bugün

burun

'Dil" karaktersiz ve kaypaktır. Yılan gibi sokacak kadar sivrilebilir ve tükürdüğünü yalayacak kadar paçavralaşabilir.
Bazen onu, suratlara fırlatılan hakaretlerle tükürüklerin mancınıklığını yaparken; bazen de, iki kat olmuş yalvarır ve en süfli yerleri yalarken görürüz.
Sıkıştığı zaman nerelere kadar girebileceği, halk deyimlerinde belirtilmiştir. Atalar bile onun karakter zaafını bir anatomi teşhisiyle ortaya koyarak:
- Dilin kemiği yoktur, demişler...
***
Dudak ise dişlerin dengeci başısıdır. Biri sadece ısırır, öteki sadece öper.
***
Ama burun; o, ne kemiksizliğiyle iftihar eden dil, ne arkasındaki dişleri gizleyen yumuşak dudak, ne öpüşlerin arkasında pusuya yatmış sinsi diştir.
O, insan yüzünde ezilip bükülmeden, maskeye tenezzül etmeden, olduğu gibi duran bir gurur abidesi; zekânın, meçhullere uzattığı bir merak öncüsüdür.
***
"Dil"i daha bundan 2500 yıl önce, edebiyata rahatça sokuvermiş Esope.
Burun ise, bütün merakına rağmen; eğilip bükülemediği için, uzun zaman bekledi. Ancak Gogol'ün aracılığıyla, geçen yüzyıl girebildi yazı dünyasına, o da bir hayalet olarak...
Edmond Rostand'ın gönlü, bu haysiyetli varlığın sanat âlemi ortasında bir kâbus gibi dolaşmasına razı gelmemiş olacak ki; onu, şiir ve romanlardaki dil, dudak, diş bolluğuna inat, ebediyen yıkılmayacak haşmetli bir tahtın üzerine oturtmuş Cyrano'da...
Artık burun, kendine ait bir tiradın, sürü sepet teşbihleri ortasında mesut; şahsına dil uzatan Vicomte'un mağlubiyetini seyretmektedir.
***
Burnun bir kusuru vardır, bazen fazla büyür. Daha doğrusu o büyümez de; insan olma gururunun, "azamet ve kibirden" çok daha yüksek bulunduğunu kavrayamayanlar; onun tabii boyuyla yetinemez, koltuklara tırmanıp, kalplerini cüzdanlarla değiştirdikçe; onu da, büyütürler.
Hani o büyüdükçe, insanlıkları da büyürmüş gibi...
***
Onun için halk indinde burun, mevkilerin barometresi olmuştur. Burunlar, kendileri kadarken; selamlar kantarlıdır. Büyümeye başladıkları zaman, selamlar gramlaşır. Ve halk, Ankara ufuklarını süzen gözlerle:
- Ne olacak, der, büyüdü burunları...
***
Büyüyen burunlar olduğu gibi, küçülen burunlar da vardır. insanlık vakarını taşıyacak güçte olmadığı için, gitgide küçülüp erimiş burunlar...
Bu ezikliğin acısıyla kavrulanlar; genç nesillerin aşınmamış haysiyetine kinlerini gıcırdatarak, biraz da temenni yollu bir falcılıkla bakarlar:
- Hayat kırar onların da burnunu...
***
Fakat en hazini, kader mengenesinin, kulaklarından tutup yere sürttüğü burunlardır. Ne kadar çok büyürlerse, o kadar kolay sürtülürler yere...
Hele burnu Kafdağı'na çıkanlar için, hemen hemen hiç kurtuluş yoktur.
***
Burnun bir felaketi de, meraklı olmasıdır; her işe sokulmak ister... Bu yüzden herkes sık sık uyarır birbirini:
- Burnunu fazla sokma!
***
Ama ne yapacaksınız ki, burundur bu; koku aldı mı sokulmadan yapamaz. Ve burnun her koku aldığı yere sokulması, çokçası başın da belaya sokulması demektir.
***
Burun buruna vermek, yakınlık işaretidir. Bunlardan biri kadın, biri de erkekse, zevkine doyum olmaz.
Parfümeri endüstrisi, kadınlarla burun buruna vermeyi seven erkekler sayesinde kurulmuştur.
Burun buruna verenler iki kadın ise, mutlaka bir üçüncü kadının başına çorap örülüyordur.
Yok, iki erkek burun buruna vermişse ve bunlar da siyasi ise; başına çorap örülen, doğrudan doğruya memlekettir.
***
Bazen burnumuzun direği sızlar. Türkiye'de gazete okurken olur bu. Küçücük kızını terbiye etmek için, gece kapı önünde bırakan babanın; kurtların yediği çocuktan, sabahleyin sadece bir el parçası bulduğu, havadisini okurken mesela...
***
Bazen de burnumuzun direği kırılır. Mesela, Yoğurtçu Deresi'nden geçerken...
Burnumuzun direğinin sızlamasını memleketin durumuna, kırılmasını ise belediyemizin koku sevgisine borçluyuzdur.
***
Burnu havada gezenler, böyle sızılardan ve acılardan muaftırlar. Ve daha çok onlar idare ettiği için her şeyi, vatandaşlara kala kala bir tek şey kalır: Üzüle, dertlene durmadan burunlarını çekmek...

çetin altan
güncel Önemli Başlıklar