bugün

din

wikipedia tanımına göre;

--spoiler--
genellikle doğaüstü, kutsal ve ahlaki öğeler taşıyan, çeşitli ayin, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar ve ibadetler bütünü.
--spoiler--

olarak ele alınan, toplumun genelinde de bu şekilde algılarda yer edinmiş bulunan; sosyal, siyasal, etik kurallar bütünüdür.
galiba tehlike laflar ettim, siyasal, etik... aranızda dini siyasete alet etmek gibi laflardan ürperti duyan arkadaşlar var, ancak benim anlatmak istediğim siyasi bir perspektif olarak din olgusu, adına fıtrat dediğimiz modern tabirle içgüdüsel olan ortak ve evrensel insan yönelimleri çerçevesinde sosyal siyasal, etik kuramlardan oluşan bir yapıdır. dini siyasete alet etme olgusu, farklı ideolojilere, sekülerizme de oranlanabilir. stalin neydi? pol pot neydi? tabi ki sıkı bir materyalizm yanlıları idi. yani kendilerinde din olgusu yoktu. katliamları bir dine dayanarak değil, seküler algının verdiği ilhama göre yapıyorlardı. sizler ise stalin gibileri kendinize idol bellerken muhammed peygamberi ''bedevi kan içici, savaş meraklısı'' bir arap olarak görüyorsunuz. bunun adına ilke deniyor değil mi?
konumuz bu değil, yeri geldiği ve kavramsal kapsamın geniş olması sebebi ile bu ilkesiz tavra da değinmek istedim.

dinin siyasal bir olgu olduğunu söylemiştim; evet tarihsel sürece baktığımızda islam'dan binlerce yıl öncesinde bile dini hareketlerin siyasi bir karakter taşıdığı ortadadır. mesela zerdüşt; mesela ibrahim, musa, isa; maniheizmin kurucusu mani hiya; mazdek...
tüm bu adını saydığımız insanlar kurumsallaşmış dini-siyasi hareketlerin karşısına, haksızlığa haykırma odağıyla ortaya çıkmıştır. ali şeriati'nin dine karşı din kitabı bu konuyu etraflıca işlemiştir, okumanızı tavsiye ederim.
mazdek neden isyan etti? zerdüşt dinini eşekleştirme aracı olarak kullanan mubidlere, dihkanlara; kendini ahura mazda'nın yeryüzündeki temsilcisi sayan kisralara, şahlara neden başkaldırmış ve bunu da teolojik temelli bir program ile yapmıştır. bunu orta çağ dünya konjonktürel yapısı ile de açıklayabilirsiniz -ayrıca doğrudur, orta çağ islam dünyasındaki gelişmeler bile bunu doğrulamaktadır- ayrıca bunu şimdiler de çokça savunulduğu gibi ''devrimci'' bir hareket olarak da algılayabilirsiniz.

peki muhammed peygamber bizzat kendi ailesinin mekke'deki siyasi ve sosyal nüfuzuna ve gücüne rağmen neden ilk olarak kendi amcaları ile karşı karşıya gelmiştir? peygamber kureyşlidir ve kureyşin haşimioğulları ailesindendir. işin ilginç olan yanı peygamber ve müslümanların en çok savaştığı kabiledir. yani kendi içinden çıktığı topluma dur diyen bir muhammed var ortada. kureyş ise malum, mekke'nin en güçlü kabilesiydi. hatta medine'deki hazrec, evs gibi kabileler beni kurayza oğulları islam öncesi dönemde oldukça korkarlardır kureyşlilerden. hatta kureyşin soylu ailelerinden olan , Ümeyye(emeviler), Nevfel, Zühre, Mahzum, Esed, Cumah, Sehm, Teym, Adiy gibi aşiretlere oranlarsak, haşimiler ile emeviler kureyş'in en kudretli iki ailesiydi. daha doğrusu mekke'nin ''kaymağını yiyenler'' bunlardı. hatta kureyş bu gücünü peygamber'in 5. kuşak atası saydığımız Kusay bin Kilab'a borçluydu. bu detaylarla açıklamak istediğim asıl konu ''elit'' denebilecek bir ailenin çocuğu olan hazreti peygamber hangi maslahata binaen, bu güce bu siyasi nüfuza binaen kabilesine dur demiştir.

başta da söylediğim gibi din olgusu siyasi sosyal bir aktivitedir. yahudileri hatırlayın, mısırlıların zulmü altında yıllarca yaşadılar sürgünlere gönderildiler hem de çöle. musa geldi ve bu adaletsizliği bertaraf etti.
yine museviler roma zulmünün altında iken isa geldi ve onlara umut oldu. muhammed geldi, habeşli ''zenci'' kölenin hakkını savundu. onun diğer insanlarla eşit olduğunu bağıra çağıra söyledi. şunu açıklamak gerekir ki din olgusu ve tanrı teselliden ibaret değildir.
benim sizlere çizmek istediğim dinin semantik çerçevesi; din denen kurumun, bugün insanoğlunun modern zamanlarda elde etmeye çalıştığı; çağlar, sınırlar, uluslar üstü etik bir yordamın ta kendisidir. din bu sebepten fıtridir. kafanızdaki kozmik ve ezoterik din algısını yıkmadıkça, dinin dünyevi boyutunu ve bu boyutun tanrı'nın sınırları çerçevesinde hem dünyevi hem de ahiret hayatındaki izdüşümlerini nazara almadıkça din her durumda inananlar ya da inanmayanlar için mistik bir öğe olarak kalacaktır.
hayır; tam tersine din sadece tapınak kültürünün, ölü gömme ritüellerinin olduğu foklorik kuramlar dizisi değildir. din doğrudan toplumsal karmaşanın, adaletsizliğin, gerektiğinde onurluca savaşmanın tetikleyici gücüdür.
din yozlaşının alelade bir hayat biçimi olduğu durumlarda topluma ''dur'' diyebilmenin ''manifestosudur''. dini siyasi terminolojilerle açıklamak durumunda kalıyor olmak gerçekten yorucu, çünkü insanların algısındaki din dediğim gibi siyasi, dünyevi normları barındıran bir hayat tarzı olmaktan çok ezoterik bir şey gibi algılandığından dolayı, son 200 yılda ortaya atılmış olan siyasi kavramları kullandığınızda sanki dine bunu yaklaştırıyormuşuz gibi bir hava doğuyor. hayır, bu tamamen çarpık din algısı ve tanımından ileri gelmektedir.

dünya üzerindeki ilahi olan ya da olmayan tüm din önermelerini toplarsanız birbirinden farklı şeyler söylemediklerini görürsünüz. sadece ritüel farkları vardır arada ve tanrı ontolojisi ve algısı değişkenlik gösterir. bu bakımdan tüm dinleri, anlayışları hatta felsefi öğretileri bir araya toplarsanız, hepsinin insanlık tarihinin ortak geçmişinin izlerini taşıdığını ve aynı mirası birbirlerine çeşitli şekillerde aktardıklarını görürsünüz. bu bakımdan din (herhangi biri olabilir) insanlığın kayıp geçmişinin izlerini günümüze taşıyan başta da belirttiğim gibi sosyal, siyasal ve etik kuramları barındıran hem uhrevi hem de dünyevi bir kurallar bütünüdür, hukuktur. ayrıca dinin sözlük anlamlarından biri ceza hukukudur. tam olarak din olgusunu açıklayan bir karşılık.
din, tek bir yönü tek bir penceresi olan bir konu değildir. bu bakımdan din tanımı ve algısı üzerinde önemle durulması gerekmektedir.