bugün

türkiye nin seçim kafası

seçime giden türkiye'yi absürt bir hikayeyle anlatan, bugün yayımlanmış bir yazı: http://www.haber10.com/makale/38742/#.UxZGOz9_uJQ

--spoiler--
Evdeki kanepede ceset gibi yatıyorum. Zihnim çok yorgun. Karşımdaki televizyonda bir haber bülteni açık. Televizyonun sesine caddeden geçen seçim otobüslerinin şarkılı türkülü gürültüsü de ekleniyor. Kumanda uzakta. Ne kalkıp televizyonu kapatabiliyorum ne de pencereyi örtebiliyorum. Sonra eziyete dönüşen sesler sis gibi dağılmaya, giderek anlamsız bir hal almaya başlıyor. Hissizleşiyorum. Bilincim yavaşça kapanıyor. Uykuyla uyanıklık halindeyim. Halüsinasyon görmeye başlıyorum:

Saray gibi bir yerdeyim... Ortada devasa bir masa ve masanın üstünde devasa bir sandık var. O masanın etrafındaki sandalyelerde de birçok tanınmış ismin oturduğunu fark ediyorum. içerideki herkes kendi aleminde. Varlığımı pek umursamıyorlar. Aralarında öylece dolanırken yakınından geçtiğim kişilerin konuşmalarını parça parça işitiyorum:

(Gülen, Hz. Azrail’le yan yana oturuyor. Görüntü ürkütücü olduğundan yanlarında fazla duramıyorum.)

GÜLEN: Ben Cebrail (as)’ı çok severim; aşık gibi, burnumun kemikleri sızlar. Hiç görmediğim, tanımadığım bir melek bu. O bir parti kursa ben ona diyeceğim ki, sen bir parti kurdun ama ben seni desteklemiyeceğim.

(Sarıgül, çaresiz görünüyor. Karşısındakileri haşlıyor sürekli.)

SARIGÜL: Ben şahsen buraya gelmişim, bir Sarıgül olarak gelmişim. Mustafa Sarıgül burada ve siz heyecanlanmıyorsunuz bile!

(Öyle öfkeli ki, yanından geçerken sebepsiz yere alnıma doğru bir yumruk sallıyor. Ama hamdolsun teğet geçiyor.)

SARIGÜL: Teneke gibi durma, ya alkışla ya da kaybol!

(Oradan da uzaklaşıp başbakanın bulunduğu tarafa geçiyorum. Başbakan, arkasını dönmüş ve kısık sesle telefonla konuşuyor. Fakat ahizeyi açık unutmuş. Telefonun diğer ucundaki ses olduğu gibi işitiliyor.)

BAŞBAKAN: Alo Bilal, şeyleri şey yapsana.

BiLAL: Bir daha söyler misin babacığım?

BAŞBAKAN: Şeyleri diyorum, şey ediver.

BiLAL: Ha?!

YAVER: Yorulmuşsunuzdur efendim, biraz dinlenin.

PARALEL OTURANLARDAN BiRi: Yalnız öyle böyle değil, iyi dinledik.

SAĞIR BiR iHTiYAR: insanları dinle mi aldatmışlar?

RiZELi GiBi KONUŞAN BiR AMERiKALI: Biylerr! iğrienç planlarimiz sonüç veriyir. Terslileri devrreye sokarak ne kadar pis adamlerr olduğumuzu gö… (Sözünü keserler.)

BiR VATANDAŞ: Ne diyor lan bu?

iKi VATANDAŞ: Senin yüzün neden karanlık dostum? Ağzınla değil de sallayıp durduğun o elindeki yüzüğünle konuşuyor gibisin.

ÜÇ VATANDAŞ: Ya anlasanıza işte, tıpkı kurbağa olayındaki gibi!

BÜLENT ERSOY: Biraz durun, durun biraz!

EMRE USLU: Hahahaha! Hayır.

