başlayan takvimi değiştirerek yapılmıştı. Bu takvim yerine Cumhuriyet’in ilk günü olan 22 Eylül 1792 tarihini başlangıç kabul eden yeni takvim getirilmiş, dinî bayramlar kaldırılıp, aylara doğa ile ilgili isimler verilmişti. Paris çevresindeki kiliseler kapatılmış, bunlar aklın tapınağı hâline getirilmişti. Bu dönemde, hükümet temsilcilerinin önderliğinde anti-katolik aşırı bir din düşmanlığı yayılmış ve Jakobenler, din üzerindeki sert tavırlarıyla halktan iyice kopmuşlardır. Aydınlanma felsefesinin “aklın egemenliği” ilkesi Türk Devrimi’nin de temelini oluşturmuştur ve dolayısıyla din konusunda reformlar yapılmıştır. Lâiklik ilkesinin esas amacı bireyi ortaçağın teokratik kurumlarından kurtarıp din ve vicdan özgürlüğüne kavuşturmaktı. Yüzyılların düzenini değiştirmek radikal kararlar gerektiriyordu. Mustafa Kemal de Hilâfet’in kaldırılmasından, popüler dinle (tarikatlarla) mücadeleye kadar zamanın koşullarına ters ve dolayısıyla dayatmacı bu kararların alınmasını ve yürütülmesini sağladı. Jakobenlerin lâiklik hareketi daha çok anti-katolik bir din düşmanlığı halini almıştı, halbuki Türk Devrimi için amaç dine zarar vermek değil onu “din oyunu aktörlerinden” korumak ve aklın yolu çağdaşlaşmaya ulaşmaktı. II. Cumhuriyetçiler’in Türk Devrimi’ni kuran kadroyu ateist lâiklikle ve anti-islâmlık’la suçlamasına en yerinde cevabı Mustafa Kemal’in kendisi verir: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.
Jakobenler’in hareketiyle Türk devrimi arasında bir takım benzerlikler olduğunu ve özellikle bu devirde alınan bazı radikal kararların benzerlerinin Türk Devrimi boyunca alındığını görüyoruz. Ancak, Jakoben hareketi zamanla üst-yapıya yönelik ve toplumun ortak çıkarını gözeten bir hareketten baskıcı ve halkı karşısına almış bir terör hareketine dönüşmüştür. Bu bağlamda, II. Cumhuriyetçilerin Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurtuluş ve kuruluş hareketini “Jakoben” olarak tanımlamalarının esas anlamı devrimi, yöneticilerin keyfî idaresiyle kurulmuş baskı ve dikta rejimi olarak görmeleridir.
Devrimlerin doğasında Jakobenlik vardır. Bir devrim sürecinde tam anlamı ile demokrasi olması beklenemez. Dünya üzerinde bugün istikrarlı demokrasiler olarak gördüğümüz devletlerin birçoğunda da. Demokrasinin başlangıç noktasını oluşturan devrim sürecinde anti-demokratik tavırlar olmuştur. Fransız devrim mahkemeleri 17.000 kişiyi idam ettirmişti. Yargılanmadan idam edilenlerle birlikte 40.000 kişi öldürülmüştü. Sovyet devrimindeyse aristokrat ve burjuva sınıfının çoğu ortadan kaldırılmıştı. Türk Devrimi’nde ise üç yılda istiklâl Mahkemeleri, 1.054 kişiyi asmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere, istiklâl Mahkemeleri amaca yönelik sertlik kullanmıştır, diğer bir deyişle savaş suçluları ve karşı devrimcilerin yargılanması ve infazını gerçekleştirirken keyfî davranmamışlar, fakat yeni kurulan rejimin temellerinin sağlam olması için gerekli istikran sağlamak yolunda gerekeni de yapmışlardır. istiklâl Mahkemeleri üzerine geniş çalışmalar yapan Ergün Aybars’a göre “istiklâl Mahkemeleri’nin devrim mahkemeleri oldukları nasıl bir gerçekse, terör mahkemeleri oldukları görüşü o derece yanlıştır.” Unutmamak gerekir ki, bu mahkemeler Fransız Devrimi’ndeki gibi sınıfsal bir amaca yönelik çalışmayıp millî bir dava uğruna çalışmışlardır. Aybars’a göre. “istiklâl Mahkemeleri kuruluşlarında öngörülen amacı büyük bir başarıyla yerine getirdiler. II. Cumhuriyetçilerin özellikle bu konuda yoğun ve asılsız spekülasyonlar yapmalarının muhtemel sebebi bu başarıyı sindirememeleri olabilir.
Türk Devrimi’nin ayrıcalıklı bir sınıfı tasfiye etmesinden dolayı demokratik bir yönü vardır. Taner Timur, “Her devrim egemen ve ayrıcalıklı bir sınıfı tasfiye ettiği ölçüde bir demokratik devrimdir” diyor. işte, Türk Devrimi.de monarşiyi ve teokrasiyi tasfiye ettikten sonra doğal olarak yeni rejimi korumak için karşı devrim potansiyelini engellemiş ve siyasî özgürlükleri kısıtlamıştır. Bu rejim baskısını karşı devrimcilere yapmış, devrimci fikirler tek parti döneminde de eleştiri özgürlüğü bulmuşlardır. Bu yüzden Türk Devrimi’nin kurduğu bu düzeni” demokratik otoriter” düzen olarak da nitelendirebiliriz.
