üniversitede merhaba denilen ilk kız

... (bkz: lisede yaşanan saçma sapan aşklar) 'dan sonra... (bkz: üniversitede eve atılan ilk kız) 'dan önce...

günler günleri kovalıyor ve hemen hemen her gün arkadaşım Fatih'le birlikte sürekli o eve çıktığımız ilk günkü tarihi toplantımızı değerlendiriyoruz. 'hatırlıyor musun lan, ilk kim eve kız atarsa diğeri evi boşaltacaktı diye konuşmuştuk' diye soruyor bana her konu açıldığında. sigaramdan derin bir nefes çekip, karizmatik bir şekilde dumanını verdikten sonra 'hatırlıyorum, daha dün konuşmuştuk' diyorum.

Fatih'le birlikte yaşadığımız herhangi bir anı unutabilmem imkansızdı. ikimizde okula gitmezdik ve ikimiz de 8 saat aynı koltukta oturup play station oynardık ve ikimiz de günde 3 öğün aynı masada yemek yer, ikimiz de 10'ar saat farklı çekyatlarda uyurduk (rüyasında karabasan gördüğü gece dışında) ve ikimiz de can sıkıntısından (akrep burcumun da etkisi var tabi) mütevellit sebeplerden ötürü, farklı odalarda günde 3'er posta 31 çekerdik. Fatih'le aynı çatı altında bulunmadığımız tek zaman dilimi; gündüzleri uyandıktan sonraki, sırası gelenin dışarı çıktığı o yorucu beş dakikaydı.

yine o anlardan biri gelip çatmıştı. yeni bir güne uyanmıştık, üstüne üstlük dışarı çıkma sırası da bana gelmişti. bünyem ister istemez aşırı dozda adrenalin salgılıyordu. gardırobumu açıp cicilerimi giydim. (yanlış anlamayın sakın. pijamalarla bakkala gidebilecek medeni cesarete sahibim aslında. kıyafetlerimi giymemin asıl sebebi; biraz pislenip kırışmalarını sağlamak. aksi takdirde istanbul'a döndüğümde babam hiç okula gitmediğimi anlayabilir. annem saftır ama babam kesin anlar.) o gün rutinimi bozup fatih'e sormadım bile dışarıdan bir şey isteyip istemediğini. 'sikerler' dedim kendi kendime. bu dejavu da eksik kalsın yani. ne kaybederdim ki?

hava soğuktu. vay anasına, resmen kış gelmişti. önce erzak işini halledip dönüşte de tekele uğrayacaktım. pastaneden poğaça mı yoksa fırından simit mi ikileminde kalmıştım yine. simitçiden 15 simit istediğinizde, sağ olsun 3 tane de gönlünden kopardı. pastaneci teres ise biraz cimriydi fakat poğaçanın içindeki peynir sayesinde vitamin eksiğimizi karşılıyorduk. aklıma bu konuyla ilgili Fatih'le yaşadığımız büyük tartışma geldi;

- yine mi simit aldın amına koyim?
- hee.
- oğlum; eve yanlışlıkla kız atsak, kız dese ki ağzıma boşal, sonra da spermlerimizi yutsa?
- evet?
- ne eveti amına koyim. tadı odun gibi olacak işte simit yemekten.

şu ayrıntıyı düşünebilen biriyle aynı evde yaşamanın haklı gururunu bir kez daha yaşayıp pastaneden poğaçaları aldım. dönüş yolunda da her zamanki gibi taşşak geçileceğim tekele girdim.

- merhaba abi.

içki satan bir yere girdiğim için 'selamun aleyküm' dememeliyim tiribinde olduğumu sanmayın. tekelci abi siksen 'aleyküm selam' demezdi. aslına bakarsanız ben de bir zamanlar sikseler merhaba demezdim. 'büyük konuşma bak, sonra başına gelir' nasihatının hayatımdaki tezahürü bu olayla başlar.

- iki paket marlboro, iki paket de kısa winston soft değil mi, dedi pis pis sırıttıktan sonra.
- evet abi.
- al bakalım. fatih'e de söyle, onun için özel bir köpeköldüren geldi yeni. tam istediği gibi, iki lira, dedi sırıtmadan önce.

fatih; her gün bu abimize gidip en ucuz köpeköldürenin fiyatını sorar, eğer 3 liranın altında bir fiyat yakalarsa da hayatta acımaz, alır eve gelir ve yaklaşık 20 dakikada içerdi. sanırım 7-8 sene sonra midesinden ameliyat olma sebebi de(2 aydır tavada bekleyen köfte yağını ısıtıp petrol kıvamına getirdikten sonra ekmek banıp yemesini de yadsımamak gerek tabi) bu köpeköldürenlerdi.