GÜL: insan gerçekten hayret ediyor.

KILIÇDAROĞLU: Bu şehrin trafik sorununu çözemediler. Ama Sarıgül… (Bir müddet düşünür.)

DUYARLI VATANDAŞ: Lütfen ama her kafadan bir ses çıkmasın!

BAHÇELi: (Elindeki hesap makinesiyle ayağa fırlayarak.) Kırk yapar!!!

KILIÇDAROĞLU: ... 5 yıl içinde istanbul’un trafik sorununu çözecek!

KADiR TOPBAŞ: Anlayamadım?

KAVRAYIŞ AiLESi: Anlayamazsınız.

SEZEN AKSU: Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz.

EROL BÜYÜKBURÇ: Saksı değilim ben!

ÇiLLER: Türkiye gibi bir ülkeyi bu tür halüsinasyan, bu tür hayali girişimlerle… halisülolo, halisiyu, halüs ee halüsyo, halisülale… bunu söylemekte, Türkçesini ifade etmekte sıkıntı çekiyorum.

(O sırada içeriye kalabalık bir artist grubu girer.)

iLBER ORTAYLI: Görüyorum ki aramıza yeni cahiller katılmış.

(Artist grubundakiler oradaki bütün kalabalığı bastıracak şekilde tek tek oyunculuk sergilemeye başlar.)

DENiZ ÇAKIR: Herkes oy verdi, bir ben kaldım yani?

SELiM BAYRAKTAR: Hangisine vereceksin be canım?

BUĞRA GÜLSOY: Kaç milyon, yetmiş?

iREM SAK: Çok bir şey değişmez öyle.

SELMA ERGEÇ: Bir oyla mı değişecek yani her şey?

MELTEM CUMBUL: Bir oyla mı değişecek her şey?

HARUN TEKiN: Bir oy da eksik oluversin canım!

OKAN ÇABALAR: Bir oy?

CANAN ERGÜDER: Bir oy.

SEDA BAKAN: Bir oy.

KORAY CANDEMiR: Sadece bir oy…

GÜVEN KIRAÇ: Minicik bir oy.

CEYDA DÜVENCi: Küçücük bir oy.

DOLUNAY SOYSERT: Oy senin sesin.

KENAN ECE: Oy ver.

RIZA KOCAOĞLU: Oy ver.

SARP AKKAYA: Lütfen oy ver.

MEHMET GÜNSUR: Oy ver... Bir oy, bir oydur.

MUSTAFA TOPALOĞLU: Oy oy Emine; nedir bu güzellikler, nedir bu güzellikler?

Sonra sesler ve görüntüler yavaşça dağılıyor ve kendime gelmeye başlıyorum. Son olarak görebildiğim kadarıyla da uzaylılar oradaki herkesi kaçırıyor. Fakat geride bir tek Mustafa Topaloğlu’nu bırakıyorlar. Ve o da masadaki sandığı zar zor bir kamyonetin arkasına yükleyerek oradan hızla uzaklaşıyor. Yoldan geçen biriyse yere uzanarak o kamyoneti kafasıyla durdurmaya çalışırken feci şekilde can veriyor.

Yattığım kanepeden doğrulurken belimin tutulduğunu anlıyorum. Pencereyi örtememiştim. Açıkta olan yerlerime soğuk yemiş olmalıyım. Ve aradan uzun bir süre geçmiş ki hava kararmış. Televizyondaki haberler bitmiş, yerine de Şefkat Tepe adındaki dizi başlamış. O an anladım ki, cereyanda kalan yerim aslında beynimmiş. Belim değil, aklım tutulmuş.

DiPNOT: itiraf etmeliyiz ki bu ülke seçim öncesi çok acayip oluyor. Gelişmeleri takip edenler yazdığım diyalogların ‘tamamen’ hayal ürünü olmadığını görecektir. Aslında ben sadece bir takım alıntılar yaptım ve onları ‘montajladım’!
--spoiler--