bugün

çed

küçük firmaların sürünmesine neden olan ancak iş hükümet projelesi oldu mu göz ardı edilen rapor türü.

istanbul'a üçüncü havalimanı ve kanal istanbul ile ilgili Amiral Deniz Kutluk tarafından yapılmış çevresel konulara ilişkin eleştiriler aşağıdadır.

---- alıntı -----
üçüncü bir havaalanı inşası için istanbul'un esas su alanları tehlike altına atılmıyor mu? Bunu belirleyen Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED) daha hazırlanırken bu su kaynaklarına yaratılacak tehlike göl ve göletlere su birikintisi gibi önemsizleştirici sıfatlar yakıştırılıp çevre tahribatına maksatlı gidilmiyor mu? Eksik de olsa hazırlanmış ÇED Raporu henüz itirazlara açık ve askı süresi içinde iken yetkililer kalkıp da havaalanı ihalesini yapmadı mı? Bu amaçla 650.000 ağacın kesilmesine başlanmadı mı[ii]? Atatürk ve Sabiha Gökçen havaalanları ile 75 milyonluk yolcu kapasitesine ulaşılabileceği uzmanlarca belirlenmiş iken bu üçüncünün bir diğer gerçek havaalanı ihtiyacı olduğunu kim savunabilir[iii]? Her Türk vatandaşı yılda bir kez yurt dışına istanbul’dan uçsa bile yeterli olacak bu kapasiteden daha fazlasına ne gerek var, kim açıkladı, kim hesapladı?

Henüz 70 bin kadar yerleşkede evsel atıkların ıslahı ve geri kazanımı için drenaj, kolektör ve arıtma alt yapısı yok iken 40-50 milyar dolarlık bütçeler Yüksek Planlama Kurulundan istanbul Boğazına alternatif kanal açılımı için prensipte ayrılmış değil mi? Türkiye'de gereksiz yapılara bunca bol ve sarf edecek mali kaynak var ise, mahalli yönetimlerin Avrupa Birliği fonlarına muhtaç edilmeden arıtma ve çevre duyarlı yapılarını tamamlatabilmesi gerekmez mi? Bu suni istanbul Kanalının getireceği diğer sakıncalar yanı sıra, Marmara denizini Karadeniz kirlenmesi ve dip akıntısı eksikliğiyle "çöplük" haline getirebileceği, tüm istanbul su kaynaklarını tuzlulaştıracağı ve bu mega kentin susuz, kötü kokan bir çöplük haline dönüşebileceği ve hatta tüm istanbul'un terk edilmesine dahi neden olabileceği bilimsel hipotezi[v] dikkate alınmış mıdır? Denizdeki oksijen oranının ve canlılarındaki zengin çeşitliliğin Marmara'da büyük ölçüde zaten kaybedilmiş olması da dikkatlerden kaçmış olmalıdır[vi]. Karadeniz'den gelen kirliliğin birim zamanda 2-3 milyar metreküp su akışı olan boğazlardan[vii] Marmara kıyılarına etkisi değerlendirilmeden benzeri nitelikte büyük projelere kalkışılması çevre duyarlı bir yaklaşım sayılabilir mi? Yerinden yönetime ve çevre değerlerine önem verilmesi bununla bağdaşır mı? Hele istanbullulara "bu kanala ne dersiniz" diye soran oldu mu? Oysa ÇED Raporlarının bir önemli işlevi de halkın bununla ilgili bilgi-belgeye erişimi, görüş sunması ve bunların çevresel kararlarda dikkate alınmasını gerektirmesidir. Sahi bu aniden ortaya çıkıveren kanal istanbul'da 2009’da yüzlerce uzmanın üç yıllık bir çalışma sonucunda hazırlandığı kamuoyuna gösterişli şekilde açıklanan 1/100.000'lik istanbul Çevre Düzen Planında neden yoktu veya gereksinim duyulmamıştı? Üstelik "kalkınma planları hazırlamak" ve bunların "bütünlüğünü bozacak değişiklikleri önlemek" Anayasa m.166 ile icra organına düşen bir görev[viii] iken! Ancak tam 19 yıldır aynı siyasi görüşü izleyenlerin yönettiği megakent istanbul'da varılan durum "kent arazisinin ranta dönüştürülmesi ve rantın yakınlara aktarılması esası ile[ix] kentliler için çekilmez bir halde ise, doğa ile bütünleşmiş yaşamı özleyenlerin kenti terk etmekten başka bir seçeneği kalıyor mu?

ÖNEMLi PROJELER ÇED DIŞINA

Bu konuda sürpriz bir gelişme de Hükümetin yukarıda eleştirilen ÇED raporu eksiklerini gidermek yerine ÇED Raporun uygulamasını tamamen yok eden bir yasayı TBMM çoğunluğuna kabul ettirerek 1) istanbul'a üçüncü köprü, 2) Üçüncü havaalanı,3) Gebze-izmir otoyolu 4) Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajını, 5) Nükleer santraller gibi çevreye dev etkisi olan projeleri Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkartmasıdır. Böylece Türk vatandaşlarının öz malı olan çevre onlara sorulmadan, vekillerinin siyasi tasarrufu ile yok edilebilecek olmasının adaletsizliği hukuki kılıfa sokulmuş olmaktadır. Bu durum gerçekte ise çevreye görülmemiş ve telafisi çok zor zararlar verirken, Türkiye'nin taraf olduğu onlarca uluslar arası anlaşma, sözleşmeden doğan taahhütlerini Anayasa'nın 90/son maddesi de ihlal edilerek yok sayılabilecektir. Dahası bu haber ana akım medyada sadece Hürriyet Gazetesinde Yalçın Bayer'in köşesinin dibindeki bir 10 santimetrelik haber dışında hiçbir şekilde basında yer almamış görünüyor. O halde halkın da söz sahibi olduğu ÇED eksiklikleri düzeltilmeyip tamamen usul düzeni yok edilerek konu Türk halkının tepkilerinden de kaçırılmaya çalışılmıştır[x]. Muhalefetin bu konuda ne yaptığı ise belirgin değil! Sonunda Taksim Gezi işgali patlak vererek gençlerin doğaya ve çevre düzenine sahip çıkması ile gözlerden kaçırılanlar hem Türk kamuoyunun hem de dünyanın gündemine oldukça etkili şekilde taşındı.

---- alıntı -----
http://www.odatv.com/n.ph...zi-parki-degil-0207131200