bulantı

--spoiler--
iki şehir de aynıydı. insan işlenmemiş, çorak bir toprak bulur, büyük, oyuk taşları yuvarlaya yuvarlaya getirir oraya. kokular bu taşlarda tutsaktır, kokular havadan daha ağırdır. bazen pencerelerden dışarı atılır onlar ve rüzgar alıp götürünceye dek de orada kalırlar. açık havalarda gürültüler kentin bir ucundan çıkarlar; ve bazen güneşin pişirdiği, doluların yardığı bu taşlar arasında fır fır dönerler.
--spoiler--

--spoiler--
hiçbir şey yapmak istemediğimi çok iyi biliyorum: bir şey yapmak varoluşu yaratmaktır; böylesine varoluş da var.
--spoiler--

--spoiler--
bir kitap. elbette önceleri sıkıcı ve yorucu bir çalışma olurdu bu, ne varoluşmaklığımı, ne varolduğumu duymamı engelleyemezdi benim. ama bir an gelir kitap biter, benden sonra yaşar, aydınlığından küçücük bir ışık çizgisi de geçmişimi ışıtırdı sanırım. belki ben de bu kitap sayesinde, geçmişimi tiksinmeden hatırlayabilirdim. belki bir gün, özellikle bu anı, böyle iki-büklüm trene binmek için beklediğim şu sıkıcı anı düşünerek, belki yüreğimin hızlı hızlı çarptığını duyar ve kendi kendime derdim: ''o gün, o saatte başladı herşey.'' ve -geçmişteki; evet yalnızca geçmişteki- varoluşumu ancak böyle kabul ederdim.
--spoiler--

tabi ki some of these days
you'll miss me honey

http://www.youtube.com/watch?v=U_0ldguRuR4&feature=share