bugün

uludağ üniversitesi güzel sanatlar fakültesi

oyunculuk ve dramatik yazarlık ana sanat dalları mudanya yerleşkesinde olan okul.
türkiye'deki diğer üniversiteler arasında en az rağbeti gören okul (ankara üniversitesi dil tarih ve coğrafya fakültesi dramatik yazarlık ana sanat dalı'na 200 kişi başvurur, uludağ üniversitesi'ne 7 kişi. bunların 5'i asil, kalanları da yedeklere seçilir)
rivayete göre (herkes için değil ama) genellikle cin olmadan adam çarpmaya kalkan öğrencileriyle meşhurdur. kendi yeteneksizliğini hocalara, kampüsün yerine bağlarlar. asla kendileri başarısız değildir. bir yerlerde bir şeyler ters gidiyorsa bu kesinlikle dış sebeplerden kaynaklanır. kendi içlerinde pür-i paktırlar, büyük yetenektirler. allah'ım yarabbim o çehov es kaza bahçeye gelip otursa selam dahi vermezler.

çehov kim ki?

okulu kazandıkları anda (10 kişi arasından 5'e seçildiler misal) facebook iletilerinde ani değişiklikler göze çarpar.

'hoffff, yazarlık sancıları çekiyorum, çok acı çekiyorum, keşke başka bir mesleğim olsaydı, mesela bakkal olsaydım, dehlizlerden geliyorum, esrik, dağınık, sevişgen ruhum senin celladın olacak koca yürekli adam, senin teninin kavrukluğunu yüreğimle ısıtacağım"

tarzında yazarlar. liselilerin taptığı cezmi ersöz'ün ayaklarının altından öpesiniz gelir. tuna kiremitçioğlu haşa dostoyevski'dir.

çoğunluğu muhaliftir. yeri geldiğinde ne solculuğu, ne özgürlükçüyü kimseye bırakmazlar. ancak önüne gelenle sevişirler. emek, emek diye eylemlerde de bağırırlar. ancak dediğim gibi önüne gelenler sevişirler. çünkü onlar özgürlükçüdür. sevmek, emek vermek sadece dillerindedir.

şöyle dertleri vardır: hofff, şort giydim, dekolte t-shirt giydim, elimde birayla geziyordum ve lanet olası tekel bayii bana pis pis baktı. neden bakıyor ki, ben özgürlükçüyüm, ben frida kahlo'yum. insanlar ne kadar yobaz ya, nefret ediyorum. ühühühü.

insan tanımak nedir bilmiyorken, atmosfer koklamak ne anlama gelir bilmezken, herkesi suçlama eğilimindedirler. çünkü çok acayip solcudurlar.

imla kuralları nedir, ne değildir, en ufak bir fikirleri yoktur.

ben sanatçıyım, derler. 'yahu, ne sanatçısı, sen ne diyorsun?" diyeni de 'pis kıskanç, beni kıskanıyorsun" derler. çünkü alemlerin yaradanıdır, kainatın ruhudur, varoluşsal sancılar çekiyordur, elbette ki sanatçıdır.

başucu kitapları: çoğu yarım bırakılmış murathan mungan, hakan günday, tezer özlü, aslı erdoğan kitapları.

okuduklarını da anlamazlar. keşke hakkıyla okuyup üzerlerinde düşünseler.

en büyük zevkleri de: okulun duvarına yazdıkları 'insanlar kötüydü, kitaplara sığındım" yazısının önünde açılı durup siyah beyaz filtredikleri fotoğrafı instagram hesaplarına koyup sevenlerinin beğenisine sunmak.

çünkü onlar entel, sanatçı, değişik, özgürlükçü, solcu, ayrıksı, esrik, sevişgen insanlar, insanlarımız.

eylemlerde "sansüre hayır" diye bağırırlar, ancak bir tane oyunlarının oynandığı yoktur. yazmamışlardır zaten. hiçbir oyunları sansürlenmemiştir. kim ciddiye alıp onları sansürlesin ki? sevişmek, yaralı yüreğinden öptüğüm, ayrıksı, esrik.

çok kötü yazarlar, ancak yazdıklarının şaheser olduğuna inanırlar. mesela, düşük not aldıkları zaman, metinlerinde çok sert olduklarını, müthiş sansür gerektiren yazılar yazdıklarını sanarlar. argo kelimeler kullandıkları için yazılarının beğenilmediğini düşünürler ve tanrım, bu defa eskisinden daha fena solcu olurlar. hep solculuklarından çekiyorlardır çünkü. çektikleri sancıları biraz olsun dindirmek için ayakkabılarını çıkarıp gece gece gizlice kendilerini topraklarlar. çünkü fazla sanatçı olunca böyle tuhaf ayinler yapmak gerekir, sizler anlamazsınız.

hepsi için değil elbette, bunu bir daha belirtirsem zopaynan kovalayacaksınız zira.