Türk Devrimi, toplumun kültürünü aklın, bunun ürünü olan bilimin eleştirisinden geçiren ve ilerlemeyi hedefleyen Aydınlanma felsefesini benimsemişti. II. Cumhuriyetçiler’in (dinci kesimin bir kısmı hariç) dahi kabul etmek zorunda kaldığı bu hedefe nasıl ulaşılacaktı? Feodalizme ve ortaçağ kurumlarına takılı kalmış, genel eğitim düzeyi düşük halkın bu hedefe o koşullar altında ulaşması imkânsızdı denebilir. Aydınlanma devriminin sınıfsal önderi burjuvazidir; halbuki Türkiye’de böyle bir sınıf yoktu. Demek ki, tepeden inme olacak bu hareketi ancak küçük burjuvaziden oluşan yönetici kadrosu yapabilirdi. Çağdaşlaşma amacı güden üst-yapı reformları gerçekleştirilirken aynı zamanda genel eğitim ve kültür düzeyinin artırılıp halkın bu reformlara sahip çıkması hedeflenmişti. “Aydınlanma dünya görüşünün baş özelliklerinden birinin de, akılcı kültür değerlerini olabildiğince yaymak” olduğunu bilen devrimin yöneticileri, Halkevleri ve Köy Enstitüleri yoluyla bu reformları halkla indirmeye çalışmışlardı. Çağdaşlaşmaya ulaşmanın o koşullarda mümkün olan tek yolunu deneyen Türk Devrimi’ni “Jakobenlikle” suçlamak çok temelsiz ve taraflı olur.
Mustafa Kemal’in ilkeleri ve yöntemleri dikkatli incelendiği vakit onun “kendisinden sonra tek adamlar çıkmasın diye tek adamlık yaptığı” sonucuna varılır. Onun devrim süresince yaptığı reformların amacı lâik, çağdaş, kapitalist ve tam bağımsız bir demokrasinin önkoşullarını oluşturmaktı. Kendi döneminde iki defa çok partili demokrasi denemesi yapmasının temelinde bu amaç yatmaktadır. Karşı – devrim bastırılıp sistem yerine oturduktan sonra nihaî hedefe doğru daha kolay adımlar atılmıştır. O dönem bu şekilde “yukarıdan” değiştirildiği içindir ki Türkiye 1945’te çok partililiğe yumuşak bir biçimde geçmiştir. Unutmamak gerekir ki, Türkiye’deki muhalefet de bu tepeden inmeciliğin ürünüdür, muhalefeti oluşturan kadrolar bu tepeden inmecilik sayesinde oluşturulmuştur. 1950 yılında iktidarı devralabilen muhalefeti yaratan devrim ne kadar “Jakoben” olabilir. Demek ki, Mustafa Kemal’in tek adamlığından bu üstyapı reformlarına kadar devrimin her süreci demokrasi için bir ön-koşulmuş denebilir.
1920’lerin Türk Devleti’ni Jakobenlikle, anti-demokratik uygulamalarla suçlarken objektif olmak lâzım. Zira, 1920’li yıllarda dünyanın hiçbir yerinde tam anlamı ile demokrasi yoktu. 1920’lerde, bugünkü Avrupa ülkelerinin büyük bir bölümünde kadınların, A.B.D’nin bir çok eyaletinde zencilerin, dünyanın pek çok yerinde okuma yazma bilmeyenlerin, belli bir eğitim seviyesinde olmayanların, diploması olmayanların, belli bir oranda vergi vermeyenlerin, oy verme hakkı yoktu. Türk Devrimi’nden seneler önce burjuva devrimi yapan ve kapitalist düzene geçen bu ülkelerin anti-demokratik (ırk ve cins ayrımı hariç) bu uygulamalarının altında, yönetimde entellektüel seçkin bir zümrenin söz sahibi yapılması amacı yatıyordu. Bu ülkeler böylelikle, ülke insanlarının eğitim seviyelerinin seçkin bir yönetim altında yükselmesini ve demokrasinin daha sağlıklı ve temelli yerleşmesini sağlamışlar ve günümüzün demokratik hukuk devleti amacına ulaşmışlardır. Anti-demokratlıkla suçlanan Türk Devrimi ise yukarıda bahsedildiği üzere üstyapı reformlarıyla düzenini kurmuş ve halkın demokrasiye tam katılımını sağlayarak nihaî hedefi olan çok partili sisteme 1945’te geçmiştir. Batılı demokrasiler incelenince, “Türkiye’de çok partili demokrasiye geçiş için, kurumların ve kuralların tam manası ile yerleşmesi (1924 Anayasası yerine 1961 Anayasası gibi bir sistemin getirilmesi gibi) amacıyla belli bir süreye gereksinim vardı” sonucuna varılabilir.