- hay amına koyim be abi, bana ne fatih'ten. ben marlboro içen, efes ekstra ve votka tüketen bir adamım. git onla taşşak geç. ezik değilim ulan ben. değilim işte.

şeklinde haykırmak isterdim bu yüzden tekelci abiye her seferinde. neyse ki bunu yapabilmek göt isterdi.

bütün görevlerimi tamamlayıp apartmana girebildim en sonunda. asansörün 5. kattan gelmesini bekledim. ne ara biri gelmişti de 5. kata çıkmıştı. tamamen gereksiz bir vakit kaybıydı bu benim için. neyse ki geldi. asansörün kapısını açıp aynadaki 'ben'i gözden geçirdim. plan belliydi, 4 kat sürecek bu yolculuğumda her zamanki gibi bana en yakışan favori bakışımı bulmaya çalışacaktım. geçenlerde bulduğum sert bir bakış vardı aslında. onu fotoğraf çekilirken sahaya yansıtabilmem için asansör aynası önü provaları benim için çok önemliydi.

işte tam bu düşüncelere gark olmuşken bir yandan asansör kapısı kapanıyor bir yandan da sahanlıktan kulaklarıma topuklu ayakkabı sesleri geliyordu. kalbim hızla çarpmaya başladı birden. hassiktir. hemen arkamı dönmeliyim. hassiktir olaylar ne çabuk gelişiyor, doğru tahmin etmişim. kapıyı son anda tutup kendine doğru çeken elin parmaklarının tırnakları, kırmızı ojeyle özene bezene süslenmişler. hassiktir. resmen kız lan bu. bildiğin kız.

- merhaba.
- merhaba.

adama böyle yedirirler işte büyük konuşmayı. 2 dakika içerisinde ikinci kez birine merhaba diyorum. nasıl ya? ne saçma şeyler düşünüyordum ki ben? umurumda mı ki tükürdüğüm bir şeyi yalamak? o an yalamayı düşüneceğim şeyin böyle saçma bir şey olmasına imkan var mıydı ki?

birlikte üç kat çıktık bu güzel kızla. karizmamı sarsmamak (sonraları anladım ki utangaçlıkmış o meğer) adına selamlaşmamızın ardından bir daha kendisine dönüp bakmadığım (bakamadığım) tam üç kat.

- iyi günler.
- iyi günler.

yuh amına koyim. papağan mısın lan sen? bari 'size de' deseydin kamil. tüh ya. hadi 'iyi günler' dedin. bari başına 'size de' ekle, sertliğinde ve subjektifliğinde özümü eleştirdikten sonra, inmeden dönüp tekrar aynaya baktım. sorun yoktu, gayet yakışıklıydım. sırada bu yaşadıklarımı fatih'le paylaşmak vardı.

- fatiiiih?
- nerdesin amına koyim açlıktan öldüm.
- oğlum asansöre ilaç gibi bi kız bindi lan!!
- hasssssiktir lan!!!!!

fatih; 'asansöre iki gergedan, üç fil ve bir fare bindi' minvalinde bir durumla karşılaşsa dahi soğukkanlılığını kaybetmeyecek bir karakter idi. fakat bir kızın bindiğini duymuş olması, olayı bizzat yaşamış benden bile daha heyecanlı hale getirdi onu. teskin edilmesi gerekiyordu.

- al al, poğaçaları ye.
- siktir et oğlum. anlatsana, bir şey konuştunuz mu? nerde oturuyormuş? inerken mi bindi çıkarken mi?

istediğim sorudan başlama kararı aldım o an. sondan başa cevaplayacaktım.

- çıkarken bindi. alt katta oturuyo herhalde. merhaba dedi.
- sen ne dedin?
- ne diycem. merhaba dedim ben de.
- hay senin amına koyim. ee ne diyosun, iş miydi?

tabi ki işti. merhaba demişti bir kere. ötesi mi vardı?

poğaçalarımızı afiyetle yerken olayın kritiğini yapmaya devam ettik fatih'le. bir ara aklıma, ne zaman dara düşsem yardımıma koşan nevzat adlı arkadaşımın vaktiyle ona danıştığım bir konudaki yorumu geldi. nevzat kim miydi? kimse kimdi.

- lan nevzat. diyarbakırlıların bile kız arkadaşı var (özür dilerim, o aralar böyle düşünüyordum) benim neden yok lan?
- oğlum kız gördüğün mü var? görsen belki senin de olurdu.

o an idrak edemediğim bu kompleks beylik lafların ne anlama geldiğini artık çok iyi biliyordum. havada aşk kokusu vardı.